22 Ocak 2016

Bazen gitmek istersin...

Çok sıkılmıştım, çok bunalmıştım. Bir tren yolculuğu, yaşlı lokomotifler ve doğa iyi geldi. Sizi de ortak etmek istedim...

Nereye bakarsam bakayım, üzerime kötülükler yağıyor. Bunaldım, ruhum daraldı. Kaçtım. "Nereye kadar" derseniz, havanın elverdiği kadar…

Bahardan kalma bir gün. Hava serin, ama güneş parıldıyor, gökyüzü masmavi. Basmane tren garında aldım soluğu. Yakın bir yere gitmek, toprağa basmak, oksijen almak, ruhumu havalandırmak istiyorum.

Beş lira veriyorsunuz, tren sizi Selçuk'a kadar götürüyor. Dağlar yeni yıkanmış, renkler parıldıyor, yeşil yeşil gibi, mavi mavi gibi. Doğanın göbeğinde akıp gidiyor, bir saatin nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz…

Selçuk meydanında, hani o tarihi su kemerlerinin altında çay keyfi yapmanın tadına doyulmuyor. Ama ne zaman gitsem koca meydana yayılmış masalarda bir tek kadın yok. Erkekler kahvesine dönüşmüş güzelim yer. Kimi dama, kağıt oynuyor, kimi sohbet ediyor. Kadınlar genelde hemen yan taraftaki havuzun etrafına sığınıyor. Leylekler gideli çok olmuş. Yuvaları bomboş. Onların yerini kargalar doldurmuş. Öyle çoklar ki bazen gökyüzünü siyaha boyuyorlar…

Bir çay daha içtim. Çarşıya doğru yürüdüm. Fotoğraf çektim. Daha çok kargaları. Gün kararmadan, nostaljik bir yere doğru yollandım: Avrupa'nın en büyük buharlı lokomotif müzesine...

Çamlık Buharlı Lokomotifler Müzesi'ni gördünüz mü? Mutlaka görmelisiniz. Selçuk'a on kilometre uzaklıkta eski adıyla Aziziye, şimdiki adıyla Çamlık'ta geniş alana yayılmış açık hava müzesinde, belki de yıllarca önce sizi bir yerlere taşımış lokomotiflerin "huzurevinde" kısa süre de olsa huzuru bulabilirsiniz…

Yıllar önce bakımsız bir bölgeyken, şimdilerde piknik yerine dönüşmüş gibi. Asırlık lokomotifler  görkemli çamların, rengarenk çiçeklerin arasında  konuklarını bekliyor.

Alanda, 1887 ile 1952 yılları arasında çeşitli tarihlerde üretilmiş Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan, İsveç ve Çekoslovak yapımı 36 buharlı lokomotif sergileniyor. Bunların arasında dünyada sadece iki tane bulunan ve odunla çalışan İngiliz yapımı bir lokomotif de yer alıyor. Tarihe tanıklık etmiş bu lokomotiflerin yanı sıra vinçler, motorin taşıma tankları, su cenderesi ve pompaları, açık ve kapalı yolcu taşıma vagonu, tamir atölyesi, 1850 yılından kalma bir tuvalet, Atatürk’ün seyahat ettiği tren vagonu ve Hitler’in kullandığı 1943 yapımı 85 ton ağırlığındaki bir Alman lokomotifi de yer alıyor.

Diyarbakır'dan, Gaziantep'ten üç gün üç gece boyunca bizi çekip İzmir'e getiren o "cefakarlar" arasında dolanırken ister istemez eski öykülere dalıp gidiyor insan. Yollarda yenilecek, kuru köfteler, börekler, termoslarda çaylar yükümüzün büyük kısmını oluştururdu. Biz çocukların en keyif aldığı, pencerelerden sarkarak lokomotifin dumanlarına boğulmaktı. Bir de ellerimizi ağaçlara değdirme yarışı yapardık. "Gazete gazete" diye bağıran çocuklara gazete, dergi atardık. Kompartımanda tanımadığımız, amcalar, teyzeler de olurdu, sıkılırdık. Koridorda turlayarak geçirirdik bitmez tükenmez saatleri…

Gelişlerimizin birinde, tren Menemen'de durduğunda bizim kompartımanda seyahat eden yaşlıca öğretmen Kubilay olayını anlatmıştı. İlk kez ondan duymuştum. Sonra da bir şarkı söylemişti. Aradan neredeyse yarım yüzyıl geçmiş hala unutmamışım: "Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu, hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu…" Hala çok severim bu şarkıyı…

Karşıyaka'ya yaklaşıp da deniz de görünmeye başladığında herkes pencerelere üşüşürdü. Lokomotiften tüm körfeze yayılan tren düdüğü, geldiğimizi haber verirdi. Basmane'de iki grup kalabalık bizi bekliyor olurdu. Anne tarafı ve baba tarafı akrabaları. Dedeler, nineler, teyzeler, dayılar, halalar… Kolay değil, kim bilir kaç yılda bir görüşülebiliyordu. Sarılmalar, sevinç gözyaşları ve sıra hangi tara gidileceği tartışması. Annem babama, "Bu sefer de bizim tarafa gidelim" derdi. Babam, "Ya şimdi bizimkileri kızdırmayalım" diye karşı çıkardı. Babaannemin evine doğru yola çıkardık. Annemim yüzü bin parça olurdu. Ben de kardeşlerim de nedense anne tarafına gitmeyi daha çok isterdik…

Lokomotifler arasında gezinirken, başınızı ağrıttım biliyorum. Fotoğraf çekerken içimden bunlar aktı geçti. Çok güzel bir kafeteryası var müzenin. Çocuklar için oyun alanı da düşünülmüş. Yöreden hafta sonları kahvaltıya geliyorlarmış. Ayrıca yabancı turistlerin de ilgisi büyükmüş. Her yıl ağırlanan turist sayısı 15o bini aşmış.

Yöreye çam ağaçlarının çokluğu nedeniyle Çamlık denilmiş, ama her gelişimde ağaçların giderek azaldığını görmek içimi sızlatıyor. Müzenin hemen yakınındaki artık iyice azalan çam ağaçlarının arasında oradan oraya gezen sincaplar da uğramaz olmuşlar.

Hava kararmak üzere, trenin gelme saati yaklaşıyor. Lokomotifliler mazide kaldı. Yeniler hem çok hızlı, hem çok konforlu hem de is, duman yok. Peki o "kara trenlerin" zevkini neden duyumsayamıyorum…

Çok sıkılmıştım, çok bunalmıştım. Bir tren yolculuğu, yaşlı lokomotifler ve doğa iyi geldi. Sizi de ortak etmek istedim...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar