21 Kasım 2017

Tiyatroya gidememe katastrofisi

Ataşehir denen uydukent’e harcayacağınız paranın beşte biriyle Kenterler’i, ya da Muammer Karaca’yı adam etseydiniz

Ben bir tiyatro eleştirmeniyim, profesyonel olarak tiyatro üzerine yazıyorum bir süredir. Dolayısıyla, yazmak için, oyun izlemem gerekiyor. Çok yakın bir zamana kadar, bu bir problem değildi,  oyun izlemek için şehrin öbür ucuna gitmem gerekmiyordu yani.  Taksim’e yakın oturuyorum ve nedir efendim, Salah Birsellik yapmak gerekirse,  tarihsel olarak da tiyatrolar bu civarda konuşlandırmıştır kendilerini hep, çünkü, Pera…. Yeni açılan özel tiyatrolar da kendilerini doğal olarak Beyoğlu’nda konumlandırdı önce; Dot Mısır apartmanındaydı, sonra 2. Kat açıldı yine Beyoğlu’nda, kaldı ki Taksim sahnesi, Muammer Karaca ve AKM vardı. Bu son saydığım üçü çok yıpranmış ve bakıma muhtaç salonlardı, ama varlardı, merkezdeydiler… Kenterler işleyen bir salondu. Muhsin Ertuğrul’a giriş beton bir Vahabi çölünden geçmeyi gerektirmiyordu. Hayat güzel gibiydi.

Sonra bir şey oldu ve tiyatrolar merkezden uçtular. Şimdi tiyatro festivali var mesela, programa bakarsanız Ataşehir’den Bakırköy’e, Levent’ten Kadıköy’e jetgillerden özel araç kiralamak zorunda kalacağınızı görürsünüz. Neden? Çünkü merkezde sahne yok. Merkez, bir daha hatırlatalım, İstanbul’un eğlence ve kültür merkezi, yaklaşık Bizans’tan beri, Beyoğlu ve Taksim’dir efendim, oyun izlemek istiyorsanız bir zahmet buraya gelirsiniz/gelirdiniz. Ama uçsuz bucaksız ve planlamasız, bir göçebe kabile savaşının başına gelen son şey şeklinde sürekli manasızca genişleyen şehrimiz bize merkez duygusunu ve tiyatroya gitme isteğini kaybettirdi.  Çok güzel salonlar açıldı, Maslak’ta, Ataşehir’de. DasDas’da oyun izledim, gerçekten harika bir sahne ve tam bir İngiliz kafasıyla şahane bir restoran/bar da yapmışlar. Ve fakat, ben tiyatro izlemeye Ataşehir’e neden gideyim kardeşim, benim orada ne işim var bir, orada sahnenin ne işi var, iki… Peki Moda Sahnesi; cafesi lise kantini gibi takılmakla birlikte fena sahne değil ama özellikle de şehir hatları vapurları 21.30’da bittiğine göre, ben orada oyun izlemeye neden gideyim? Sonrasında dolmuşla vapur ışıklarından yoksun simsiyah bir boğazın üzerinden geçerek eve dönmek için mi? Ben oyun izlemek için Cevahir cehennemine girmek zorunda mıyım anlamıyorum, ya da Zorlu denen performans sanatları MacDonalds’ına? Hayır, 850. kast bir Broadway müzikaline 350 tl vermek ve havada uçuşan popcornlar eşliğinde bunu arka beşbininci sıradan izlemek de istemiyorum. Tiyatro festivali’nde de istemiyorum bunu. 

Ve ben bir süredir, sırf bu yüzden, tiyatro izleme yetimi kaybettim… Çünkü  Ataşehir İstanbul değil. Maslak İstanbul değil. Moda, İstanbul’un periferisi…AVM sahnelerini direkt yok sayıyorum zaten. Dot neden Kanyon’da mesela? Uniq neden bazı gökdelenlerle aynı coğrafyada var olmayı tercih ediyor?

Tabii ki her ilçenin bir sahnesi olsun; işte tam da bunun için ödenekli tiyatrolar, Devlet ve Şehir tiyatroları var, ve gerçekten her yerde sahneleri var. Özel tiyatrolara ne oluyor, kendilerini bu kadar merkezden uzaklaştırdıktan sonra feys’e “ay Taksim saç ektiren Arap doldu” yazmaya utanmıyorlar mı? Göktürk ne?

Ben bir tiyatro eleştirmeniyim ve insan gibi, sekiz vasıta değiştirmeden yeni oyunları izlemek istiyorum. Önemini duyduğum oyuna Fizan’a da giderim, o ayrı. Ama keşke, misal, Ataşehir denen uydukent’e harcayacağınız paranın beşte biriyle Kenterler’i, ya da Muammer Karaca’yı adam etseydiniz. Bu cephercilik kafasını aklımın alması, tiyatro bu cepherlerde takıldıkça da benim onunla ilişkimin devam edebilmesi mümkün görülmüyor. Merkeze dönünüz, cepherlere gitmek, özel tiyatronun işi değildir, onun için ödenekliler var. Cepherlere giderek yavaş yavaş kaçmak, kendini banliyö tiyatrosu yapmaktır her şeyden önce  ve merkezi 1850’den beri varolduğunu iddia eden glikoz şuruplu tatlıcılara kaptırmaktır... Buna hiçbirimizin hakkı yok ve bu sanatçı misyonunu üstlenmiş insanlara yakışmıyor.

 Paranızı Beyoğlu’na yatırın, Ataşehir ne, Maslak ne, İstanbullu değil misiniz ya da olmak mı istemiyorsunuz, nedir sorun? Anlayamıyorum, anlamak da istemiyorum…

Yazarın Diğer Yazıları

III. Richard: Bir kral olsam, zulmedip dursam

Ostermeier’in III. Richard’ı, dünyanın birbirinden çılgın adamlar tarafından yönetildiği/yönetileceği günümüz politik karanlığına çok güzel bir ayna tutuyor

Çık aklımdan korkunç Macbeth, çık diyorum sana!

“Spot ışığının altında bir rüya” göremedim ben. Bu “çağdaş” yorum yerine Shakespeare’in 17. yüzyıldaki orijinal sahnelemelerine süper sadık kalan, tahta kılıçlı, kadife kostümlü, tozlu ve sıkıcı bir Macbeth’i kesinlikle tercih ederdim

“Zarif ve kırılgan”: Fransa’dan bir oyun, bir sergi ve bir konser

Oğlu için adalet arayışında devlet kurumlarını karşısına alan Nadia’nın asil ve zarif kırılganlığı, Fauré’nin geç romantik şarkılarının tül gibi uçuşan notalarında ve sözlerindeki zarif kırılganlık ve Vial’in portrelerinde, kendimizden çok uzak ve büyük gördüğümüz Hollywood ünlülerinin yeni uyanmış sıradan insanlara yakınlaşan, seçilen kareler ve mizansenler itibarıyla yine çok zarif ve kırılgan portreleri…

"
"