Gündem

Hasan Cemal, 'Çekilme Günlüğü' davasında beraat etti

Yazı dizisi hakkında 4 yıl sonra dava açılan Hasan Cemal'in 13 yıla kadar hapsi isteniyordu

Hasan Cemal & Fikret İlkiz

31 Mart 2017 03:00

T24 yazarı ve P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu Kurucu Başkanı Hasan Cemal "Çekilme Günlükleri" yazı dizisi için 13 yıl hapisle yargılandığı davada beraat etti.

Hulusi Pur’un başkan, Halit İçdemir ve Çağlayan Özbay’ın üye olduğu İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın bugünkü duruşmasında yazı içeriği, yazının yazıldığı tarih ve tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde atılı suçun unsurlarının oluşmadığına karar verildi.

Yazının yayınlanmasından yaklaşık dört yıl sonra açılan davanın ilk duruşması 9 Mart 2017’de İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmüştü. 

Savcı bir önceki duruşmada, hükümetin talimatıyla yürütülen müzakerelerde varılan mutabakat üzerine Türkiye topraklarındaki PKK'lıların sınır dışına çekilmesini izleyen yazı dizisi gerekçe gösterilerek yaklaşık 4 yıl sonra açılan davada Hasan Cemal'in 13 yıla kadar hapsini istemişti. Hasan Cemal'in avukatı Fikret İlkiz'in savunma için ek süre istediği duruşma 31 Mart'a ertelenmişti.

Hasan Cemal, 9 Mart'ta İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşma hakkındaki suçlamayı redderek şunları söylemişti:

"O dönem zaten barış savunuluyordu. Barışın yolu açılmak isteniyordu. Dağın yolu kapatılmak isteniyordu. Bir gazeteci olarak yazdıklarım vakti zamanında dağın yolu nasıl açıldı. Şimdi nasıl kapanacak sorusunun cevabını aramaktan ibaretti. Bu tamamen bir gazetecilikti. Benim 2013 yılında yazdıklarımı bugün hapislik bir dava konusu haline getirmek gazeteciliği cezalandırmaktır. Savaşı, terörü ve şiddeti değil barışı savunuyorum. Barışı savunmaya da devam edeceğim. Beraatimi istiyorum."

Hasan Cemal'in  avukatı Fikret İlkiz'in savunması şöyle:

I- İLERİ SÜRÜLEN İDDİA VE ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞ

Diyarbakır C. Başsavcılığının 01.07.2016 tarihli Yetkisizlik kararı ile soruşturma dosyası İstanbul C. Başsavcılığına gönderilmiştir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Basın Suçları Soruşturma Bürosu tarafından Soruşturma No : 2016/86264, Esas No: 201711615, İddianame No : 2017/69 olan 16.01.2017 tarihli iddianamesiyle Hasan Cemal hakkında ceza davası açılmıştır.

Hasan Cemal’in 15 Mayıs 2013 tarihinde başlamış olduğu www.t24.com.tr isimli haber sitesinde yayınlanmaya başlanan 13 bölümlük PKK/KCK terör örgütünün ülkemiz sınırları içerisinde faaliyet gösteren silahlı örgüt mensuplarının Irak ülkesine çekilmesinin konu edindiği sürece ilişkin olarak "Hasan Cemal'in Çekilme Günlüğü" başlıklı yazısının 3. bölümünde;

“…Tapelere konu Tamara Varjin ve Munzur Piro" kod isimli örgüt mensuplarının zikredildiği, şüphelinin tapelerde Doğan isimli şahsa aktardığı şekildeki bilgilerin haberin 3. sayısında olduğu gibi servis edildiğinin tespit edildiği, bu bağlamda tapelerde geçen görüşmelerin röportaj yapmak için PKK/KCK terör örgütünün Irak ülkesinde kırsal alanda faaliyet gösteren örgüt mensupları ile görüşen şüpheli gazeteci tarafından adı geçen terör örgütünün kırsal alanda cep telefonu kullanmama gibi kuralları sebebiyle haber içeriğini yayın yapılacağı t24 sitesi çalışanlarına aktarmak için örgütünün basın ve halkla ilişkiler sorumlusu Rezzan kod isimliörgüt mensubunun cep telefonunu kullanarak paylaşım yaptığı,

“…bu kapsamda örgüt mensuplarından "gerilla" şeklinde nitelendirme yaparak bahsettiği” 

“…terör örgütünün çekilme programını övücü bir şekilde anlattığı…”

“…ayrıca ülkemizin belli bir kısmını "Kürdistan" şeklinde ifade ettiği,”

"vahşi doğanın çağrısı" başlıklı bölümde

"gerçekten vahşi bir doğa. Bu doğa bize bir gerillacılık çağrısı gibi diyor bir gerilla. Bu devlet Ege'den, İstanbul'dan ana kuzularını bu coğrafyaya getiriyor, gelin savaşın, mücadele edin diye. Yazık değil mi" şeklinde paylaşım yaptığı…” 

…"Irak Kürdistan'ı, Metina bölgesinde bir PKK kampı" şeklinde paylaşım yapıp bir terörist ile ilgili olarak gitar eşliğinde kürtçe söylediği belirtilerek "Delila... Kürtlerin Sezen Aksu'su" şeklinde övücü sözlere yer verdiği, …”

“…terör örgütü mensubunun ölümünü şehit olmak şeklinde ifade ettiği” 

“…çekilen 15 kişilik ikinci guruptan bahsedip bunun terör örgütü üyeleri değil, gerilla gurubu olarak belirtildiği,…”

“…ayrıca "gerillacılık çağrısı bir doğa" başlıklı kısımda ise

“….benzeri övücü sözlerin söylendiği,…”

“…PKK'lı gerillalar sözü ile terör örgütü propagandası yapıldığı,…”

“…ayrıca bir terör örgütü mensubunu "sorun burukluk değil. Biz silah gücüyüz. Biz silah seçeneği ile dağa çıktık. Sorun silahtan dolayı çıkmadı. Yani biz var olan bir sorundan sonra silahı kaldırdık. Şimdi sorun çözümdür. Bizdeki burukluğun nedeni, sorunların çözülmemiş olmasıdır" şeklindeki sözleri belirtilerek…”

“…aynı şekilde PKK/KCK terör örgütü propagandasının yapıldığı,..”

