Antalya'da festival sona yaklaştı. Bu gece Film Forum'un ödülleri ve teknik ödüller sahiplerini bulacak. Yarın akşam ise, yarışmanın ana ödülleri açıklanacak. Sinemamızın son yıllarda çokça tartıştığı sorunsal, ana akım - sanat sineması arasındaki gerilim, bu yıl da gündemdeydi.
Bazı yönetmenlerimiz "sanat filmleri"nin seyirciyi salonlardan kaçırdığını ve festivallerde yalnızca sanat sineması örneklerine yer verilmesinin sinema sektörünün gelişmesine engel olduğunu savunurken, eleştirmenler tüm dünyada festivallerin işlevinin aynı olduğunu, sinema sanatında yenilikçi, deneysel ürünlerin ödüllendirildiğini söylüyorlar.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, aynı durumla karşılaşırsınız. "Ana akım"(mainstream) ya da bir başka deyişle ticari sinema ile sanat-deneme sineması farklı kulvarlardır. Yönetmenler, hatta yapımcılar bu kulvarlardan birini seçer ve orada ilerlerler. Kuşkusuz, iki kulvarda birden yürüyen ve başarı kazanan filmler vardır ama istisnai durumlardır bunlar. Örneğin, Coppola, Scorsese gibi yönetmenler... Kaç isim sayabilirsiniz ki bunu yapabilen. Yönetmen ve yapımcıların iki alanda da başarıyı yakalamak istemeleri doğal ama tercihlerini yapmaları ve beklentilerini sınırlamaları daha doğru olur gibi geliyor bana.
Bizim yönetmenlerimiz içinde, özellikle gençler arasında, bu yolu seçenler ve pazarda başarıya odaklananlar çoğunlukta. En belirgin göstergesi ise, 140 filme ulaşan yıllık üretim içinde ticari güldürülerin ve korku türündeki yapımların ağırlığı. Tabi, ortada bir noktayı hedefleyen yönetmenlerimiz de var. Bu tercihlerinin nedeni , seyirciden kopmamak, seviyeyi düşürmeden gişe başarısına ulaşmak. Bu yolu seçenleri, tümüyle haksız bulmuyorum. Çünkü sektörün gelişmesi, sanat sinemasının da önünü açar. Seyircinin eğilimlerini, düzeyini hesaba katmak, taviz gibi görünse de, sektörün seyircisiyle bağlarını güçlendirebilir.
Bu saptamayı yaptıktan sonra, seyircisi çok sınırlı sanat filmlerinin ödüllendirildiği festivalleri eleştiren arkadaşlara hak vermediğimi belirtmeliyim. Dünyanın her yanında festivallerin işlevi, yenilikçi, öncü yapıtları, deneysel çalışmaları öne çıkartmaktır. Kuşkusuz, Cannes gibi büyük festivallerde ana akım ürünlerle birlikte, en uçtaki sanat sineması ürünlerine yer verildiğini biliyoruz. Bizim festivallerimizde de, bu anlayışın örneklerine rastlıyoruz. Elbette, bu bir tercih meselesi ve festivaller kendi yollarını belirleyebilir; kiminin salt sanat sineması örneklerine odaklanması, kiminin daha orta yolu benimsemesi gibi... Keşke, bizim festivallerimizde de böyle bir çeşitlilik öne çıksa.
Bu yılki Antalya festivaline gelirsek, yarışma seçkisinin tatmin edici olduğunu, bir-iki film dışında seçkide neden yer aldığını sorguladığımız film yoktu. Ama, Ulusal Yarışma'daki 12 filmin önemli bir bölümü yarım başarı diyebileceğimiz bir çizgide duruyordu. 12 film arasında 3 filmin "Altın Portakal" için yarışabilecek düzeyde olduğunu söyleyebilirim kendi payıma: Yeşim Ustaoğlu'nun "Tereddüt"ü, Derviş Zaim'in "Rüya"sı ve Mehmet Can Mertoğlu'nun "Albüm"ü... Üçü de, farklı dünyalara yelken açan, farklı biçimsel arayışlar içinde olan ve bütünsel bir başarıyı yakalayan filmlerdi. Diğerlerinde ise, olumlu ögelerin yanında olmamış yanları olan filmlerdi.
