19 Ocak 2024

Yerel seçimlere yaklaşırken; yine mi kaybedeceksiniz hocam?

Yazar-çizer-okur takımında herkes birbirine “İstanbul’u kaybediyorlar değil mi?” sorusunu yöneltiyor da partiler kendi içlerinde bu soruyu dillendiriyor mu, bu ihtimale de fazlasıyla önem atfederek bir çalışma düzenliyor mu, henüz göremedik…

Henüz daha Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde yaşananları, göz ardı edilen uyarıları, finale yaklaşırken ne yapacağı baştan belli masa bileşenlerini ve sonucunda cereyan eden hezimeti muhalefetten beklentisi olanlar olarak tam da atlattık denemez.
Daha doğrusu geride bırakılan 21 yılın sonunda, 28 Mayıs gecesi, muhalefetten ‘hâlâ’ bir beklentisi olanları da ikiye ayırdı desek daha doğru olacak: Muhalefetten topyekûn her türlü beklentiyi kesenler, sırt dönenler ve her ne olursa olsun muhalefetten beklentisini, umudunu asla yitirmeyenler.

Yani muhalefetin bugüne kadar aldığı ve cepte gördüğü ‘o seçmen kitlesi’ de artık ciddi bir erozyona uğramış gibi görünüyor. 31 Mart yerel seçimlerine muhalefet bu ikiye ayrılmış kitleyle girecek. Yani bu seçim ‘onlar’ açısından belki de şimdiye kadarki en zor seçim olacak.

‘Kazanılmış’ önemli kaleler bir bir kaybedilebilir…
Çünkü muhalefetten topyekûn vazgeçenlerin büyük bir kısmı sandığa gitmeme noktasında.
Son yıllarda mahalle baskısıyla sandığa giden ve oy veren yılgın bir muhalif kitleden söz ediyoruz ve yılların yorduğu bu kitle her manada inanç kaybı yaşamakta.

CHP özelinde genel başkan değişiminin de bu durumu ortadan kaldıramadığını görebiliyoruz. Özgür Özel’in de ‘aranan kan bulundu’ hissi yaratamadığı, seçimleri kazandıktan sonra Ekrem İmamoğlu’na koltuğu devretme ihtimaline ilişkin algının da bir etki yaratamadığı görüşündeyim.

İzmir misal; az önce ikiye ayırdığımız muhalif seçmenin ‘ne olursa olsun oy verecek ve tarafını asla değiştirmeyecek’ olduğu gerekçesiyle CHP’nin daha emin ve rahat olmasını anlayabilmekle beraber, Ankara seçmeninin başkanından memnun görünmesini de ‘cepte’ kabul ettiklerini anlıyoruz. Ve fakat maalesef İstanbul’un kaybedilmesi ihtimalinin de masada olduğu bir seçime adım adım yaklaşıyoruz.

İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” mitini, geride bıraktığımız yıllarda çürüttük bence. Ama İstanbul siyasi partiler adına bir akciğer etkisi görür; imkânları, getirileri, toplam ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini barındıran nüfusu ve ekonomik gücü, sembolizmi tartışılmaz ve partilerce kazanılması en kritik hedef kabul edilen bir değer… Bu sebeple de İstanbul üzerinden ‘savaş’ çok haşin sürer, sürmekte.

Sadece vaatler, adayların güçlü pozisyonları, seçim çalışmaları değil, aynı zamanda centilmenliğe sığmayacak hamleleri de beraberinde getirir, hep getirdi.
Muhalefet buna yönelik ‘ifşalamak’ yönteminde ısrarcı, ‘her ne olursa olsun oyum sizin’ diyen kitleyi dışında tutarsak, halkta bir karşılığı oluyor mu bu ifşaların tartışmalı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra “iyi ki bunlar kazanamamış, yoksa bu süreçte tüm ülke batardı” algısının en kararlı muhaliflerce dahi -sadece masalarda kalsa da- dillendirildiği bir ortamdan söz ediyoruz.

Dünün “Cumhurbaşkanı adayı olursa oyum onun” denen Ekrem İmamoğlu’nun üzerinde bugün baktığımızda onlarca soru balonu belirdiğini de görüyoruz.
Tüm muhalif partilerin -biri gizli tutularak- aynı masada başaramadıkları şeyi, şimdi farklı aktörlerle de olsa kurulacak iş birlikleriyle, seçime beraber girme ihtimalleriyle de tutturamayacaklarını biliyoruz artık.

