06 Şubat 2024

Hey gazeteci milleti; sizi yargılandığı davada Rojin Akın'ın yanında durmaya davet ediyorum!

Kanal D'sinden Show TV' sine, Anadolu Ajansı'na kadar tüm 'ana akım' oradaydı o dönem. Hepsini 'gazetecilik çerçevesinde' anlıyoruz ama iş Rojin'e gelince duruyoruz! Çünkü Rojin sadece Kürt de değil… Rojin muhalif bir Kürt, yani iki kere şüpheli konumda! 

Rojin Akın

Türkiye'de gazetecilik çok kaygan bir zeminde yapılıyor, hep öyleydi tabii ama şimdilerde gazetecilere ceza yağdırma ve gazetecileri cezaevine 'tıkma' konusunda adeta bir yarış var.

Rojin Akın, gazeteci milletinin gayet yakından tanıdığı bir isimdir. Kürt bir gazetecidir. Sürecin çalışamaz kıldığı da bir gazetecidir.

Çok kıymetli, birçok insanın Kürt meselesine yeniden ve daha sağlıklı bakmasını sağlayan 'Bildiğin Gibi Değil, 90'larda Güneydoğu'da Çocuk Olmak' kitabının da yazarıdır aynı zamanda. Kitap Metis yayınlarından çıkmış ve uzun süre çok satanlar listesinin başında yer almıştı.

Kendi çocukluğu da bölgede geçmiş ama asla kendi yaşanmışlıklarını öne sürmeyen, dile dökmeyen de biridir. Nereden mi biliyorum, çünkü ben de onun çocukluğunu kaleme almak istemiştim ama bunun bir 'kişisel şöhret yaratımından' başka bir şey olmayacağını düşündüğü için gayet net ve açık kesip atmıştı.

Neden yazdım şimdi bu detayı buraya, çünkü bizim mahallelerde zor bulursunuz ünlü olmak istemeyeni de ondan!

Rojin 2015'te ikinci kitabını yazmak üzere Kobane'ye gitti. IŞİD'in eline esir düşmüş ve kurtulmuş Ezidi kadınların yaşadıklarını anlatacağı bir kitap çalışması olacaktı bu. Özellikle belirtmek isterim ki… 2015'te YPG henüz Türkiye'de 'terör örgütü' kapsamında değildi. Terör bir yana bir sempati rüzgârı vardı dünyada YPG'ye karşı o günlerde. YPG'nin de bağlı olduğu PYD'nin lideri Salih Müslim Türkiye'ye sık gidip geliyor ve devlet erkanıyla görüşmeler yapıyordu. Hatta dün gibi aklımda; AK Parti'ye "Salih Müslim'i kırmızı halıyla karşıladınız" eleştirilerini de en çok CHP dile getirmişti.

Sonuçta Suriye'de izlenecek politika birçok alanda olduğu gibi aniden değişti ve ortada kalan yine işini yapan gazeteciler oldu. Hele hele Kürt coğrafyasında 'iş yapanlar' için risk daha da büyük hale geldi, Türkler yine de nisppeten 'daha az hasarla' paçayı kurtarabildi. Nereden mi biliyorum, aynı dönem bölgeden tüm ana akım haber bültenleri canlı yayın yapıyordu, biz de izliyorduk da oradan!

Yani 'herkes oradaydı' evet ama cezalandırma talebiyle Rojin Akın burun buruna kaldı. Çünkü Kürt'tü. Ve YPG'nin kurtardığı savaş mağduru Ezidi kadınlarla görüşmek üzere onların bölgesine gitmişti. Mevzu Kürt bir insanın gazeteciliği olunca devreye 'niyet okumalar' giriyor ve hatta dosyalar kanaatlerle oluşturuluyordu maalesef, bunu da çok iyi biliyoruz. O dönemi hatırlarsanız, sınırlar bir tartışma konusuydu. Sınır denen şey bir dikenli telden ibaretti, hatırlayın sınırdan geçiş ve geri dönüşleri de izledik resmen canlı yayınlarda. Gazetecilerin çoğu yerel yolları kullanarak gidip geliyordu bölgeye. Savaş ortamında vize alıp, pasaport memurunun önünden geçilemiyordu tabii! En yasal yol Suruç Kaymakamı'na haber vermekti, öyle diyeyim. Hem yerel hem ulusal tonla gazeteci de bu koşullarda mesleklerini icra ettiler o dönem. Ama işte herkese değil ama muhaliflere ve Kürtlere fatura hep daha kabarık tutuluyor maalesef.

Konunun bu kısmı çok uzun, fırsat buldukça da bu müthiş haksızlıkları yazmaya çalışıyorum ama şimdi burada bu kadarla yetineceğim. Çünkü anlatmak istediklerim var daha.

Sonuçta süreç bozulunca, gidip gelmek de artık imkânsızlaştı. Yoksa kaç gazeteci çıkıp da "Ben savaş mağdurlarıyla görüşmek istiyorum" demez, demeyecek olan var mı? Cevabı siz verin…

Rojin elinde yarım kalmış kitabın deşifre edilmiş kısımları ve o günlerde bölgenin hakimiyetine sahip YPG'lilerle fotoğraflarıyla önce yedi yıl yurt dışı çıkış yasağı, ardından da 11 Aralık 2023'te ilk duruşması yapılan davayla ceza istemi karşısında kalakaldı. 'Örgüt üyeliği'yle suçlanıyordu ve yedi yıl beklemişti bu dosya.

