Büyüyen çocuğa küçük gelen giysilerin ufak kardeşe verildiği, ayakkabılara yarım ya da tam pençe yapıldığı, evin babasının arada bir getirdiği yarım kilo tulumba tatlısıyla bayram edildiği, misafir için alınan kâğıtlı çikolatanın dolap üstlerine saklandığı, ay sonlarının zar zor getirildiği bir memur evinde yetişmiş olduğum için, kıyafete, pabuca çok para veremem. Bir şeye ihtiyacım varsa da yerli mağazaların ucuzluk dönemlerini beklerim. Ötesi bana israf gelir.
Geçen yıl, pantalon mu gömlek mi her neyse bir ihtiyacı gidermek için, vitrininde koca koca indirim ilanları olan sıradan bir dükkâna girdim. Bir de baktım Osman Kavala ile Ayşe de orda, Osman’a ceket bakıyorlar. Hadi benimki normal de, Osman gibi ülkenin en varlıklı ailelerinden birinde büyümüş, kim bilir kaç kuşaktan beri zengin bir arkadaşımız ne arıyor ucuzluk reyonunda, diye düşündüm. Uzun ve ince bedenine, fiyatı iyice düşmüş bir ceket deniyordu.
"Manken gibisin vallahi, sana giysi bulmak ne kolay" dedim. Osman kıvırcık sakalının altından mahcup mahcup gülümserken, Ayşe, "Yoo" dedi, "öyle düşünme, kolları o kadar uzun ki uygun ceket bulmak kolay olmuyor."
Biraz sohbet ettikten sonra ayrılırken; ne ilginç diye düşündüğümü hatırlıyorum, yoksul ailelerden gelen siyasetçilerin, memurların kollarına milyon dolarlık saatler takmak için çırpındığı, bazı belediyecilerin lüks mağazalardan eve terzi çağrılarak alınan ölçüler üzerine yüz binlerce liralık giysi ısmarladığı, Almanya’dan alınan zırhlı makam arabalarının uçaklarla dış gezilere götürüldüğü, yatlar, özel jetler dünyasında, ülkenin en zenginlerinden birisi, parasını demokrasiye, sosyal dayanışma faaliyetlerine, kültüre, insan haklarını koruma çabalarına harcıyor; akademisyen eşiyle birlikte hiçbir gösterişi olmayan sade bir hayat sürüyor. Bırakın maddiyatla gösteriş yapmayı, büyük özverilerde bulunduğu sosyal ve kültürel çalışmalarda bile kendisini geri planda tutmaya, o manevi tatmini sadece kendi içinde yaşamaya özen gösteriyor.
İşte olgunluk ve sağlam bir kökten gelmek bu, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bizde, Batı'daki gibi kökleşmiş bir aristokrasi yoktur. Osmanlı ailesi altı yüzyıl boyunca başka bir ailenin sivrilmesine izin vermemiştir. Bunun yerine Anadolu ve Rumeli’nin yürek ve beyin soylusu aileleri vardır; bunlar bir bakıma manevi aristokrasimizi oluştururlar. O çok güzel deyimimizle ‘’sonradan görme’’ değildirler. Osman Kavala da bunlardandır işte, ülkenin gurur duyması gereken manevi soylularından birisidir.
Biliyorsunuz; bu ülke özgüveni düşük ama egosu yüksek insanlarla doludur. Her gün, her yerde karşımıza çıkar bunlar. Osman Kavala ise tam tersine özgüveni yüksek ama egosunu neredeyse silmiş bir aydındır. (Tam bu noktada rahmetli Onat Kutlar’ımız geldi aklıma. O da böyle bir insandı, o da yürek ve beyin soylusu bir aileden geliyordu).
Şimdi Osman Kavala, ne olduğu bile anlaşılamayan suçlamalarla hapiste çile çekiyor. Ama dikkat ederseniz yaptığı açıklamalar yine sakin, yine olgun. Hiç yaygara yapmadan, kendisine acındırmaya çalışmadan, ülke sorunlarını kendi derdinin önünde tutan o hafif mahzun ve alabildiğine kibar tavrını bozmadan, vakur bir şekilde yatıyor hapiste.
Ne demişti Ahmed Arif: Biz ki ustasıyız vatan sevmenin.
Evet, Osmanlar bu ülkeyi candan seven, kültürünü, geleneklerini iliklerine kadar hisseden insanlardır, kimseye saygısızlık yapmamışlardır, tek amaçları demokrasisi daha gelişmiş, darbelerden, insan hakları ihlallerinden, ilkelliklerden kurtulmuş, dünya platformunda ‘’İşte benim ülkem!’’ diyerek gurur duyabileceğimiz bir Türkiye idealidir.
Onlara çile çektirilirken ülkeye de kötülük yapılıyor.
Yazıktır günahtır beyler, vebali büyüktür.