“gerilla ismi ile terör örgütü mensuplarının sempatik olacak şekilde resimlerinin paylaşıldığı,”

“..böylece söz konusu internette yer alan yazı, söz ve fotoğraflarla PKK/KCK terör örgütü propagandası”

“…yapıldığına dair şüpheli hakkında kamu davası açılabilmesi için yeterli nitelikte delilin bulunduğu ve yeterli şüphenin oluştuğu kanaatine varılmış bulunduğundan;…” 

Hasan Cemal’in Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçundan eylemine uyan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu 7/2 maddesi ile cezalandırılması talep edilmiştir.

09.03.2017 tarihli Esas Hakkındaki Görüş’te ise; 724 haber sitesinde yayımlanmış olan yazılarda terör örgütü PKK’nın cebir ve şiddet içeren eylemlerini övücü ve meşru gösterici nitelikte yayılar yayınlamak suretiyle terör örgütü propagandası suçunun işlendiği iddiasıyla cezalandırma isteği tekrarlanmıştır.

II- SUÇLANAN YAZI HANGİ SÜRECİN BAŞLANGICINDA YAZILMIŞTIR:

Yazı, 13 ayrı yazıdan 3 üncüsüdür. “Çekilme Günlüğü” başlıklı yazı dizisi Hasan Cemal tarafından kaleme alınmıştır. Barış sürecine ilişkin yazılardan sadece birisidir.

Türkiye’de “barış süreci” denilince ne anlaşıldığı her kes tarafından bilinmektedir.  Nasıl bir süreç ve bu süreç açısından bir haber hatırlatması ile örnek verelim.

Haber T24 haberi…. 22 Mart 2013 tarihli bu haber Diyarbakır’da Nevroz kutlaması hakkındadır. Bu kutlamada Abdullah Öcalan’ın silahlı çatışma sürecinin sonlandırıldığı açıklayan tarihi açıklamanın yapılması ile ilgili sözleridir ve Öcalan mesajı alanda toplanan binlerce kişiye okunmuştur.

Diyarbakır’ın Newroz meydanında Öcalan’ın çağrısı yüz binlerin huzurunda ve ana akım televizyon kanallarında canlı olarak tüm Türkiye’ye duyuruldu.(1)

Haberin spot başlığı şöyledir: “Diyarbakır'da yüz binlerce kişinin katıldığı Nevruz kutlamasında mektubu okunan Öcalan, 'Saygıdeğer Türkiye halkı'na seslenerek, 'Zaman çatışmanın değil, helalleşmenin zamanıdır' dedi.”

T24 haberi şöyle devam etmektedir:

“Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yaklaşık 15 yıldır İmralı Cezaevi'nde yatanAbdullah Öcalan, Nevruz bayramı nedeniyle beklenen tarihi çağrıyı yaptı. Öcalan, 1979 yılında kurduğu, 1984'ten itibaren kitlesel silahlı eylemlere yönelttiği PKK'nın "silahlı unsurlarının Türkiye sınırları ötesine çekilme aşamasına geldiğini" duyurdu. Öcalan; "ateşkes" veya "çatışmasızlık / eylemsizlik" kavramlarını mektubunda "'Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun' noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor. Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir" dedi. "Bu bir son değil, yeni bir başlangıç" mesajını veren Öcalan, "Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz" ifadesini kullandı. 

Öcalan'ın tarihi mesajı Diyarbakır'da toplanan yüz binlerce kişi, Türkiye ve dünyaya yayın yapan yüzlerce kamera önünde, önce bir Kürt milletvekili tarafından Kürtçe, sonra bir Türk milletvekili tarafından Türkçe okundu. Kürtçe metni BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, Türkçe metni de BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder okudu. Her iki milletvekili de, İmralı'da Öcalan ile buluşan üç heyetin son ikisinde yer almıştı.”

Abdullah Öcalan bu çağrısında “barış süreci” başlangıcında şunları ifade etmişti:  “Newroz ateşiyle yüreği tutuşan, meydanları hınca hınç dolduran yüz binler, milyonlar artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor.

Bugün artık yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz. Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar;

Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır. Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.”

Yine konuyla ilgili olarak bir başka değerlendirme şöyleydi:

“Yapılan çağrının usulü kadar içeriği de çarpıcıydı. Öcalan “silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı[nın] açıl[dığı]” yeni bir dönemin başladığını ilan etti. Buna göre, “yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.” Milyonların barış, kardeşlik ve çözüm taleplerine vurgu yapan Öcalan, “artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe” uyandığımızı müjdeliyordu. Öcalan’ın metnindeki en kritik çağrının muhatabı, hiç kuşkusuz, PKK’nin silahlı güçleriydi: “Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.” (….)

Deklarasyonun en mühim noktalarından biri Öcalan’ın Türk halkına yaptığı çağrıydı. Öcalan, Kürtler ve Türklerin bin yıla yakın “İslam bayrağı” altında kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayalı ortak yaşamlarına gönderme yapıyor ve “Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü” olarak onları ittifaka, birlikteliğe, kucaklaşmaya ve helalleşmeye çağırıyordu. Newroz Deklarasyonu bir bütün olarak irdelendiğinde öne çıkan mesajları birkaç başlık altında toplamak mümkündür:

• Çözüm Süreci Türkiye sınırlarını aşan Ortadoğu çapındaki yeniden düzenlemenin bir parçası olarak ele alınıyordu.

• Kürt meselesinin ortaya çıkışında harici müdahalelere, baskıcı rejimlere, elitlerin negatif rolüne gönderme yapılıyordu.

