05 Ocak 2024

Geleceğe dair umutlarımız için sessizce 2025'i, o da geçince izleyen yılları mı bekleyeceğiz?

Hiçbir şey yapmadan beklemek…Türkiye toplumlarının belki de tek en büyük ortak özelliğidir, Hiçbir şey yapmadan büyük bir iyileşme beklemek!.. Sorunları "o benden değil" diyerek umursamadan geldiğimiz 2024 yılının bu ilk günlerinden de anlamış olmalıyız ki "sen ben o" yok, yangın varsa memlekette bu yangın hepimiz yakıyor, yakacak!

İnsanımız tuhaftır, sadece bir günde Türkiye'nin çok daha iyiye gidebileceğine inanır, inanmak ister.

Yeni yıllardan beklentilerimiz sadece ama sadece bir gün içinde toplanır, yani yılın en son gecesini devirirken her şeyin değişebileceği, çok çok daha iyi olabileceği sanrısına kendimizi inandırırız.

Sadece bir günlük bu inanma hâli, ayın 2'si olduğunda yerini bir sonraki yılı, olası umut tanelerini yeniden biriktirmeye başlayarak 365 gün daha geçmesini beklemeye bırakır…

Beklemek…

Hiçbir şey yapmadan beklemek…

Türkiye toplumlarının belki de tek en büyük ortak özelliğidir.

Hiçbir şey yapmadan büyük bir iyileşme beklemek!

Seçimler gelir geçer, yenileri yaklaşır ve tüm Türkiye bekler.

Savaşlar başlar ve biter, bazısı sürer ve tüm Türkiye bekler.

Deprem olur, olağanüstü mağduriyetler doğar ve tüm Türkiye bekler.

Uzmanlarca, büyük İstanbul depremi olacak, her yer yerle bir olacak, denir ve tüm Türkiye bekler.

İklim krizi beraberinde gıda krizini ve milyonlarca mülteciyi getirecek, denir ve tüm Türkiye bekler.

Ekonomik kriz, barınma sorunu, açlık ve yoksulluk son hız ilerler ve tüm Türkiye sessizce bekler.

Neyi bekleriz peki?

Bir kurtarıcıyı mı, yoksa boğazımızı sıkan iktidar politikalarının aniden insafa gelip yeni bir insanlık sürecine adım atmaları ümidi midir bilinmez, ama bekleme hâli her koşulda baki kalır.

Neyi beklediğini bilmeden geçen yıllar!

İşte artık 2024'teyiz. Üç gün önce hissettiğimiz umut çoktan kaybolmuş, yeniden umutlanmak için 2024'ün son günü beklenmeye başlanmıştır bile!

Hiçbir şey yapmadan beklenecek bir koca yıl daha var artık önümüzde, yaşasın!

Oysa sorunlarımız, sıkıntılarımız, buhranlarımız öylesine derin ki, yıllarımızı bu sorunları gidermeye adayarak geçirsek belki ancak o zaman bir umut yeşertebilme şansımız oluşur.

Ama biz sadece bekleriz.

Ah birileri çıksa da bizi kurtarsa keşke!

Oysa her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı vardır ama bu topraklarda bu hak unutulmuştur-unutturulmuştur adeta!

Bakınız, yeni yılın ilk günlerinde yaşamını cezaevinde çürütmekle "cezalandırılmış" insanların hukuki haklarının da aslında ellerinden alındığı gerçeğiyle bir kere daha yüzleşmiş bulunmaktayız.

Can Atalay'ın Anayasa Mahkemesi süreci bunu tüm çıplaklığıyla ortaya sermektedir.

Anayasa'yı tanımayan bir "demokrasi"yle karşı karşı karşıyayız.

Adı demokrasi, meşruiyetini de gücünü de Anayasa'dan alıyor ama Anayasa da iktidara ayarlı olarak -zorlamak bir yana- açıkça ihlal ediliyor.

Özeti, İktidar "Gezi süreci"ni sindirememiş, bedel ödetecek birilerini seçmiş ve ellerinden tüm hukuki savunma, hak arama yollarını da almıştır.

Yasama şimdilik "bu insanlar" için ortadan kaldırılmıştır.

Yarın kim için, hangimiz için de aynı durum söz konusu olur, o artık şansa kalmıştır.