Açlık konuşalım, vatandaşın mevcut siyasetçilere, partilere ve yöntemlerine inanmadığı, güvenmediği, hatta herkesin ‘rant peşinde’ olduğu algısının tüm kesimlere hâkim olduğu bir süreçte yerel seçimlere giden yol kapkaranlık görünüyor.
Kemikleşmiş kitleleri-tabanları dışında partilere gelecek oy miktarı muazzam bir belirsizlik içinde.
Yazar-çizer-okur takımında herkes birbirine “İstanbul’u kaybediyorlar değil mi?” sorusunu yöneltiyor da partiler kendi içlerinde bu soruyu dillendiriyor mu, bu ihtimale de fazlasıyla önem atfederek bir çalışma düzenliyor mu, henüz göremedik.

Türkiye’nin hâli ortadayken, ülkenin azımsanamayacak bir bölümünün kendisini kuşatılmış hissetmesine rağmen, bu duruma ’düşülmesinde’ muhalefetin de 21 yıllık başarısızlığıyla büyük rol oynadığı kanaati baskın.

Muhalefetin oynadığı bu rolün yüzümüze vurduğu tokadın zonklamasının hissi dahi geçmemişken, nasıl bir strateji izlenerek kaybedilenler kazanılacak veya kazanılmışlar elden kaçırılmayacak, çok merak uyandırıyor doğrusu.

Tanınmış adaylar, malum ünlüler, mağdur yakınlarının adaylığı denenmişti ve tek başına başarılı olmadığı da görülmüştü. Ama bakıyorum tutmamış taktiklerle aynen yola devam edildiğinden başka bir şey göremiyorum.

Öyle bir aynılık hali ki yaşadığımız, düşünün hâlâ muhalefet Kürt partisi üzerinden tehdit ediliyor!
Geçtiğimiz süreçlerde adı defalarca değiştirilen parti, yıllardır tehdit sembolü kategorisinden çıkarılmadı.
Sesler, tonlamalar, sözler, aktörler, işleyiş biçimleri, vaatler dahi aynı, ama beklenen, sonucun değişik olacağı mı?
Aklı olanın, toplama çıkarma yapabilen düzeydeki bir zihnin anlayamayacağı bir matematik hesabı yapıyorlar olsa gerek!

İşin özü Türkiye yine bir seçim dönemecinde. Taraf değiştirenler, seçim sonrası buharlaşıp ortadan kaybolanlar dışında her şey aynı. Hele taktikler, kullanılan enstrümanlar filan tamamen aynı…
Ama zaman yine azaldı, mart kapıda!
Bu süreçte sandığa küsenler nasıl döndürülecek belirsiz.
Partilerden tamamen kopan seçmenle nasıl geri kazanılacak, belirsiz.
Hezimet hissinden yılmış seçmene ‘son bir şans’ daha vermesi için ne sunulacak, belirsiz.

Velhasıl muhalefet kendisini ve tüm siyasetini ‘Allah’a emanet ederek’ hazırlanıyor yerel seçimlere herhalde desek, itiraz edeniniz çıkar mı, bilemiyorum.
Biz yine de umudumuzu ayakta mı tutalım diyorsunuz?
Peki hangi dala tutunarak? Diye de sormak, sorgulamak lazım.
Bunu seçmenden çok, yazan çizenden çok partilerin kendi içlerinde sorgulaması gerektiği de aşikâr.
Peki soran var mı? Özeleştiri yapan var mı? Henüz bize yansıyan bu yönde bir gösterge de yok.

O halde ne diyelim; ülkece bir önemli seçimi daha aynı şekilde, aynı metotlarla, aynı yoldan giderek ama bu defa başarılı olma ihtimalini de umarak beklemeye devam mı edelim?

Yoksa bizler -gazeteci milletinden söz ediyorum- de her seçimde olduğu gibi kazanma olasılığı yüksek sandığımız adayların kazanacakları sanrısına onları da inandıracak yazılar ve yorumlar yaparak, gerçeklikten kopuk ‘destek vermeler’le devam mı edelim, ki edenler var!
Bir kez daha haklı çıkmama dileğini koyalım şişeye, yoksa ummana dökeriz derdimizi yine…

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gelin biraz da katrilyonlarca borç bırakan ‘kayyım rezaleti’ni konuşalım!

Kayyım atanan belediyeler adeta yağmalanmış, deniyor ya, hiç de boşa denmiyor o laf. Buyurun DEM Parti belediyelerine bırakılmış borç listesini alt alta koyalım. Eski para üzerinden tablodaki milyarları ‘katrilyon’, milyonları ‘trilyon’, binleri ‘milyar’ olarak da okuyun lütfen! Ülkeye, toprağa, insana, kaynağa yapılan ihaneti bir arada serelim ortaya. Öyle bir bir arada olabilelim ki, kimsenin bir daha ‘kayyım’dan söz dahi etmeye cesareti olmasın…

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…