• Geçmiş mücadele sahipleniliyor, elde edilen kazanımlar vurgulanıyor, ama yeni şartların eskisinden farklı bir mücadeleyi gerekli kıldığı belirtiliyordu.

• Türkiye yeni bir sayfa açıyor; bu sayfada silahlara veda ediliyor, somut anlamda PKK’nin silahlı unsurları sınır ötesine çekiliyordu.”(2)

Hasan Cemal gazetecidir. Anılan tarihlerde kamuoyunun gündeminde bulunan bu çekilme süreci ile ilgili olarak “Çekilme Günlükleri” başlıklı yazı dizisini “çekilmekte olanlara” ayırmıştır. Bir başka deyişle tarihsel bir olaya “tanıklık” etmiş, tanıklığını yazıya çevirmiş, fotoğraflamış ve 13 bölümlü bir yazı dizisi yayımlanmıştır.

Şimdi bu iddianame ile böyle bir süreçte yazılmış yazı suçlanmaktadır.

18.05.2013 tarihinde yayımlanmış olan yazının 16.01.2017 tarihli iddianameyle suçlanması, yani yaklaşık dört yıl sonra dava açılmış olması hakkaniyet ölçülerine aykırıdır. Hukuka aykırı suçlamanın kabul edilebilmesi mümkün değildir. Şu dahi söylenebilir; yazıldığı zaman suç olmayan ve suç olarak görülmeyen, hem devletin, hem hükümetin “barış süreci” olarak ilan ettiği dönemdeki haberlerin devlet televizyon ve radyolarından dinleyici/izleyicilere duyurulduğu yıllarda kaleme alınmış bir yazının terör propagandası olarak bu gün suçlanması, gazeteciliğin suçlanmasıdır ki; kabul edilemez. Gazeteci çağının tanığıdır ve yaşanan ama başarısızlıkla sonuçlanan barış sürecinin tanıklığı sadece gazeteciliktir, suç değildir.

Yargılanan Hasan Cemal 47 yıllık gazetecidir. 1980'li yıllardan itibaren PKK ve Kürt sorunu ile ilgilenmektedir. Dolayısıyla PKK, Kürt sorunu ve devletin PKK ile mücadelesi, sınır dışına çekilmesi gazetecinin ilgi alanı içindeki bir konudur. Hasan Cemal bu konuyla ilgili sayısız yazı yazdığını ve bu konuyla alakalı 4 kitap yazdığını ifade etmiştir.

Hasan Cemal Mahkemeniz önünde iddianameye karşı verdiği sorgusunda;

“SANIK HASAN KAYA CEMAL SAVUNMASINDA: 70 yaşındayım. 47 yıldır aktif
gazetecilik yapmaktayım. Bu süre içerisinde kürt meselesi ile ilgili olarak 4 adet kitap yazdım. 1980'li yıllardan başlayarak dağa da gittim. Ankara’ya da gittim. Devletle de görüştüm. Beka vadisinde Öcalan ile de görüştüm. Kandil'de Karayılan ve Bayık ile de görüştüm. Başbakan ve genelkurmay başkanlarıyla da görüştüm. Ve bugüne kadar yazmış olduğum bu kitapların ve yapmış olduğum görüşme ve yazılarımdan dolayı soruşturma açılmadı. Dava açılmadı. Herhangi bir mahkumiyetim yoktur. Bu çerçevede sürekli dava konusu olan yazılarım 2013 yılının Mayıs ayında T24 internet gazetesinde yayınlandı. 2013 yılı ilginç bir yıldır. 2013 yılının Mart ayında Ankara (Hükümet), İmralı ve Kandil arasındaki kurulan diyalog üçgeni, çözüm süreci büyük umutlarla başlamıştı. O zaman hem hükümet hem de Kandil ve İmralı'dan yapılan açıklamalarda silahlı çözümün çözüm olmadığı, artık
sona erdiği, bundan sonra barışçı yollarla sorunun çözüleceği konusunda son derece iyimser
açıklamalar yapıldı. Bu çerçevede Kandil de kendi tabiriyle tek taraflı ateşkes ilan etti ve silahlı unsurlarını Türkiye sınırlarının dışına çekeceğini ilan etti. Bu da zaten hükümetin, Erdoğan hükümetinin bir ön koşulu niteliğindeydi. Ben de o tarihte bir gazeteci olarak çekilme bu sürecini dağda izledim. Bunu izleyen tek Türk gazetecisi de bendim. Oradan ne düşündüklerini, silahlı mücadelenin bırakılmasını isteyen Öcalan hakkında ne düşündüklerini, bu çekilmeyi başlatan Kandil hakkında ne düşündüklerini ve neden vakti zamanında dağa çıktılarını ayrıntılı olarak tespit ettim ve yazdım. Bunların toplamı sanırım 10 ya da üzerindedir. İddianameyi okuyunca anlaşılıyor ki ben kötü bir şey yapmışım. 68 yaşındaki bir gazeteci kendi başına tek gazeteci olarak dağa çıkıyor. Tüm bunları tespit edip yazıyor ve Türkiye'de kamu oyuna tek yansıtan bir gazeteci olarak ortaya çıkıyor ve kötü
bir şey yapıp terörü, şiddeti övüyor. Böyle bir şey söz konusu olamaz. O dönemde zaten barış
savunuluyordu ve barışın yolu açılmak isteniyordu. Dağın yolunun kapatılması isteniyordu. Bir gazeteci olarak yazdıklarım vakti zamanında dağın yolu nasıl açıldı. Şimdi nasıl kapanacak sorusunun cevabını aramaktan ibaretti. Bu tamamen bir gazetecilikti. Benim 2013 yılında yazdıklarımı bugün hapislik bir davası konusu haline getirmek gazeteciliği cezalandırmaktır. Bugüne kadar suçlamaları da dikkatle okuyup değerlendirdim. Eğer gerçek olsaydı ben bu tarz kötülükleri yapmış olsaydım bugüne kadar 40 yıldır yani Türkiye'de bu mesele bu sorun noktalanmış bitmiş olurdu. Ancak ne yazık ki bu iddianameye bakan bakış açısı bir yerde devletin de bakış açısı oldu. 40 yıldır neredeyse bu sorun
bitmedi tam tersine derinleşerek devam etti. O yüzden ben kötü değil iyi bir şey yaptığıma
inanıyorum. Savaşı terörü ve şiddeti değil barışı savunuyorum. Barışı savunmaya da devam edeceğim. Beraatimi istiyorum dedi.” (09.03.2017 günlü celse)

Mahkemeniz önünde verilen bu sorgu ile yazının, yazıların neden yazıldığı çok açık ifade edilmiştir, amaç çok açık açıklanmıştır.