Tereddüt
Yeşim Ustaoğlu'nun "Tereddüt"ü (ki, filmin yabancı dildeki adı "Claire Obscure/Aydınlık Karanlık"ın fimin özünü daha iyi yansıttığını düşünüyorum.), tüm ögeleri ile bütünselliğe ulaşmış, özü itibari ile önemli ve cesur bir film. Ustaoğlu'nun ustalık ürünü kanımca. Ülkemizde çok ciddi bir sorun olan, kadına yönelik şiddet olgusu ve sağlıksız ilişkiler üzerinde odaklanıyor. Kadın cinselliğini vurgulayan cesur ve çok iyi anlatılmış sekanslar içeren filmde başrolü üstlenen iki kadın oyuncu, Ecem Uzun ve Funda Eryiğit bu yıl kadın oyuncu dalında ödülü hak eden performanslar sergiliyorlar.
İki farklı toplum kesiminden iki kadının ortak yazgısını, toplumumuzda kadının ezilmişliğini, tatminsizliğini ve yalnızlığını anlatan "Tereddüt", insan ruhunun karanlık ve aydınlık yanlarını incelikli dokunuşlarla sergileyen bir film. Modern toplumun kadına biçtiği rolün, feodal toplum değerlerinin geçerli olduğu toplum kesimlerindeki ezilen, horlanan kadınlarınkinden farklı olmadığını anlatıyor Ustaoğlu. İki kesimde de, kadının duygularını önemsemeyen egoist erkeklerin egemenliği söz konusu. Kadınların özgürlüklerini seçmede tereddüt etmemeleri gerektiğini söyleyen Ustaoğlu, öyküsünü slogancı bir yaklaşıma taviz vermeksizin anlatırken, kadının dünyasını, dalgalı bir deniz gibi coşkun duygularını yansıtıyor. Ustaoğlu'na bu serüvende eşlik eden iki genç oyuncunun, Ecem Uzun ve Funda Eryiğit'in En İyi Kadın Oyuncu ödülünü ortaklaşa kucaklamaları sürpriz olmaz (Ecem, Reha Erdem'in filmindeki performansıyla Adana'da Umut Veren Oyuncu olarak ödüllendirilmişti)
Rüya
Kariyerinin başından bu yana özgün bir dil arayışını sürdüren Derviş Zaim, geleneksel sanatlarımızdan yola çıkan üçlemesinden sonra, doğa-insan ilişkisi üstüne odaklanmış ve bu tema üzerine de özgün işler ortaya koymuştu. Bu kez, çok zorlu bir işin altına girmiş. Bir yandan iki temayı buluştururken, öte yandan hiç denenmemiş bir biçem arayışına girişmiş.
"Rüya", günümüzün yozlaşmış toplumsal değerlerini eleştirirken, insanların rüyalarını, ideallerini korumak için verdikleri/veremedikleri çabaları konu alıyor. Bu filminde de geleneksel sanatlardan İslam mimarisini ele alıyor ve bu sanatın zirvesi olan Sinn ve cami mimarisi üzerine kuruyor öyküsünü. Kahramanı, günümüzde mimari bir büroda çalışan genç bir kadın mimar. İdealleri, özgün tercihleri var. Ama, içinde çalıştığı büronun patronu ve toplumda egemen olan anlayış ondan ""cami gibi cami" yapmasını istiyor. Genç mimar, dilediği gibi çağdaş bir yapı yapma özgürlüğüne sahip mi? Patronunun/düzenin talepleri karşısında yaratıcı özgürlüğünü koruyabilecek mi?
