29 Ocak 2024

2024’ün öngörülmeyen ama olası türbülans coğrafyaları -4: Irak

ABD işgalinin tetiklediği etnik ve mezhepsel çatışmaların giderek daha kırılgan hale getirdiği Irak, Gazze’deki İsrail dehşetinin bölgesel yansımalarının 2024’te en yoğun yaşanabileceği ülkelerden biri olmaya aday

2024’te dünyanın kimi noktalarında bir takım “sürprizler” olabilir, diyerek ABD ile başladığım ve Odesa ile Sırbistanı da dahil ettiğim bu bir seri yazıda son tahminimi Irak’tan yana kullanmak istiyorum. Zira 1991’de ABD ve İngiltere öncülüğündeki Koalisyon güçlerince çok ağır biçimde bombalanıp altyapısı yerle bir edilen, 2003’te bu kez işgal edilip Washington tarafından “demokrasi getiriyoruz” diyerek kurulan kukla yönetimlerle “rejim değişikliğine” zorlanan ülkede şiddet olayları ve istikrarsızlıkla geçen 20 yıldan sonra gelinen nokta hiç ümit vermiyor. Üstüne üstlük bölgesel gelişmeler Irak için daha kötü günlerin zeminini de hazırlar nitelikli.  

Irak ne savaşla birlikte yerle bir olan altyapısını doğru dürüst ayağa kaldırabildi ne de ekonomik atılımlar gerçekleştirebildi. Hükûmetler ekonominin petrole bağımlı yapısını çeşitlendirmede başarılı olamadı. Bugün federal hükûmetin gelirlerinin yüzde 95’ini ham petrolden elde edilen gelirler oluşturuyor Bu da ülkenin petrol fiyatlarındaki dalgalanmalardan şiddetli bir biçimde etkilenmesi demek. Kamu sektörünün patronajla karakterize edilen şişkin ve “arpalık” haline gelmesi de bu gerçeğe eklenince işler daha da sarpa sarabiliyor. Petrol fiyatlarının düştüğü zamanlarda hükümetler temel kamu hizmetlerini bile finanse edemez hale gelebiliyor. Kamu borcunun gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) yüzde 84'üne ulaşmış olması, GSYİH’nın da yüzde 16 oranında azalması ülkede hoşnutsuzluğun ve istikrarsızlığın artmasını, sıradan insanların bezginleşmesini beraberinde getirdi.  

 Mefluç bir devlet, bezmiş bir halk

Ülkede işgal sonrası vakum ortamında ortaya çıkan etnik ve mezhepsel politik rekabet ile güç mücadelesi, resmi yönetim organları ile kolluk kuvvelerini milis güçlerinin gölgesinde iyice etkisizleşmiş bir konuma itti. Devlet yapısı giderek daha kırılgan hale geldi. Hükümet olanın iktidar olamadığı ülkede devlet deyim yerindeyse giderek mefluç bir yapıya büründü.

Velhasıl birileri fitneyi öyle bir soktu ki Bağdat’ın tekerine, ülke 20 yıldır bir türlü gün yüzü göremiyor. Eskiden Şiiler ile Sünniler çatışırdı. Artık Şiiler de Sünniler de siyaset sahnesinde iyice fragmante olmuş ve kendi aralarında bile çatışır hale gelmiş konumdalar.

2005’te referanduma sunulan Anayasa değişikliği ile ülkede federal yönetim yapısına geçildiğinden yerel seçimler bir tür genel seçim atmosferinde yaşanıyor. O da tabii şiddet ortamı sandığa engel olup seçimleri erteletmez ise. Tek sorun seçimlerin yapılamaması da değil. Bazen yapılması da çok farklı sonuç üretmiyor. Mesela, 10 yıllık bir aradan sonra ancak 18 Aralık 2023’te yapılabilen yerel seçimler, ülkenin etkili dini ve siyasi liderlerinden Mukteda es-Sadr’ın sandığı boykot kararı alması yüzde 41 gibi düşük bir katılım ile gerçekleşebildi. Oy kullanma hakkına sahip 26 milyon ve kayıtlı 16 milyon seçmenden sadece 6 milyon 600 bini sandığa gitmişti. Özellikle güneydeki Şii bölgelerinde oy kullanma oranı daha da düşük çıkmıştı.

Aslında Sadr Hareketi’nin İran’a mesafeli tavrıyla bilinen Şii lideri, 29 Ağustos 2022’de siyasetten çekilme kararı almıştı. Gerçi bu, Sadr’ın 9 yıl içinde açıkladığı 9. kez siyasetten çekilme kararıydı. Ancak ülke öyle bir hale geldi ki, Sadr’ın siyasetten çekilme kararı bile açıklamasının ardından çıkan olaylarda 23 kişinin hayatını kaybetmesine, 380 kişinin yaralanmasına yol açabiliyor.