Gazeteciler haberlerini, yazılarını Savcılık iddianamesinde yazılı olduğu gibi kaleme almazlar ve bir gazeteci bir haberi, bir yorum yazısını nasıl yazacağını Savcıya sormaz. Savcının istediği gibi haber yazılması halinde o haber haber olmaz, o yorum yazısı gazeteci yorumu olarak kabul edilemez. Kuşkusuz, bir savcı neyin suç olup olmayacağını gazeteciden öğrenmez ve iddianamesini düzenlerken hukuk kurallarına ve kanuna bağlıdır, suçun kanuni tanımından hareketle tavsifini yapar. Ancak gazetecilik gereği yapılan yorumlar ve eleştiriler veya haberler iddianamede yazıldığı gibi suçlanamaz. Gazetecilik gereği olayların anlatımında kullanılan bir cümle, bir kelime veya bir paragraf yazının, eleştirinin, yorumun ve haberin bütününden koparılarak suç yaratılamaz.

III- YAZI DİZİSİ HASAN CEMAL’İN KİTABINDA YER ALMIŞTIR

Hasan Cemal tarafından kaleme alınan “Çözüm Sürecinde Kürdistan Günlükleri” adlı eser Everest Yayınları tarafından Eylül 2014’de yayımlanmıştır. 137 inci sayfadan 142 inci sayfaya kadar suçlanan 18.05.2013 tarihli yazı dizisi bu kitapta fotoğraflarıyla yer almıştır. Bu kitap hakkında ve kitaptaki bu bölüm ile ilgili yayınlandıktan sonra herhangi bir “toplatma” veya “yasaklama” kararı verilmediği gibi herhangi bir soruşturma da açılmamıştır.

Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin bu kitap bir sanık evinde bulunduğu için açılan soruşturma sonucunda; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/14728 Soruşturma nolu ve 2016/41099 Karar numaralı 01.06.2016 tarihli kararı ile Hasan Cemal hakkında Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar verilmiştir. Bu karar örneği Savcılık sorgusu sırasında verilmiştir ve dosya içindedir.  

Aradan 3 yıl 6 ay 21 gün geçtikten sonra; Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığının başlatmış olduğu bir soruşturmada adları geçen kişilerin t24’de yayımlanan Hasan Cemal yazısında yer aldığı gerekçesiyle 9.03.2017 tarihinde bu söyleşiden dolayı Hasan Cemal yargılanıyor…

Hukuka ve adalete sığmayan böyle bir cezalandırma istemi kabul edilemez.

IV-  TMK'NIN 7/2. FIKRASI, AİHM KARARLARI VE YAZI İÇERİĞİ

Hasan Cemal’in “Çözüm Sürecinde Kürdistan Günlükleri” ve “Delila/Bir Genç Kadın Gerillanın Dağ Günlükleri” adlı iki kitabına dönelim. Hasan Cemal tarafından kaleme alınan bu kitaplar bilinen ve yaşanmış “barış ve çözüm süreci” ortamını anlatan ve bilinmeyenleri bilinen kılan, çözüm sürecinde tarafların görüşlerini kamuoyunda tartışmaya ve gerçekleri gün yüzüne çıkarmaya çalışan eserlerdir.

Bu eserlerden “Çözüm Sürecinde Kürdistan Günlükleri” 2014 yılı Şubat ayında yayınlanmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu kitabın 137 inci sayfasından itibaren 142. nci sayfası dâhil Hasan Cemal’in suçlanan yazısındaki bölümler, söyleşilerdir. Kitapta yayınlandığı zaman bir soruşturma açılmadığı verilmiş olan takipsizlik kararından açıkça anlaşılmaktadır, bu karar dilekçemize eklidir.

Ama 2014 yılında açılmamış olan ceza davasına rağmen bu yargılama ile cezalandırma istenmektedir.

Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinin 2. fıkrası terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişinin cezalandırılması hakkındaki düzenleme nedeniyle Türkiye defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) mahkûm edildiği için "İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"la maddede değişiklik yapılmıştır. 

Nitekim 6459 Sayılı Kanunla 3713 Sayılı Kanun'un 7/2. maddesindeki değişiklik gerekçesinde “AİHM şiddete teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, ya da kişiler" silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin TMK'nın 7 maddesi 2. fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır" denilmiştir.

Bu sebeple yasaya "cebir şiddet ve ya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek ve ya övecek ya da bu yöntemleri başvurmayı teşvik edecek şekilde" ibaresi eklenerek suçun standartlarının AİHM kararlarına uygun hale getirildiği ifade edilmiştir.

TMK'nın 7/2. fıkrası ancak AİHM kararlarında anlaşıldığı şekliyle yorumlanabilecektir. Bu hem Anayasa'nın 90. maddesinin hem de yasa koyucunun değişiklik amacının zorunlu sonucudur.

Bir hükmün yorumlanmasında hükmün amacı ve konusu dikkate alınarak, olağan anlamı verilmelidir. Buna göre, TMK 7. maddenin 2. fıkrasında tarif edilen suçun işlenmesi için şu koşulların yerine gelmesi gerekir: i. Terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek bir ifade bulunmalı; ii. bu ifade propaganda şeklinde ifade edilmelidir.