"Rüya", kader ve özgürlük ikilemi karşısındaki bireyin seçimleri üzerine odaklanıyor. Kadere teslim olmak yerine insanlığa bir ışık, bir umut verebilir miyiz? Unutulan/unutturulan idealleri yeniden uyandırabilir miyiz? Para kazanma hırsından başka değerler olduğunu hatırlatabilir miyiz? Özgürlüğümüzü elde etme, değişme şansımız var mı?
Zaim, günümüz insanının/toplumunun unuttuğu değerleri hatırlatmak için yola çıkıyor. Bir ayağı gelenekte, öteki ayağı gelecekte...Bunu yaparken, tüm dinlerde var olan bir "menkıbe"den, "Yedi Uyuyanlar" söylencesinden yola çıkıyor. Bir gün uyanıp, ideallerini gerçekleştirmek adına "rüyaya yatan" Yedi Uyuyanların öyküsünden...
Zaim'in İslami kesime selam gönderdiğini düşünenlerin yönetmene haksızlık yaptığını düşünüyorum. Doğaya saygısız, insani değerlerden uzak para babalarını ve erk sahiplerini kıyasıya eleştirirken, değerlerimizin her zaman bir koruyucusu olduğuna inanıyor Zaim. "Yedi Uyuyanlar"daki köpek "Kıtmir" ,İstanbul'un koruyucusu olarak karşımıza geliyor, bu çözümlemesi çaba gerektiren filmde.
Yönetmen, İslam mimarisinin temel özelliklerinden biri olan "tekrar ve varyasyon"u kullanarak, ana karakterinin yolculuğunu farklı kimlikler içinde sürdürmesini sağlıyor ve her birinin seçtiği farklı yolları gösteriyor. Bireyin kaderine teslim olmaması, geleceğini özgürce biçimlendirebilmesi için yapacağı seçimlerin önemine işaret ediyor.
Zam'in bu araştırmacı, titiz çalışması seyirciye ne kadar ulaşabilir sorusu elbette önümüzde duruyor, ama bir filmin ille de geniş kitleleri hedeflemesi beklenmemeli. Kahramanının yazgısını değiştirme çabası gibi, Zaim'in seyircinin ucuz beğenilerine teslim olmaması, onu sorgulamaya, düşündürmeye yöneltme çabası övgüye değer.
Filmde, çok fazla ögenin yan yana yığıldığı, filmin bu kadarını taşıyıp taşıyamayacağı sorusu bir yana, Zaim'in bu arayışını saygıyla karşılamamak olanaksız. Bireyin kaderini değiştirme, yeniden biçimlendirme olgusunu, "paralel evrenler" inşa ederek anlatma yolunu seçiyor yönetmen. "Inception"da olduğu gibi aynı zaman içinde değil, farklı zamanlarda, kah ileri, kah geri bir yolculuk yaparak...
Bakalım, Semih Kaplanoğlu başkanlığındaki Jüri bu arayışı nasıl değerlendirecek? (Adana'da Tayfun Pirselimoğlu başkanlığındaki Jüri, Gizem Erdem'e verdiği En İyi Kadın Oyuncu ödülü ile yetinmişti). Zaim'in, en azından En İyi Yönetmen ödülü ile döneceğini düşünüyorum Antalya'dan...
Albüm
Bu yıl Cannes'da "Eleştirmenler Haftası"nda beğeni ile izlediğim "Albüm", Altın Portakal'ı alabilecek düzeyde bulduğum bir başka film. Sinemamızda pek örneği olmayan bir "kara mizah" içeren film, toplumumuzdaki iki yüzlülüğü anlatan, tutucu değer yargılarını alaylı bir dille eleştiren özgün bir yapım. Başrolleri üstlenen Murat Kılıç ve Şebnem Bozoklu'nun performansına değinmemek olmaz.
Diğer filmlere de, ödülleri yorumlayacağımız bir başka yazıda değiniriz.