 ‘Batsın böyle devrim’

Sandığa ve demokratik deneyimlere güvenin kalmadığı, kaotik bir yer artık Irak. Birileri o kargaşada “Irak’ta devrim oluyor” derken, Sadr, kanlı çatışmalardan dolayı Irak halkından özür diliyor, sokaklara çıkan destekçilerine “evlerinize dönün” çağrısı yapıyor ve “bu devrim barışçıl olmaktan çıktığı için devrim değildir. Ben buna devrim diyemem. Batsın böyle bir devrim,” ifadelerini kullanıyordu.

Sadr’ın seçimlere katılmayışından ötürü oy oranlarını artıran Bedir Tugayı lideri Hadi el Amiri’nin başkanlığındaki Nebni İttifakı (ülke genelinde aldığı 638 bin 327 oy ile) birinci, eski Başbakan Şii Nuri el Maliki liderliğindeki Kanun Devleti Koalisyonu (530 bin 734 oyla) ikinci gelmişti. Seçimlerde üçüncülüğü eski Meclis Başkanı Sünni Arap Muhammed el Halbusi'nin (483 bin 411 oy alan) Takaddüm Partisi, dördüncülüğü ise bir diğer Sünni Arap lider Hamis Hançer’in (301 bin 91 oy alan) el Siyade listesi elde etmişti.

Ülkedeki tansiyonun temel sebeplerinin başında elbette ki ABD askerlerinin bir türlü sonlanmayan varlığı geliyor. Irak yönetimi ABD askerlerinin ülkeden tamamen çekilmesi için yıllardır Washington yönetiminden bir mekanizma ve takvim oluşturulmasını isteyip duruyor. Irak Meclisi’nin, ülkedeki tüm yabancı güçlerin çıkarılmasını içeren kararını alalı bile dört yıl oluyor. Pentagon yılların seyri içinde Irak’tan epeyce birliklerini çekmiş olsa da halen 2 bin 500 civarında askeri var.

 Gazze’deki savaş Bağdat’ta istikrarı bozabilir’

Ara ara hükümetler bu taleplerini Amerikan yöneticilerine yenileyip duruyorlar. Ancak Amerikalılar pek oralı olmuyor, zaman zaman düzenledikleri suikastlerle de bölgedeki tansiyon ve öfkenin kabarmasına sebep oluyorlar. Son olarak, 5 Ocak'ta Irak'ın başkenti Bağdat'ta, Haşdi Şabi adıyla bilinen ve çatısı altında 67 silahlı grubu barındıran Halk Seferberlik Güçleri içindeki Şii milis gücü el Nüceba Hareketi yöneticilerinden Ebu Takva es-Saîdî ABD güçleri tarafından bir hava saldırısı sonucu öldürüldü.

Olaydan sonra Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerinin Irak'tan hızlı ve düzenli bir şekilde çıkmasını istediklerini açıkladı. Sudani, ABD askerlerinin Irak'taki varlığının Gazze’deki savaşın bölgesel yansımaları açısından “istikrarı bozabileceği” konusunda da kaygılı idi.

Gelgelelim Washington’un kaygıları farklı. Sudani suikastı sonrasındaki günlerde, mutad basın toplantılarından birinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Tuğgeneral Patrick Ryder,Şu anda (çekilme konusunda) herhangi bir plandan haberdar değilim,” diyor ve IŞİD ile mücadele kapsamında oluşturulan Doğal Kararlılık Operasyonları Birleşik Görev Gücü (CJTF-OIR) misyonlarına odaklanmaya devam edeceklerini belirtiyordu.

Gerçi Savunma Bakanı Lloyd Austin geçen perşembe günü yaptığı bir açıklamada Iraklı ve Amerikalı yetkililerin önümüzdeki günlerde bir araya gelerek Irak’taki ABD askeri varlığının sonlandırılmasıyla sonuçlanabilecek resmi görüşmelere başlayacaklarını duyurdu ama çekilmeyi epeyce şarta bağlayacağı açıkken öyle hemen bir takvim oluşturmalarını beklemek pek gerçekçi görünmüyor. (Bu arada, Foreign Policy dergisi de, Beyaz Saray kaynaklarına dayandırarak verdiği geçen çarşamba günkü haberinde “kesin bir tarih belirlenmemiş olmakla birlikte” Suriye’deki 900 askerini de çekmeyi planladığını yazdı. Ama aslında tüm bu haberlerin ABD’nin sahadaki “iş ortaklarını” belirli koşullara razı etmek için zorlama ya da zemin yoklaması nitelikli olması da mümkün.)

