05 Eylül 2015

O çocuğu ben öldürdüm!

Sormayı unuttum; sahi, sizin demokrasinizde bir adı var mıydı, balıklar gibi sahile vurmuş çocuk ölülerinin?

Ey çocuk!

Seni sıcak ocağından, evinden, yurdundan koparan kim?

Kim sürdü seni ıssız çöllerin tozlu tepelerine, şehirleri ayıran dikenli tellerin üzerine?

Kim bıraktı seni uçsuz bucaksız denizlerin kirli koynuna?

Söyle, annen, baban, kardeşlerin nerede, sen nasıl bir yerdesin?

Şimdi sen, sana bayramlarda şekerler yerine bombalar, silahlar gönderen komşu bir ülkenin sahilindesin.

Sana kamyonlar dolusu ölümler bağışlayan bir devletin, turist olmadığın halde, turistik bir beldesindesin.

Yüzmeyi bilmediğin halde çocuk, sanki yüzerek gelmiş gibi, yorulmuş, yüzüstü uzanmış, sanki uyuyor gibi bir haldesin.

Bakma döktükleri gözyaşlarına! Onların gözünde, sahile vurmuş balıklar kadar değerin yok senin!

 

* * *

 

Bir Ölü Deniz vardı kıyılarımızda, Bodrum’un biraz ötesimde, Fethiye’de. Boy boy posterleri süslerdi seyahat acentelerinizde. Reklamı olsun, bol bol turist çeksin diye. Şimdi bütün koylar ölü deniz! Şimdi, ölüler denizi bütün Akdeniz, Ege! Öyle bir deniz ki, martılar balıkları, jandarmalar ölü çocukları topluyor koylarında.

Haberin var mı Asya, Avrupa! Suriye’ye götürmek için çırpındığınız özgürlük çoktan ölmüş! Çocuk bedenleriyle vuruyor Bodrum kıyılarına ey Amerika!

Henüz çatlamadıysa eğer ar damarınız, bakın da görün denizin en dibine vuran demokrasinize! Belki bakıp de utanırsınız, kıyılarınıza sürüklenen ölülerin şişmiş cesetlerine. Belki utanırsınız, görüp de beş para etmez demokrasinizin nimetlerine.

Sormayı unuttum; sahi, sizin demokrasinizde bir adı var mıydı, balıklar gibi sahile vurmuş çocuk ölülerinin?

Bakın, özgürlük götürmek istediğiniz insanlar şimdilerde size koşuyorlar akın akın. İçine düştüğünüz şaşkınlık niye? Niye toplantı üstüne toplantı düzenliyor Avrupa Birliğiniz? Nedendir, dikenli tellere, beton duvarlara havale ettiğiniz bu telaş? Her gün, can havliyle demokrasinize koşan insanları, şimdi sürüler halinde gettolara tıkmakla meşgul hükümetleriniz. Niye öyle birden bire panikledi yere göre sığmayan uygarlığınız? Nerede kaldı Birleşmiş Milletler, Helsinki Sözleşmesi, UNICEF’le bezenmiş çağdaşlığınız?

Görüyorum ki, mütemadiyen dolar cinsinden devam ediyor silah pazarlıkları.

Halâ fazla mesaiyle çalışıyor ölüm üreten fabrikalarınız.

Silah satışlarınız, rekor üstüne rekorlar kırmakta, daha çok katlanarak büyüyor ihracatınız.

Bakın, nasıl da ellerini ovuşturarak izliyorlar uzaktan savaş haberlerini silah tüccarları.

Kasaları hala dolmadı mı petrol şirketlerinizin?

Kaç Kürt’ün daha kellesi kesilmeli sizce? Kaç Arap parçalara ayrılmalı bombalarınızla? Kaç Kıpti daha kafesler içinde diri diri yakılmalı? Kaç Êzidi kadının daha eti köle pazarlarında haraç mezat satılmalı?

 

Bir petrol kuyusu kaç ölüm eder sizce Fransa?

 

Sonradan öğrendik; meğer bir diyeti varmış Libya’ya götürdüğünüz özgürlüğünüzün sizin.

Kaddafi’nin kellesi için, Libya petrolünün %35 ine anlaşmış bile demokratik ve özgür Fransa!

Şimdi, bir süredir kabile savaşları sürüyor Libya’nın çöllerinde. Çok şükür, Ortaçağdan da geriye, taş devrine doğru süratle yol almakta insanlık.

Bir petrol kuyusu kaç ölüm eder sizce Fransa?

Ölü bir çocuğun bakışları, ne kadar prim kazandırır çalışanlarınıza?

Dolarlarınızın ateşini düşürebilir mi, ıssız bir denizde toplu ölümlere sürüklediğiniz insanlar?

Demokrasiniz, ne kadar da cömertmiş ölülere, ey özgür Amerika!

Umurunda mısınız, derme çatma teknelerle istif istif ölüme giden insanların siz?

Bırakın, hiç değil rahat uyusun ölüler. Demeçlerinizi süslemek için, yok yere harcamayın gözyaşlarınızı basın toplantılarınızda.

Gördüm ki, boy boy sıraya dizilmişti suretleriniz haber ajanslarında. Sitemler yağdırıyordunuz durmadan, bir zamanlar Suriye’yi birlikte fethe çıkmak için kol kola girdiğiniz Avrupalı ortaklarınıza.

Bilmem ki, bildirileriniz nasıl kurtaracak şimdi sizi?

Hangi tanrı bağışlayacak günahlarınızı?
Kimi kandıracak kınama demeçleriniz?

Daha dündü, bir anda nasıl da şaha kalkmıştı, Emevi Camii’nde namaz kılma iştahınız!