Hukuk işlemiyorsa, yüksek mahkemelerin statüsü dahi tanınmıyorsa haksız yere tutuklanan insanlar ne yapacak peki, haklarını nerede arayacaklar? Yoksa beklentimiz sessizce hücrelerinde oturup beklemeleri midir?

Onlar hücrelerinde sessizce beklerken bizler de mi aynısını yapmalıyızdır?

Bakınız…

Bir benzer örnek yine o büyük umutlarla yolcu ettiğimiz senenin son günlerinde yaptığı haber yüzünden haksız-hukuksuz tutuklanan genç meslektaşımız Furkan Karabay'dır.

Furkan Karabay özelinde hepimize "gazetecilik yapmak yasak" denmektedir de aslında.

2016 yılında tutuklanan Selahattin Demirtaş'ın, ailesinden yüzlerce kilometre uzakta hapsedilmesi, sadece SEGBİS aracılığıyla belli adliyelerden izlenebilen duruşmaları da, sadece gerekli deliller bulunmadan tutuklanmaları veya uzun tutukluluk süreçleriyle yaşatılan haksızlıklara maruz kalmadıklarını, aynı zamanda o süreçlerde yürütülen uygulamalarla da nasıl psikolojik şiddete, eziyete maruz bırakıldıklarını da gösterir bizlere.

Her an serbest de kalabilirsin, sonsuza kadar orada da tutulabilirsin. Çünkü tüm süreç iktidarın iki dudağı arasındadır. Politika değiştirme kararı alınırsa, yeni açılımlar, yeni süreçlere ihtiyaç duyulursa hemen özgür kalırsın!

Anlık durumlar bunlar!

Bu psikolojiyle bir hücrede yaşadığınızı düşünün. Ki bence herkes artık bu olasılığı içselleştirmeli, empati kurmalı. Çünkü sıradaki mağdurun kim olacağı da tamamen şansa kalmış!

Yılın yine son günlerinde öğrendik ki Diyarbakır Cezaevi'nde sistematik işkence uygulayan Esat Oktay Yıldıran'ın adı İzmir'de bir okula verilmiş!

Tabii biz o esnada sessizce 2024'ün gelip bunu da düzeltmesini bekliyorduk…

Yine yılın son günlerinde Milli Eğitim Bakanı "Sizin tarikat olarak adlandırdığınız yapılar bizim için STK'dır ve aramızda protokol vardır" dedi ve bizler yine 2024'ten umutluyduk, sessizce bekledik.

Şimdi size soruyorum 2025'i mi bekleyeceğiz, yoksa her şey daha da kötüleşmeden sesimizi yükseltip, doğuştan hakkımız olan ve elimizden alınmış tüm kayıplarımızı geri almak için mücadele mi edeceğiz?

Sorunları "o benden değil" diyerek umursamadan geldiğimiz 2024 yılının bu ilk günlerinden de anlamış olmalıyız ki "sen ben o" yok, yangın varsa memlekette bu yangın hepimiz yakıyor, yakacak!

Hep beraber yanmak yerine hep beraber mücadele etmeye karar veremezsek bir yılı daha ağır hak kayıplarıyla geçireceğiz.

Hatta belki hak ihlalerini karşı bile sözsüz, savunmasız kılınacağız.

O yüzdendir ki 2025'ten bir gece önce umutlanacağımıza gelin bugünden umutlarımızı yeşertmek için, memleketimizi yeniden yaşanılır kılmak için "bekleme'yi bir kenara bırakıp el ele verelim, tek ses olup haklarımızın peşine düşelim.

Çok sık tekrar ediyorum "ya hep beraber, ya hiçbirimiz", bunu lütfen artık anlayalım!

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gelin biraz da katrilyonlarca borç bırakan ‘kayyım rezaleti’ni konuşalım!

Kayyım atanan belediyeler adeta yağmalanmış, deniyor ya, hiç de boşa denmiyor o laf. Buyurun DEM Parti belediyelerine bırakılmış borç listesini alt alta koyalım. Eski para üzerinden tablodaki milyarları ‘katrilyon’, milyonları ‘trilyon’, binleri ‘milyar’ olarak da okuyun lütfen! Ülkeye, toprağa, insana, kaynağa yapılan ihaneti bir arada serelim ortaya. Öyle bir bir arada olabilelim ki, kimsenin bir daha ‘kayyım’dan söz dahi etmeye cesareti olmasın…

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…