 “Kifâî vacip” fetvasından “terör örgütü” yaftasına

Aslında Haşdi Şabi’nin geçmişi, Musul’un 10 Haziran 2014’te IŞİD’in (DEAŞ) eline geçmesi akabinde Irak hükümetinin bu örgütle savaşmak üzere gönüllülere ihtiyaç olduğunu duyuran çağrısına dayanıyor. Bunun hemen ardından Şii dini lider Ayetullah Seyyid Ali es-Sistani’nin bu çağrıya destek veren ve söz konusu mücadeleye katılmanın “kifâî vacip” olduğunu ilan eden tarihi fetvası akabinde kuruldu Haşdi Şabi. Irak ordusunun bir bileşeni olarak da hareket etti. Ancak IŞİD’in yükselişini bir fırsat olarak değerlendiren ve Irak ile Suriye’ye yönelik yeni bir siyasi tasavvur yürürlüğe koyan Washington, örgütün Irak’ta yenilgiye uğratılmasında ve ülkenin toprak bütünlüğünün korunmasında önemli bir pay sahibi olan Haşdi Şabi’yi elbette sevmeyecek, onu İran’ın bölgesel planlarını hayata geçirmedeki manivelalardan biri olarak görecekti. Bu nedenle içindeki -Asa’ib i Ehli’l Hak grubu gibi- bazı yapıları “terör örgütü” listesine almakta da gecikmedi. Keta’ib Hizbullah ise zaten 2009’da alınmıştı o listeye. Haşdi Şabi’nin içindeki gruplar aslında başlangıçta üç temel dini/siyasi çizgiden besleniyordu: Ayetullah Sistani’nin takipçileri, İran Velayet-i Fakih takipçileri ve Mukteda es-Sadr’ın takipçileri. (“Başlangıçta” diyorum, zira Haşdi Şabi, Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr'ın, 2022 Ağustos’unda Meclisin feshedilmesi ve erken seçime gidilmesi çağrısını reddedecekti.)

Aralarında az sayıda da olsa Sünni Arap ve Hristiyan grupların da bulunduğu, ancak Şii ağırlıklı olan Haşdi Şabi’nin “devlet içinde devlet” olduğu da ileri sürülüyordu. Gerçi Haşdi Şabi, hem hükümetlerin elini rahatlatmak hem de kendisi hakkında özellikle uluslararası kamuoyu nezdinde varolan kimi şüphe ve tereddütleri silmek üzere 2020 yılında Başkanı Falih Feyyad imzasıyla yayımlanan bir kararname gereğince yeniden yapılandırılarak Irak Güvenlik Kuvvetlerine bağlı bir yapı haline getirildi. 120 bin kişilik bir milis gücüne sahip Haşdi Şabi, yeni yapılanmasına Sünni güçlerden oluşan Haşdi Aşairi’yi de dahil etti. Ancak Washington ikna olmuyordu.

 Washington’da “4H” endişesi

Aslında Haşdi Şabi bünyesinde bulunan büyük gruplardan olan Bedir Güçleri, Asa’ib Ehli’l Hakk, Keta’ib Hizbullah ve Hareket-i Hizbullah el-Nüceba gibi yapıların kuruluş tarihleri sırasıyla 1982, 2006, 2007 ve 2013 olup hepsinin temellerinin atılması IŞİD’den önceye denk geliyor. Dolayısıyla çatı örgüt bünyesindeki grupların silah bırakarak dağılmaları olası idiyse de bu büyük yapılardan aynı şeyi harfiyen yapmalarını beklemek kolay değil. Zaten ülkedeki ABD üslerine veya birliklerine saldıran da genellikle Kata’ib Hizbullah gibi daha radikal olarak görülen gruplar.

Öte yandan, Haşd-i Şabi’nin yükselişi birçok açıdan Lübnan Hizbullahı’nın yükselişine benziyor. Hizbullah nasıl Tahran’ın desteğini almayan Emel Hareketi gibi Şii gruplarla ittifak yaptıysa, Haşdi Şabi de benzer şekilde güçlü ittifak ilişkileri kurdu. Haşd-i Şabi’nin Irak’ta İran’ın desteğini almayan Şii gruplarla ittifak yapması, Hizbullah’ın Emel Hareketi ile ittifak yapmasına epeyce benzer. Dolayısıyla Washington Haşd-i Şabi’nin Hizbullah ile birlikte hareket ederek nüfuz alanını Irak’ın ötesine yaymasından endişe ediyor. Gerçi bu endişe bile yavaş yavaş eskiyor. Zira  Washington’un Orta Doğu’daki her daim zalimden yana ve yer yer de tutarsız tutumu o endişeyi “4H” şeklinde özetleyebileceğimiz daha büyük bir hayaletle güncellemiş gibi: Olası bir Hizbullah, Haşdi Şabi, Husiler ve Hamas ittifakı.