O halde suçun maddi unsurunun gerçekleşmesi için salt terör örgütünün propagandası veya salt cebir, şiddet veya tehdidin ifadesi yeterli olmayacaktır. Kişi hem cebir, şiddet ve tehdit yöntemlerini meşru, gösterecek veya övecek hem de bunu propaganda yolu ile yapacaktır.

Hasan Cemal’in anılan kitaplarında ve yargılanan bu yazısına konu söyleşilerde terör örgütünün propagandası yapılmamıştır. Ayrıca ne bu kitapların yayınlandığı zaman ve ne de dava konusu yazının yayınlanmasından sonra cebir ve şiddet eylemlerinin hemen gerçekleşmesini sağlayacak açık ve yakın tehlike yaratacak bir ortamda da doğmamıştır. 

Gazeteci Hasan Cemal ve gazeteciler tarihe tanıklık ettiği için “çekilme günlükleri”ni kitap haline getirmiş olmakla ifade özgürlüğü hakkını kullanmıştır.  Dava konusu yazı da ifade özgürlüğünün/basın özgürlüğünün ve “barış süreci” olarak adlandırılan süreçte dağda yapılan bir röportajlardır.

Halkın gerçekleri öğrenme ve bilgi edinme hakkı sağlanmıştır. Yaşanmış gerçeklerin ortaya koyduğu gerçekler üzerine yazılmış yazılar, kitaplar ve söyleşiler hakkında ceza verilmesi halinde bu kararlar özgür ve demokratik tartışma ortamlarını ortadan kaldırır. Temel haklara aykırı böyle bir durumun yaratılmaması gerekir.

Davaya konu olan yazıda çözüm sürecindeki fikirlerdir, söz sahiplerinin, anı sahiplerinin, günlüklerde kaleme alınanların ve yaşananların anlatılmasıdır.

Yakın tarihimizde çözüm sürecine tanıklık eden gazeteci Hasan Cemal “olanları”  ve “yaşananları” birçok yazısında ve kitaplarında kaleme almıştır.

Dava konusu yazının içeriği şiddet yöntemlerine başvurmayı önermemekte, bir nefret veya şiddete yönlendirmede bulunmamaktadır. Türkiye’de yaşanan barış süreci ile ilgilidir. Yıllardır yaşanan “Kürt Sorunu” hakkında somut gerçeklere dayalı gözlemlerdir.

Yazı bu nedenle korunmalıdır, cezalandırılmamalıdır. İfade özgürlüğünün koruduğu 10. Maddenin ikinci paragrafında yer alan toprak bütünlüğünün, ulusal güvenliğin ve kamu düzeninin korunması veya suçun önlemesi amaçlarıyla bile olsa; devletler halkın haber alma ve toplumda neler olup bittiğini öğrenme hakkını sınırlandıramazlar. Bu hakka müdahale etmemelidirler.

İddianame ve cezalandırma talebi ifade özgürlüğüne/yayınlama özgürlüğüne yapılan haksız ve açık bir müdahaledir. Basın Kanunun 3. maddesinde ve AİHS’nin 10. maddesinde yazılı sınırlama ölçütlerine ve bu sınırlandırma ölçütlerinin meşru amaçlarına uygun değildir ve böyle bir müdahale demokratik bir toplumda gerekli de değildir. Çünkü 2014 yılında yayınlanan bir kitapta ve üç buçuk yıl önce yayınlanan bir yazıda yer alan görüşlerin yayınlanması gazetecilik anlamında kamuoyunun bilgi edinme ve gerçekleri öğrenme hakkının sağlanması için yayınlanması gereken anılara dayalı bir anımsatmadan ibarettir.

İddianın hukuki ve özellikle kanuni bir temelinin olması gerekir. Eğer ifade/basın/yayın özgürlüğüne müdahale, “hukukun/yasanın öngördüğü” biçimde değilse hak ihlal edilmiş demektir. AİHS’ne ve AİHM kararlarına göre böyle bir yasaklama kararı verilerek ifade/basın özgürlüğüne müdahalenin kanunla öngörülüp öngörülmediği ve hukukilik koşulunu karşılayıp karşılamadığı belirlenmelidir.

V- YAZIDA PROPAGANDA SUÇU İŞLENMEMİŞTİR

AİHS'de ve Anayasasının 13. maddesinde yer alan ve "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır.

Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına göre "Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler." (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24.9.2008).

Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır.

AİHM ve Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru kararlarına konu olan Handyside/Birleşik Krallık, Castells/İspanya, Jersild/Danimarka, Prager ve Oberschlick/Avusturya davalarında verilen kararlara göre; ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel esaslarından biridir.

AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrasındaki haller saklı kalmak kaydıyla, ifade özgürlüğü sadece hoşa giden veya zararsız veya önemsiz sayılan bilgileri ve fikirleri değil aynı zamanda Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya sarsıcı gelen düşünce sahiplerini de korumaktadır. Zira çoğulculuğun, hoşgörünün, açık görüşlülüğün gereği budur. Aksi takdirde toplum “demokratik bir toplum” değildir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Madde 10’da düzenlenen ifade/basın özgürlüğüne bir müdahale olmamalıdır. “İfade özgürlüğü Sözleşmenin 10. Maddesi’nin ikinci paragrafında belirtilen istisnai hallere tabi de olsa, bunlar dar bir çerçevede yorumlanmalı ve demokratik bir toplumda herhangi bir sınırlamanın “gerekliliği” ikna edici bir şekilde temellendirilmelidir (bkz. Observer ve Guardian v. Birleşik Krallık, 26 Kasım 1991, § 59, Seri A no. 216). İfade özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların kapsamı - ifade özgürlüğünün en yüksek öneme sahip olduğu - siyasi ifade veya tartışma alanında (bkz. Brasilier v. Fransa, no. 71343/01, § 41, 11 Nisan 2006) veya kamu yararının sözkonusu olduğu hallerde (bkz. Sürek v. Türkiye (no. 1) [GC], no. 26682/95, § 61, AİHM 1999-IV) yukarıda belirtilen hallerden bile daha dardır.

