Gündem

Cem Uzan: Zekeriya Öz beni tehdit etti, ben de kaçtım

"Fethullah Gülen aleyhine Star Gazetesi’nden haberler yayınlanıyordu. Amerikalılar’la Fethullah Gülen işbirliği içine girdiler"

20 Ağustos 2014 12:34

İşadamı Cem Uzan, savcı Zekeriya Öz’ün 2009’da özel yetkili cumhuriyet savcısı olduğu dönemde kendisini tehdit ettiğini söyledi. Cem Uzan, Zekeriya Öz’ün kendisine, “Cem Bey, bakın sağlığınız yerinde, her şeyden önce özgürsünüz. Bu özgürlüğün kıymetini bilin” dediğini iddia etti. Uzan, “Gittim, tehdit edilince kaçmaya karar verdim” diye konuştu.

Sahibi olduğu İmar Bankası'nda devletten hesap saklamak üzere çifte kayıt sistemi kurduğu ve Çukurova Elektrik ile Kepez Elektrik'te usulsüz işlemler yaptığı saptanan, ardından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından tüm mallarına 2003-2004’te el konulduktan sonra Fransa’ya sığınan işadamı ve medya patronu Cem Uzan, Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk'e konuştu.

Saygı Öztürk’ün Sözcü gazetesinin bugünkü (20 Ağustos 2014) nüshasında yayımlanan “Zekeriya Öz tehdit etti, ben de kaçtım” başlıklı yazısı şöyle:

 

‘Zekeriya Öz tehdit etti, ben de kaçtım’

 

Hey gidi günler hey… Yıllar ne çabuk da gelip geçiyor. Bugün, Cem Uzan’ın Türkiye’den kaçışının yıldönümü. 20 Ağustos 2009’da Türkiye’den filmlere taş çıkartacak bir biçimde kaçmıştı. Cem Uzan’a “Nasıl kaçtınız?” diye sorduğumda gülüyor. Bu konuda konuşmak istemiyor. Uçakla mı, deniz yoluyla mı, karayoluyla mı ayrıldığını soruyorum, “Söyleyemem” karşılığını veriyor. Cem Uzan, 2003 yılından, 2009 yılına kadar adeta “Ev hapsinde”ydi. Kimseyle telefonda konuşmuyor, ev içinde “Ortam dinlemesine” karşı da tedbirli davranıyordu. Cem Uzan, servetine el konulmasına rağmen, Türkiye’den ayrılmayı hiç düşünmüyordu. Hukuki yönden mücadelesini sürdürdükçe başına yeni dertler açılıyordu.

 

Bir gecede hırsız kisvesi giydirildi

 

Cem Uzan’a, ailesine darbe vurulmadan önceki durumlarını soruyorum. Heyecan içinde anlatıyor: “Geriye döndüğümüzde, 2000 yılına, yani 2003 olaylarının öncesine gittiğimizde Uzan Ailesi, Türkiye’nin en varlıklı, en büyük grubuna sahip, en milli şirketlerinin sahibi olan bir aile… O yıl, Uzan şirketlerinin 46’ncı kuruluş şenliklerini yapıyorduk. 46 senelik bir gruptan bahsediyoruz. 2003 yılının Mayıs-Haziran aylarına geldiğimizde 40 bin kişi şirketlerimizden her ay maaş alıyor. Yani, en azından aileleriyle birlikte 200 bin kişi Uzan Ailesi’nden ekmek yiyor demektir. Hayır işleri, hiç kimse duymadan yapılıyordu. Yardımların asla reklamı yapılmazdı. Onbinlerce kişiyi çalıştıran, yüz binlerce kişiye yardım yapan Uzan Ailesi’ne bir gecede ‘Hırsız, sahtekar, çulsuz, dolandırıcı’ kisvesi giydirildi."

 

ABD ve cemaat işbirliği yaptı

 

“Bu nasıl oldu kim yaptı bunu?” sorusunu ise Uzan şöyle cevapladı: “Bunu yapanlar bugün çok net ortada. Bunu yapan, yaptırtan ABD şirketinin kullandığı sözde özel güvenlik şirketi çeteleri, bunların Türkiye’de kullandığı kimi kişilerdir. Fethullah Gülen’i de kullandılar. Fethullah Gülen’le ilgili bunu söylememin nedeni bugün gelinen noktadan dolayı değil. Fethullah Gülen aleyhine Star Gazetesi’nden haberler yayınlanıyordu. Amerikalılar’la Fethullah Gülen işbirliği içine girdiler. Kepez’e el konulması için hazırlığı yapanlar da Fethullahçı’ydı (Uzan, burada bir bakan ve bazı üst düzey yetkililerin isimlerini sıralıyor.) Cemaat üzerinden, ailenin servetinin yarısı yok ediliyor. Bir yazar (isim veriyor) kendi köşesinde ‘Ben gittim Başbakan Erdoğan’a, Kepez Elektriğe el koymaları için dil döktüm’ diyor. Erdoğan, yeni Başbakan. O günlerde devleti yeni tanıyor. Ne olduğunu ne olmadığını bilmiyor. ‘El koyun’ dediler koydu. Sonra bütünüyle bankaya hücum başlatılıyor. Ondan sonra da TELSİM ve diğer tüm şirketlere el konuluyor. TMSF, cemaat tarafından dizayn edildiği için 40 bin kişinin çalıştığı şirketler, 9 ayda Fethullahçılar’ın kontrolü altına geçiriliyor. Aşağı yukarı 12 ila 13 milyar dolar, Uzan Ailesi’nden çalındı.”