Yedi yıl sonra ilk duruşmasında da savcılık cezalandırılmasını istendi, buradan da anladığım konunun tamamen bugünün koşulları ve terör olgusuyla değerlendirildiği oldu. Oysa konu 2015'in koşulları ve gerçekleriyle değerlendirilse, ortada elle tutulur delil de olmadığı için havada kalacak ve beraat alacaktı.

7 Şubat Çarşamba günü saat 13.00'te, Çağlayan Adliyesi'ndeki İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nde karar duruşması var. Ben şahsen endişeliyim, çünkü delil değil kanaatle hükümler kurulduğunu biliyoruz, görüyoruz örneği çok. Ve artık içeri giren adeta siyasi rehine gibi oluyor, bir daha çıkamıyor, onu da biliyoruz, görüyoruz maalesef, örneği de çok.

İnsan ister istemez sorguluyor tabii Kanal D'sinden Show TV' sine, Anadolu Ajansı'na kadar tüm 'ana akım' oradaydı o dönem.

Kimi IŞİD'le görüştü ve yayınladı, kimi sadece canlı yayınlar yaptı, kitap çalışması için giden başka gazetecilerin yanında yabancı yayınlar da oradaydı.

Hepsini 'gazetecilik çerçevesinde' anlıyoruz ama iş Rojin'e gelince duruyoruz!

Çünkü Rojin sadece Kürt de değil… Rojin muhalif bir Kürt, yani iki kere şüpheli konumda!

Gazeteciliğin temel ilkesi, 'karşındaki kim olursa olsun' onunla gazetecilik mesafesinden ilişki kurmayı gerektirir. Bu bir suçlu da olabilir, bir çılgın da olabilir, bir örgüt lideri de olabilir, kırmızı bültenle aranan biri de… Misal Sedat Peker'le röportaj yapmak çok isterim. Kendisinden hoşlandığım düşünülebilir mi, aksine! Ama isterim. Ve karşısına oturduğumda objektif olmaya, kendisini anlamaya çalıştığımı anlamasını ister, mesafeli bir eşitlik merceğinden röportajımı yaparım. Gazetecilik normal insani hassasiyetler ve değer yargıları çizelgesinde yürüyebilen bir iş değildir çünkü. Ayıplara, günahlara, suçlara, değer yargılarına göre yaklaştığın bir röportajı zaten yapamazsın; karşındaki kişiden, salt değer yargıları üzerinden doğru ve gerçek yanıtları da alamazsın. Her kimle görüşeceksen, 'temas ve mesafe' ölçüsüyle yaklaşmak zorundasındır. Bu da gazetecilik 101'dir zaten!

Rojin Akın'ın dosyasında yer alan fotoğraflar konusunda uzman görüşüne başvurulan Ragıp Duran, mesleğin 'hocaların hocası' düzeyindedir ve şöyle der: "İddia makamı belki de gazetecileri, polis, jandarma, asker gibi algılamak istediği için, onların söz konusu silahlı militanları kıyasıya eleştirmesini, kınamalarını, hatta güvenlik kuvvetlerine ihbar etmelerini bekliyor olabilir. Bu algılama gazetecilik mesleğinin inkârı anlamına gelir."

Bakın işte hepimizi kilitlediler birtakım köşelere, habercilik sadece dosyaların servis edilmesiyle icra edilir hale geldi neredeyse. Pek kimse sahada değil artık. Çünkü yaptırımlar çok ağırlaştı gazeteciye, gazeteciliğe! Her işinden suç yarattılar gazetecinin!

Düşünsenize, gazetecilik yapılırken kullanılan mesleki hak ve enstrümanların tamamı 'suç delili' kabul ediliyor, edilebiliyor. Fotoğraf, fotoğraf makinesi, ses kaydı, ses kayıt cihazı olmadan zaten bu işi nasıl yapabiliriz ki?

Neyse lafı çok uzattım. Gelin 7 Şubat'ta, saat 13.00'te Çağlayan'a gidelim ve İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Rojin Akın'ın yanında olalım. Her sahip çıkamadığımız gazeteci davası, finalinde yine dönüp dolaşıp bizlerin, hepimizin soluğunu kesiyor, hepimizi daha da iş yapamaz hale yaklaştırıyor. Bu gerçeği artık idrak etmiş olmalıyız ve 'ama'ları, 'fakat'ları bırakıp birbirimize, gazetecilere, gazeteciliğe sahip çıkmalıyız.

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gelin biraz da katrilyonlarca borç bırakan ‘kayyım rezaleti’ni konuşalım!

Kayyım atanan belediyeler adeta yağmalanmış, deniyor ya, hiç de boşa denmiyor o laf. Buyurun DEM Parti belediyelerine bırakılmış borç listesini alt alta koyalım. Eski para üzerinden tablodaki milyarları ‘katrilyon’, milyonları ‘trilyon’, binleri ‘milyar’ olarak da okuyun lütfen! Ülkeye, toprağa, insana, kaynağa yapılan ihaneti bir arada serelim ortaya. Öyle bir bir arada olabilelim ki, kimsenin bir daha ‘kayyım’dan söz dahi etmeye cesareti olmasın…

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…