AİHM, sınırlamanın demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını, aynı zamanda müdahalede güdülen meşru amaçla, yani toplatma kararı verilmesinin başkalarının haklarının ve yargı işlevinin korunması amacına ulaşmak üzere kullanılan aracınölçülü” olması anlamına gelmektedir. “Demokratik bir toplumda gerekli olmayan”, diğer bir deyişle “ölçüsüz” sınırlamalar Sözleşmeye aykırı olur. Ölçülülük kavramından anlaşılması gereken Devletlerin Sözleşmeden kaynaklanan pozitif yükümlülüklerine bağlı olarak usuli güvencelere riayet edilip edilmediği hususudur.

AİHM İkinci Daire’nin 9 Aralık 2008 tarihli Demirel ve Ateş (no. 3) – Türkiye davası (başvuru no: 11976/03) kararının konusu Terörle Mücadele Kanunu ile ilgilidir.  Yedinci Gündem adlı derginin  Ocak 2002’de çıkan 31. sayısında “Öcalan’dan Akçam’a Yanıt” başlıklı bir makale yayımlamıştır. Bu makale, Taner Akçam’ın bir başka gazetede yayımlanan ve PKK’nın kurulmasıyla gelişmesini konu alan suçlamalarına Abdullah Öcalan’ın verdiği yanıtla ilgilidir. 28 Ocak 2002’de, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, başvuranları yasadışı bir örgütün açıklamalarını yayımlamak yoluyla 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 6/2 maddesine muhalefetle itham ederek dava açmıştır. 3 Haziran 2002’de, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi başvuranları suçlu bulmuştur. Mahkeme, söz konusu makalede, PKK’nın kurulmasının, gelişiminin ve eylemlerinin anlatıldığını ve Öcalan’ın Kürtçe eğitim kampanyasıyla ilgili ifadelerine atıfta bulunulduğunu tespit etmiştir. Yazının tamamı Öcalan adına yapılan bir açıklamayı içermekte olup başvuranlar gazetelerinde bu açıklamayı yayımlayarak suç işlendiği gerekçesiyle mahkumiyet kararı vermiş ve ayrıca 5680 sayılı kanunun ek 2/1 maddesi uyarınca, gazetenin yedi gün süreyle geçici olarak kapatılmasına hükmetmiştir. Kararın onanması üzerine AİHM’sine taşınan uyuşmazlıkta AİHM kararın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varmıştır.

AİHM, 10. madde ile ilgili kararlarında belirttiği temel ilkeleri hatırlatarak (bkz, Şener / Türkiye, no. 26680/95; Frezzos ve Roire / Fransa, no. 29183/95; Lingens / Avusturya, A Serisi no. 103 ve Erdoğdu / Türkiye, no. 25723/94). söz konusu davayı bu ilkeler ışığında incelemiştir.

AİHM, basının demokratik bir toplumda oynadığı rolü birçok kez vurgulamıştır. AİHM, diğer hususlar meyanında, basının milli güvenlik veya toprak bütünlüğü gibi devletin çıkarlarının korunmasını sağlamak için belirlenen bazı sınırları aşmamasının gerekli olmasına rağmen, sorumluluk ve yükümlülükleri dâhilinde, bölücü olanlar da dahil olmak üzere kamu çıkarını ilgilendiren bütün konular üzerine bilgi verme ve görüş bildirme görevi olduğunu belirtmektedir (Şener / Türkiye, yukarıda kaydedilen ve Sürek / Türkiye (no. 1), no. 26682/95). Basının bu tür bilgi ve fikirleri bildirme sorumluluğu olduğu gibi, halkın da bu bilgileri alma hakkı vardır (Bladet Tromsø ve Stensaas / Norveç, no. 21980/93).

AİHM, ayrıca, başkalarıyla yapılan röportajlara veya bu kişilerce yapılan açıklamalara olduğu gibi veya düzeltilerek yer veren haberlerin, basının “halkın gözcüsü” görevini yerine getirebilmesi için gerekli olan en önemli araçlardan birini oluşturduğunu hatırlatmaktadır. Bir gazetecinin, bir başka kişinin ifadelerinin yayılmasına yardım ettiği gerekçesiyle cezalandırılması, basının kamu yararına olan konuların tartışılmasına katkıda bulunmasını engelleyecektir; bu nedenle, çok güçlü sebepler olmadıkça böyle bir yola başvurulmamalıdır (Kulis / Polonya, no. 15601/02). AİHM, basınla ilgili davalarda, ulusal takdir marjının demokratik bir toplumda basın özgürlüğünün sağlanması ve korunması gereği ile sınırlanacağını hatırlatmaktadır (Dąbrowski / Polonya, no. 18235/02).

AİHM, sözkonusu davadakine benzer sorunlar içeren ve ikisi aynı başvuranlar tarafından açılan birçok davayı incelediğini ve bu davalarda AİHS’nin 10. maddesinin ihlalini saptadığını gözlemlemektedir (Sürek ve Özdemir / Türkiye, no. 23927/94; Özgür Gündem / Türkiye, no. 23144/93; Korkmaz / Türkiye (no. 1), no. 40987/98; Korkmaz / Türkiye (no. 3), no. 42590/98; Halis Doğan / Türkiye (no. 2), no. 71984/01; Karakoyun ve Turan / Türkiye, no. 18482/03; Demirel ve Ateş / Türkiye, no. 10037/03 ve Demirel ve Ateş / Türkiye (no. 2),). Sözkonusu davayı içtihadı ışığında inceleyen AİHM, Hükümet’in bu davada farklı bir sonuca varmasını sağlayacak herhangi bir kanıt veya iddia ortaya koymadığı kanaatindedir.