Peki savaşın başından bu yana Irak’taki üsleri 60, Suriye’deki üsleri ise 90 kez saldırılarla hedef alınmış olan Washington, Gazze’deki savaşın İsrail-Hamas ihtilafı olmaktan çıkıp bölgesel bir boyut kazanması riskinden ve 4H ittifakını gerçeklik yapmaktan endişe ederek mi davranıyor, orası biraz kuşkulu.

Velhasıl Irak’tan asker çekerek ne Tahran’a ne de Ankara’ya alan açmak isteyecek olan Washington, Haşdi Şabi’yi hizaya getirmeden ya da onu dengeleyecek güçleri ve o güçlerin konumunu garantiye almadan çekilme yanlısı olmayacaktır. Lakin onca yıldan sonra o “tehdidi” de kendi elleriyle büyütmüşken, bunu nasıl yapacağı da tam bir muamma. Önünde sonunda -Afganistan’dakine benzer- böyle bir sonu kendi elleriyle hazırladığını görürsek çok da şaşırmamak lazım.

Ancak tam şu safhada, seçim sath-ı mailine girmiş Başkan Biden’ın, Afganistan’dan çekilmenin skandal nitelikli sonuçları da halen hafızalarda tazeyken, Irak’tan askerlerini tamamen çekmesi zaten çok kolay gerçekleşebilecek bir şey değil. Hele hele Beyaz Saray’da birileri asıl artık Suriye’den son askerleri eve döndürmenin (!) zamanının geldiğini düşünüyorsa. Malum, Suriye’den olası bir çekilmede oradaki asker, silah ve mühimmatını Irak’a kaydırmak isteyecektir. Bu durumda da oradaki üslerine ihtiyaç duyacaktır. Beyaz Saray’ın o üsleri boşaltıp Irak’tan askerlerini tamamen çekeceğine ihtimal vermek zor olduğu için de ülkedeki istikrarsızlığın yakın vadede giderilebilmesinin mümkün olduğunu söyleyemiyoruz.

Velhasıl, öngörülmesi kolay olmayan ama 2024’ü pekâlâ kabusa çevirebilecek muhtemel türbülans bölgelerine ya da “sıcak noktalara” dair bir fikir egzersizi yapmaya kalktığımızda, birbiriyle çatışmakta olan siyasi hiziplerini buluşturacak bir ortak zemin bulma becerisi iyice aşınmış, Sünnisi, Şiisi, Kürdü, Arapı bile bölünmüş Irak’ı da bu coğrafyalardan biri olarak sürprizler listesine dahil etmem çok da yanlış olmaz, sanırım.


Serinin diğer yazıları

TIKLAYIN - 2024’ün öngörülmeyen ama olası türbülans coğrafyaları -3: Sırbistan

TIKLAYIN- 2024’ün öngörülmeyen ama olası türbülans coğrafyaları (2): Odesa

TIKLAYIN - 2024’ün öngörülmeyen ama olası türbülans coğrafyaları -1: ABD

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da nükleer bir savaşın eşiğinden mi dönüldü?

İddiaya göre, İran’ın bütün altyapısını etkisiz hale getirecek bir elektromanyetik saldırı için nükleer başlıklı silahlarıyla havalanan bir İsrail jeti, Ürdün hava sahasında Rus jetleri tarafından düşürüldü. İddia teyit edilemediyse de pek çok soruyu beraberinde getirdi

Füze saldırılarının görünmeyen koridor boyutu

İsrail ile İran arasındaki karşılıklı füze saldırıları, ABD’nin Orta Doğu'da Çin'in artan nüfuzunu dengeleyecek bir ağırlık merkezinin sacayaklarının inşa sürecine de katkıda bulunuyor

Biri öldürmüş, biri gömmüş, biri de delilleri yok etmiş

Knesset semalarında İran füzeleri görüldü diye dikkatlerden kaçmasın, bayramın son günü İsrail ordusu Gazze’de 3 yüksek okul, bir ilkokul, bir hastane, bir düğün salonu ve bir de camiyi 1 saat içinde yok ederken, işbirlikçileri 1930’ları anımsatan icraatlara imza attı