11 Mayıs 2024

Sirkte şirk!

Kim size milyonlarca çocuğun zihnini, kalbini, duygularını, ancak gelecekte olgunlaşabilecek inancını veya inançsızlığını, kişiliğini, ruhunu sorgulama, deşme, didikleme hakkını verdi?

Aşağıdaki soruyu cevaplayınız.

Hayır, cevaplayın.

Cevapla.

Ne bekliyorsun, haydi cevap.

Kendinizi dindarlık açısından nasıl hissediyorsunuz?

a) Dinle ilgim yok

b) Dindar değilim

c) Biraz dindarım

d) Dindarım

e) Çok dindarım

Cevap ver. Durma. İşaretle çabuk!

Bu soru ortaokul öğrenci anketinde verildi çocuklara.

Çocuklara…

Çocuklara…

Çocuklara!

Bir öğretmen, bir okul müdürü 17 yaşındaki eski öğrenci tarafından öldürülürken, başka çocuklardan da bu soruyu cevaplaması isteniyordu.

“Milli Eğitim” böyle bir şey!

Bir yeri kanıyor, bir yeri kanırtıyor.

f) maddesini ben ekleyeyim:

f) Size ne!

Gerçekten size ne! Kimsiniz siz ki insanların, hele hele çocukların inancını veya inançsızlığını sorgulamaya kalkıyorsunuz. “Sirkinizin şirki” bitmek bilmiyor; sözde inancınızın en büyük günahı olan “kul hakkı yemek”le kalmıyor, çoluk çocuk herkesi kulunuz görüp sorguluyorsunuz.

Değil mi, bir zamanlar “sorgu odaları”na muhalefet etmiştiniz, demokrasi, insan hakları, inanç hürriyeti filan adına.

Güdük demokrasi, bastırılmış insan hakları, hürriyete inançsızlıkla geçen yıllar ve oylardaki düşüş, gelecek korkusu artık çıldırma noktasına getirdi.

Kendi günahlarınızı çocukların üzerine yıkmak için onları kıskıvrak yakalamak istiyorsunuz. Rezil anket, sefil müfredat tadilatıyla da.

Anayasa’ya da nice kanuna da aykırı bir fişleme bu: Çocuğu da aileyi de fişlemek. Sorularla çocukları kuşatıp akıllarını, duygularını esir, ailelerini de endişeyle, korkuyla rehin almak.

Sadece o kadar değil: Henüz genç bile olmamış çocukları, bu tür “kimlikler” etrafında bir diğerinden ayırmak, ayırmaktan da öte, bölmek, bir diğerine kimlikler üzerinden tepkiye, öfkeye, nefrete, ayrımcılığa, çok muhtemeldir ki şiddete bile yöneltebilecek bir fişleme.

Çocuklar ya sinecek yahut aynı soruları birbirlerine sormayacaklar mı?

Eve geldiklerinde ailelerine sadece söylemekle kalmayacak, belki de onları sorgulamayacaklar mı?

Geleceklerini çaldıkları çocukların, gençlerin duygularını, akıllarını da gasp etmek istiyorlar; bir önceki yazının ana fikriyle de:

Ülkenin maddiyatını bir menfaat ağının temerküzüne alıp çocuklara ve ailelere “maneviyat” pazarlıyorlar.

Maneviyatları da esasında şu: Yalan, talan, hak ve özgürlük yağması, kin, nefret, öfke, kibir, yoksullaşma, geleceksizleştirme, muhtaç bırakmak, sadaka düzeni, ikiyüzlülük, dayatma.

Milyonlarca insanın cebinden, sofrasından ve kamusal hakkından; bazen dövizle, sürüp giden enflasyonla, faizle, vergiyle, eriyen ücret ve maaşlarla, şişkin kamu ihaleleriyle, yüksek yönetim kurulu vb. maaşlarıyla “çalan” bir düzen inşa ettiler.

Yoksulluk mühendisleri hiç utanmadan bir de dönüp çoluk çocuk sorguluyorlar; “ne kadar dindarsın?”

Sana ne?

Şıklara göre ne yapacaksınız çocuklara?

Tasnif mi edeceksiniz? Taltif mi? Sıraya mı dizeceksiniz, sigaya mı çekeceksiniz? Ayıracak mısınız, ayıklayacak mısınız? Nasihat mı vereceksiniz, “dindar olmayanın hakkı” tekdir mi diyeceksiniz? Daha ötesine mi geçeceksiniz?

Kim verdi size bu hakkı? Kim milyonlarca çocuğun zihnini, kalbini, duygularını, ancak gelecekte olgunlaşabilecek inancını veya inançsızlığını, kişiliğini, ruhunu sorgulama, deşme, didikleme hakkını verdi?

Eğitim bütçesi tükenmiş, okullar neredeyse çürümüş, çocukların önemli kısmı işsiz ya da “her işe razı” bir dünyanın paryalığına sürükleniyor ama soruyorsun “Ne kadar dindarsın bakiim!”

Gerçekten sana ne! Size ne!

Siz kendinize sorun, günahlarınızla, yediğiniz haklarla yüzleşin.

Çok dindarsınız ya, “hesap vermek” ne demektir, nerededir?

a) Bu dünyada

b) Seçimlerde

c) Yargıda

d) Ahirette

Bildiniz işte!

İnsanları kul köle kılmak istediğiniz, geçim cambazı yaptığınız sirkinizde “şirkiniz” de bitmiyor!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yaş 13'tü, 22 yıl sonra yine 13!

Tecavüze uğrayanı tecavüzcüyle evlendirmeyi içinden geçirmekle kalmayıp dışına da şey eden erkek yargı mensupları! 13 yaşındaki kız rızasıyla, babası, dedesi yaşında 26 adamla… diye karar veren mahkeme üyeleri. Mahkeme kararını normal bulan, onaylayan, N.Ç.'ye hançer saplayan yüksek yargı

Yeter mi? Yetmez!

Kobani "suç" ise Süleyman Şah ne der, "şehit astsubay" ne düşünür, peşmergelerin Türkiye topraklarından yolculuğu tarihten silinmiş midir?

Vicdan enternasyonali!

Orleck ve gibiler bize şunu da anlatıyor: Tamam kimlikler var ve doğuştan insanı kavrıyor, kuşatıyor, kişiliğinin temellerini de oluşturuyor ama, istisnai kimi durum dışında… Öyle herkesi içine alan bir "kimlik kişiliği" yok. "Bütün Yahudiler, bütün İsrailliler" yok. "Bütün Araplar" yok. "Bütün Amerikalılar" yok."Bütün Türkler" yok. İyiler ve kötüler var kabaca