Bu davada, AİHM, sözkonusu makalenin, Öcalan’ın kısmen Akçam’ın bir başka gazetede yayımlanan açıklamalarına cevaben yaptığı açıklamalarla ilgili olduğunu ve PKK’nın kurulmasını ve gelişimini ele aldığını kaydeder. Yazıda, ayrıca, Öcalan’ın eğitimde ve kültürel etkinliklerde Kürtçenin kullanımına ilişkin görüşlerini ve 2002 yılıyla ilgili verdiği genel mesaj yer almaktadır. AİHM, yerel mahkemelerin, sözkonusu makalenin yasadışı bir örgüt adına yapılan bir açıklamayı içerdiği ve bu yazıyı gazetelerinde yayımlayarak başvuranların suç işlediği yönünde bir değerlendirme yaptıklarını gözlemlemektedir. Başvuranlar, ağır para cezasına çarptırılmış olup gazete yedi gün süreyle kapatılmıştır.

AİHM, sözkonusu makaleyi incelemiştir. AİHM, bu makalenin, 1985’ten beri devlete karşı silahlı direnişte bulunan yasadışı bir örgüt, bu örgütün arka planı ve solcu hareketlerdeki yeri ile ilgili tarihi bilgi verdiği ve bu örgütün ardındaki itici güç olan kişinin psikolojisine ışık tuttuğu için, taraflı da olsa, haber değerinde olduğu kanaatindedir. Yazıda Akçam aleyhinde ciddi iddialar bulunsa da, AİHM, sözkonusu yargılamada başvuranların iftira ile değil Terörle Mücadele Kanunu kapsamında itham edildiği gerekçesiyle bu hususun göz önünde bulundurulmayacağını kaydetmektedir. AİHM, ayrıca, hakaret içeren bölümlere rağmen, yazının tamamının şiddet, silahlı direniş veya ayaklanmaya teşvik ettiğinin söylenemeyeceği kanaatindedir (Gerger / Türkiye, no. 24919/94, a contrario, Halis Doğan / Türkiye, no. 75946/01 ve Gülcan Kaya / Türkiye, no. 6250/02) . Bu davada, sözkonusu yazı, belirli kişilere karşı derin ve nedensiz bir nefret uyandırarak şiddete sevk edebilecek nitelikte değildir (a contrario, Sürek / Türkiye (no. 1), no. 26682/95).

AİHM’ye göre, yerel mahkemeler, yukarıda değinilen hususların hiçbirini gözönünde bulundurmamış, bunun yerine makalenin Abdullah Öcalan’ın PKK ile ilgili olarak yaptığı açıklamaları içerdiği hususuna değinmişlerdir. 3713 sayılı Kanun’un 6/2 maddesi ile bu maddenin sözkonusu davaya uygulanması, AİHS hükümlerinin yerine getirilebilmesi için yeterli değildir; çünkü yasaklı bir örgüt üyesi tarafından verilen röportajlar ve yapılan açıklamalar, ifade özgürlüğünün uygulanmasına getirilen yasağı haklı çıkaramaz. Metinde kullanılan sözcükler ve kullanıldıkları bağlam yerine ihtilaf konusu metnin bir bütün olarak ele alındığında şiddete teşvik edip etmediğine dikkat etmek gerekir (Özgür Gündem, yukarıda kaydedilen). Bir yayın bu şekilde nitelendirilmiyorsa, Sözleşmeye Taraf Devletler, milli güvenlik veya toprak bütünlüğünü nedeniyle medya üzerine ceza kanunun ağırlığını koyarak halkın bilgi edinme hakkını kısıtlayamazlar.

Ulusal makamların takdir marjı ile birlikte dava koşullarının tamamını dikkate alan AİHM, başvuranların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunu gösteren gerekçelere dayanmadığı ve ceza kanunu uyarınca başvuranların mahkumiyetinin izlenen amaçla orantılı olmadığı sonucuna varmıştır. Buna göre, AİHS’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.

Anayasa ve AİHS ile ulusalüstü sözleşmelerin getirdiği temel insan hak ve özgürlüklerin korunması ile ilgili hukuk uygulanmak için vardır ve demokratik hukuk devleti keyfiliği reddeder.

25.06.2014 tarih ve 2013/409 Başvuru numaralı kararla Anayasa Mahkemesi başvurucu Abdullah ÖCALAN’IN basılmakta olan kitabı hakkında mahkemece el koyma kararı verilmesi ve bu karara yönelik itirazının reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurul’u basılmamış olmasına rağmen el konulan ve imha edilen Abdullah Öcalan kitabı hakkındaki bu çok önemli kararı, basın özgürlüğü ve medya yoluyla politik tartışmanın önemine işaret eden bir karardır.

Abdullah Öcalan’ın  “Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma)” isimli kitapla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kitabın Ağustos 2012 tarihli baskısının tamamında, PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı gerekçesiyle kitabın toplatılması ve el konulması talebinde bulunmuştur. Terörle Mücadele Kanunun 10. Madde ile Görevli İstanbul 2 No.lu Hâkimliği, 21.09.2012 tarih ve 2012/156 sayılı kararıyla talebi kabul etmiştir.

Mahkeme; söz konusu kitabın yazarının silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hükümlü Abdullah Öcalan olması, kitabın kapağında Irak, İran ve Türkiye topraklarında bir bölgenin ayrılarak içinin yazılarla belirginleştirilmesi ve kitabın 14 ayrı sayfasında silahlı terör örgütü PKK’nın propagandasının yapılmış olması gerekçeleriyle 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 25. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kitabın toplatılmasına karar vermiştir.

Basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından (25.06.2014 tarih ve 2013/409 Başvuru) Abdullah ÖCALAN’ın basılmakta olan kitabı hakkında mahkemece el koyma kararı verilmesi ve bu karara yönelik itirazının reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.(3)

“Herhangi bir kimsenin yalnızca kişiliğine bağlı olarak düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesi haklı kılınamayacağı gibi yasaklanmış bir örgütün bir mensubunun veya yöneticisinin görüş ve düşüncelerini açıklaması da tek başına düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesini haklı kılmaz. Zira böylesi bir değerlendirme, bazı kişi ve grupların Anayasa’nın 26. maddesinde teminat altına alınan haklardan yararlanmasına engel olacağından anayasal hakların kullanılması bakımından kabul edilemez”.