Ki o zamanlar, ayakkabı kutularına tomar tomar dolar tıkıştırmayı keşfetmekti en büyük icadınız!
Anlıyorum, öylesine cömert ki sizin tanrınız, elleriniz muktedir değildi saymaya banknotlarınızı. Bir türlü sıfırlayamıyordu kasalarınızı para sayma makineleriniz.

Her ne kadar, henüz icat edilmediyse de günahlarınızı sayacak makineler, çoktan kurulmuştur bile insanlığın vicdanında sırat köprüsü. Her ölen çocuk kadar müebbete mahkumdunuz!

Suçlusun okuryazar insan!

Yılda 25 kitap okuyan Asyalı, 10 kitap okuyan Avrupalı. Okuduğun kitaplarda yazmıyor mu, bir ülkeyi toplu bir kıyıma sürükleyen siyasetin adı?

Kuzey Kutbu’nda üşüyen foklar için ayağa kalkanlar, neredesiniz?

Yolunu kaybetmiş balinalar için projeler üreten büyük insanlık, sen de suçlusun!

Görüyorum ki, sokağa terk edilmiş hayvanlar için pek duyarlısın. Gece yarıları peş peşe tivitler atıyorsun bıkmadan, yorulmadan. Çok görmem! Kuşkusuz, en azından bir insan kadar değeri var sokağa terk edilmiş her köpeğin. İsterim ki, hiç değilse, bir köpek kadar değeri olsun nezdinizde, ölüme terk edilmiş bir çocuğun.

 

Bu yazıyı okuyan okur, sen de suçlusun!

 

Bu yazıyı okuyan okur, sen de suçlusun!

Biliyorum, soğumuş her bedeni gördüğünde tüylerin ürperiyor, senin de üşüyor kalbin.

Biliyorum, sorulan her yanıtsız soru karşısında gözlerin önüne düşüyor,  yaşadığın her an’a duyarlısın.
Lakin yetmiyor! Yetmiyor bütün bunlar. Duyarlı olduğun kadar, daha çok ses çıkarmadığın için suçlusun!

Bu yazının sahibi, şu satırları yazan ben!

En çok da ben suçluyum! Yazar olduğum halde, daha çok yazmadığım; daha çok yazsam bile, yazmaktan başka bir çare bulamadığım için suçluyum!

Yazmanın, her derde deva olmadığını bildiğim halde, yine de hala oturup yazdığım için suçluyum!

Suçluyum çocuk!

Senin için taa Amerikalardan, Almanyalardan, Fransalardan getirilen bu zehre karşı duramadığım için.

Suçluyum!

Ülkemin topraklarında boy veren bu zifiri karanlıkta benim çaresizliğim de var.
TIR’lar dolusu ölüm gönderilirken komşumun üzerine, zalimin boğazına sarılmadığım için suçluyum!

Yıllarca, benim tanıklığımda sürdü bu kıyım!

Benim fabrikalarımdan çıktı insanları soluksuz bırakan bu zehir.

Ayetler ve dualar eşliğinde, kara cüppesini giyinerek yağarken insanların üzerine ölüm, elimden bir şey gelmediği için suçluyum!

Onları, kendi yurtlarından sürgün eden o yangında benim de sorumluluğum var.

Benim yollarımdan geçti, çocukları lime lime eden silahlar.

Benim ülkemin işbirliği ile kuruldu, adına demokrasi denilen bu tuzak.

Ölüm karşısında çaresiz kalıp öfkemi, yalnızca sesime ve sözüme verdiğim için suçluyum!

Çünkü yaşlıları, kadınları, çocukları, ıssız bir çölde ölümle baş başa bırakan zulüm, benim muktedirimin eseri.

Benim vergilerimle üretildi çocukları parça parça eden bombalar.

Benim ülkemin marifeti, hemen yanı başımdaki bu cehennem, bu ateş, bu barut ve kan.

 

Benim sessizliğimde büyüdü bu hileli karanlık

 

İşte bu gözlerim var ya, bu benim gözlerim şahit oldu, koltuğumda rahat otururken, ölü balıklar misali kumsalda çocukları toplayışlarına insanların.

İşte bu yüzden yaralarını, yaralarıma gömerek çocukların, onlara soluk olamadığım için suçluyum!

Şimdi soruyorum, niye bir çocuğun körpecik bedenine zerk edilen bu acıya, göğsümü siper edemedim?

Kim soktu yüreğime, zalime karşı bu tepkisizliği!

Nasıl oldu da, böylesine acımasızca yağmalandı kentler?
Nereden aldı cesaretini yedi yaşında çocukları öldüren katiller?

Ben varken; insanken, üstelik soluk alıyorken, düşünüyorken, nasıl da kaybetti şirazesini böyle dünya? 

Niye daha çok sesimi çıkarmadım bunca zalimliğe!

Niye sokaklara düşüp avazım çıktığım kadar bağırmadım!

Niye önüme çıkan ilk canlı mahlûkatın yakasına yapışmadım!

Şimdi, fazla lafa hacet yok!

Suçluyum!

Seni, o kan denizinde yalnız bırakan benim, çocuk!
Ben durdum, bu zalimliğin kıyısında, elimden hiç bir şey gelmeksizin bunca zaman.

Suçluyum!

Çünkü benim sessizliğimde büyüdü bu hileli karanlık.

En çok da, belki benim çaresizliğim öldürdü çocukları. 

İşte bu yüzden suçluyum!

Üstelik hafifletici hiçbir sebep yok!

O çocuğu ben öldürdüm!

Yazarın Diğer Yazıları

Free Palastine!

Avrupa ve Amerika’nın beyaz adamı, bir kez daha sömürgeciliğin küllerinden canlanarak kanlı dişlerini Orta Doğu’nun yumuşak karnına geçiriyor

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

"
"