 

Bu kez de tanık olarak çağırdılar

 

O gün avukatlarıyla toplantı halindeydi (2009’da). Cem Uzan’ın cep telefonu çaldı. “Bilinmeyen” bir numara arıyordu. Cem Bey’in bu telefon numarasını sınırlı sayıda kişi biliyordu. Önce telefonu açmak istemedi. Bekledi. Telefon çalmaya devam ediyordu. Sonunda açtı, sinirli bir şekilde “Niçin bilinmeyen numaradan arıyorsunuz” diye çıkıştı. Karşısındaki kişi son derece sakindi. “Ben, Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nden polis memuru M.E’yim. 14 Şubat Salı günü öğleden sonra sayın C.Savcısı Zekeriya Öz, bir konuda tanık olarak ifadenize başvuracak. O saatte bulunmanız gerekiyor” dedi. Cem Uzan, “Tanık” olarak dinlenecekti. “Bir dakika bunları avukatıma söyleyin. Kendisine veriyorum” diyerek telefonu avukatı Şaylan Çığgın’a uzattı. Heyecanlanmıştı. Avukat, “Tamam, anlaşıldı. Tabii tabii o gün o saatte Cem Bey ile birlikte geleceğiz” dedi. Cem Bey, ne olduğunu, niçin çağrıldığını öğrenmek istiyordu. Avukatı, “Cem Bey, o kadar heyecanlanacak bir şey değil. Siz sanık değilsiniz, tanıksınız” dedi. Uzan’ı yatıştırmaya çalışıyordu. Cem Bey, bardağındaki sudan içti. Biraz rahatlar gibi oldu. Zekeriya Öz’ün tanık olarak ifadesine başvurması bile korku yaratmaya yetiyordu. Savcı Zekeriya Öz, değişik konularda Cem Uzan’a sorular sordu. Sorgunun sonuna gelindiğinde, “Cem Bey, bakın sağlığınız yerinde, her şeyden önce özgürsünüz. Bu özgürlüğün kıymetini bilin” dedi. İşte, o an alarm zilleri çaldı… 5.5 yıllık “Ev hapsi”nin sonuna gelinmiş ve yeni bir dönemin hazırlığı başlamıştı.

Uzan, şirketlerine el konulduğunu öfkeyle anlatıyor: “Almanlar, TELSİM’i 9 milyar dolara alabilmek için yazılı teklif verdiler. Satmadım. Ama, benim şirketimi TMSF, 4.5 milyar dolara davul-zurnayla sattı. El konulduğu TELSİM’den 2 yılda 2 milyar dolar, çimento ve diğer şirketlerden 1 milyar dolar çaldılar. ‘Çimento’ denilip geçiliyor ama Türkiye’nin çimentosunun yüzde 20’sini bu aile üretiyordu. Edirne’den Diyarbakır’a, Van’a, Kars’a, Samsun’a kadar nereye diyorsanız bu ailenin yatırımı vardı.”


2004 yılının Şubat ayı itibariyle her şeyini kaybetmişti. Artık Cem Uzan için “ev hapsi” dönemi başlamıştı. Telefonla konuşmuyor, elektronik posta iletisi gönderemiyor, yakın dostları hariç kimseyle görüşmüyordu. Evinin dışı polis kaynıyordu. Kaçmak istese bile buna imkan olmadığının farkındaydı. Ancak etrafındaki çemberin giderek daralmakta olduğunu da fark ediyordu. İçinde bulunduğu duruma şöyle isyan ediyordu:“Bir yerde çalışmam mümkün değil. Bir iş yapmam mümkün değil. Sokakta köfte satıp çocuklarıma bakma hakkına bile sahip değilim. Hep kaçak, saklı-gizli olmak zorundasın. Çocuğuna bakabilmek için bin lira gelir elde etme hakkın yok. Sıfırsın. Ne oluyorsun? Bitiyor, tamamen toplumun dışına, kanunsuzluğa itiliyorsun. Ne için evladıma bakabilmem için. Buna 5.5 yıl ancak dayanabildim.”

İlgili Haberler