AYM,  basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve özellikle “görüş edinme/görüş sahibi olma” gibi konularda ulusalüstü sözleşmeleri yorumlaması ve kararlarındaki gerekçelerde doğrudan doğruya ister AİHS ister AİHM kararlarının kullanmasını da bir o kadar önemli görmüştür.

Anayasa Mahkemesi bu kararında “sınırlanabilir” birer hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği görüşündedir. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütlerin göz önüne alınmasını zorunluluk olarak görmektedir. Bu nedenle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında yapılması gerektiğinin altı bir kez daha çizilmektedir.

Bu temel hakka yapılan müdahalelerin haklı bir sebebe dayanması ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı ve ölçülülük ilkesi hakkındaki ölçütlerin uygulandığı Anayasa Mahkemesinin anılan bu kararı basın özgürlüğü hakkında doğru tespitlere sahiptir. Anayasa Mahkemesinin gerekçesi özellikle ifade özgürlüğünün asıl ve sınırlandırmanın istisna olduğunu kabul etmektedir. AİHS’nin 10. maddesi de yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Basın özgürlüğü korunur ve yayınlama özgürlüğü herkesin hakkıdır.

Anayasa Mahkemesi bu kararında “sınırlanabilir” birer hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği görüşündedir. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütlerin göz önüne alınmasını zorunluluk olarak görmektedir. Bu nedenle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında yapılması gerektiğinin altı bir kez daha çizilmektedir.


(1) Çağrının tam metni hem T24 ün haberinde yer aldı ve hem de internet ortamında birçok haber sitesinde yayınlandı ve halen erişime açıktır. Bkz. Bianet, “Öcalan’ın Açıklaması: ‘Silahlı Güçler Sınır dışına, Artık Siyaset Dönemi’,” Bianet, 21 Mart 2013, http://bianet.org/bianet/ siyaset/145269-silahli-gucler-sinirdisina-artik-siyaset-donemi,

(2) Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak Ve Yeni Bir Yol Bulmak Cuma Çiçek & Vahap Coşkun. 01 Nisan 2016 - Ankara

(3) Bireysel Başvuru Seçme Kararlar 2014. AYM Yayınları. Ankara 2015 sayfa 421 ve diğerleri. 


Çekilme Günlüğü - 1: Bu yıl bahar bitmek bilmemiş, yağmur altında dağa tırmanıyoruz!


 

Savcı 13 yıl istedi

 

İddianamede, Terörle Mücadele Kanunu'nun 7'nci maddesinin 2'nci fıkrası uyarınca 7,5 yıla kadar hapis cezası istenen Hasan Cemal için duruşma savcısı, Türk Ceza Kanunu'nun 43'üncü maddesi uyarınca da ek ceza talep etmiş. TCK'nın 43'üncü maddesi 'zincirleme suçlar'da cezanın 4'te 3 oranına kadar arttırılmasını öngördüğü için, Cemal hakkında talep edilen toplam hapis cezası 13 yıla ulaşmıştı. Hasan Cemal'in ayrıca TCK 53'üncü maddesi uyarınca, kamu haklarını kullanmaktan men edilmesi de istenmişti.
 


Hasan Cemal'e köşe yazısı için 1 yıl 3 ay hapis verildi, ceza ertelendi!


Kılıçdaroğlu'nun 'Diktatör bozuntusu' sözleri için Hasan Cemal'e ceza!


Özgür Gündem davasında Hasan Cemal'e 6 bin lira adli para cezası


 

'Kürtlerin Sezen Aksu'su'
ifadesi de 'terör propagandası sayıldı!

 

İddianamede Hasan Cemal’in Türkiye sınırlarından çıkmakta olan örgüt mensuplarıyla yaptığı görüşmeleri aktaran çok sayıda ifade, yayının üzerinden 45 ay geçtikten sonra “terör örgütü propogandası” sayıldı.  İddianamede “Delila… Kürtlerin Sezen Aksu’su” ifadesinin de “terör örgütünü övücü sözler” olduğu öne sürüldü. 

İddianamede, Hasan Cemal hakkında uygulanması talep edilen Terörle Mücadele Kanunun 7’nci maddesinin ikinci fıkrası şu hükmü taşıyor: 

“Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır.”

İddianamede uygulanması talep edilen TCK’nın 53’üncü maddesinin ilgili bölümü de şu hükümleri öngörüyor:

(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;

a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,

b) Seçme ve seçilme ehliyetinden (…) (2) ,

c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,

d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,

e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten, Yoksun bırakılır.

(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.

Hasan Cemal hakkında savcı Fahrettin Kemal Yerli’nin hazırlığı iddianame şöyle:

 

2 davada 26 ay 20 gün ceza aldı

 

Hasan Cemal, 11 Temmuz 2016'da yayımlanan "Fehman Hüseyin" başlıklı yazısında "terör örgütü propagandası yaptığı" iddiasıyla 1 yıl 3 ay hapis cezası almıştı. İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi, 14 Şubat'taki duruşmada hükmün açıklanmasını ertelemişti. Cemal, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun sözlerine yer verdiği 16 Ocak 2016  tarihli yazısında "Diktatör bozuntusu!" başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a hakaret ettiği iddiasıyla 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırılmış, Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesi, hükmün açıklanmasını ertelemişti. Hasan Cemal, son olarak Özgür Gündem'le dayanışma amacıyla nöbetçi yayın yönetmenliği yaptığı için geçtiğimiz günlerde hâkim karşısına çıkmış ve 'terör örgütünün mesajını yayımlama' iddiasıyla 6 bin lira adli para cezası almıştı.

 

 

İlgili Haberler