28 Ekim 2023

Soluk mavi nokta

Bu ölçekte evrene baktığımızda, dünyada olup biten bir çok şey anlamsız hatta saçma geliyor

Bugünlerde Carl Sagan'ın "Soluk Mavi Nokta (Ayrıntı Yayınları)" isimli kitabını okuyorum. Kitabın adı, Sagan'ın dünyamıza 6 milyar kilometreden daha uzak bir noktadan çekilmiş fotoğrafa verdiği isimden geliyor. Voyager 1 ve 2 uyduları, NASA tarafından, başlıca Jüpiter ve Satürn'ü incelemek üzere 1977 yılında birkaç ay arayla uzaya gönderiliyor. Güneş sistemi içindeki araştırmalarını tamamlayan uzay araçlarından Voyager 1, 2012 de, Voyager 2 de 2018'de interstellar (yıldızlararası) uzaya giriyorlar ve buradan dünyaya sinyal göndermeye hâlâ devam ediyorlar. Voyager 1 güneş sisteminden ayrılmak üzereyken 14 Şubat 1990'da kameralarını son kez dünyaya döndürüyor ve gezegenimizin bir fotoğrafını çekiyor. Kameraya yansıyan güneş huzmesinin ortasında bir pixelden bile küçük boyutta görülen nokta bizim gezegenimiz. İşte Carl Sagan'ın "soluk mavi nokta" dediği, sonsuz uzay boşluğunda bir pixeli bile zor kaplayan gezegenimiz.

Fotoğraf: NASA

Bu ölçekte evrene baktığımızda, dünyada olup biten bir çok şey anlamsız hatta saçma geliyor. Acı, hatta trajik olansa bu saçmalıkların tekrarlayıp duran katliamlarla sürmesi. İnsanlık tarihi boyunca yaşanan, uygarlığın gelişmesiyle azalması beklenirken tırmanan din ve etnik kökenli katliamlardan söz ediyorum. Voyager'ın çektiği fotoğrafa bakıyorum. Kozmos ölçeğinde bir toz partikülünden bile çok çok daha küçük bir gezegende yaşıyoruz. Evrende milyarlarca yıldız ve galaksi var. Güneş sistemimiz, içinde bulunduğumuz mütevazi galaksinin bile merkezinden uzak epey bir dış banliyösünde. Çağlar boyunca bilim ve din yaradılışımızı ve dünyanın ötesini anlamak konusunda çatışmış. Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü bilimsel olarak kanıtlayan Galileo'yu ölümle tehdit edip bilimsel saptamasını geri aldırmış din adamları.

Ancak mızrak çuvala sığmamış tabii. Doğayı, uzayı, evreni anlamada dinin bilimle boy ölçüşmeye kalkması mümkün değil. Birinde inanç, teslimiyet söz konusu, diğerinde gözlem ve teorinin deneylerle kanıtlanması. Yazının başında belirttiğim gibi artık yıldızlararası boşluğa ulaşmış uydularımız var. Evrenin altı günde yaratılmadığını kesin olarak biliyoruz. Kutsal kitaplara sığabilecek şekilde bir evren, dünya kavrayışı eğer bilimden yanaysak imkansız.

Ama "soluk mavi nokta"da olup bitenlere baktığımızda bilimin, uygarlığın gelişmesinin gezegenimiz üzerinde yaşayan çok sayıda insana, topluluğa bir yarar sağlamadığını görüyoruz. Hemen burnumuzun dibinde, hatta ülkemizde olup bitenlere bakın. Ülkede aynı toprak üzerinde yaşayan on binlerce insan öldürüldü son 40 yılda etnik köken farklılığı nedeniyle. Hoop o kadar basit değil, diyebilirsiniz. Bence bu kadar basit ne yazık ki. İsrail Filistin çatışmasına Voyager'ın bulunduğu yerden bakabilmek o kadar zor mu? Bu çağda üstelik de aynı tanrının gönderdiği farklı kitaplara iman etmiş insanlar din uğruna birbirlerini öldürüyor. Ne denli saçma, kabul edilemez bir durum. Ama işte her gün çoluk çocuk , kadın, hasta, sivil demeden yüzlerce insan öldürülüyor. Uydu 6 milyar kilometre uzaktan sinyal gönderiyor, birkaç kilometre uzaklıkta dünyaya gelmiş genç insanlar birbirlerinin canına kıyıyor, biraz daha uzaktaki silah tacirleri de ellerini ovuşturup bu ölümler sürsün diye ne yapabilirizin planlarını yapıyor.

Dünyada, ülkemizde gezip gördüğüm yerlerdeki mabetlere bakıyorum. Her şehirde onlarca, yüzlerce kilise, cami, sinagog, manastır vb…. Dünya tarihi boyunca bu mabetlerin yapımına harcanan kaynak, emek, bilim için, insanların refahı için harcansaydı belki de bugün bir başka gezegende koloni kurmuştuk, yeryüzünde açlık sorunu yaşayan kalmamıştı, birçok hastalığın çaresi bulunmuştu. Sonsuz uzayda bir partikül bile değilken, sonsuz uzayı yarattığına inanılan tanrı, bir partikülün üzerinde yüzbinlerce mabede ihtiyaç duyar mı?

Bu konuları konuşmak, ortaya koymak ne kadar zor. Ülkede bir çığ gibi büyüyen tarikatlara bakıyorum. Topluma ne faydaları var? Ne üretiyorlar, nasıl bir katkıda bulunuyorlar ortak yaşama? Endişeyle izliyorum, kendileri gibi olmayanlardan nefret eden insanlar görüyorum baktığım yerlerde. Toplumun kanını emen yapılar. Ve evrenin tarihinde salise bile sayılamayacak bir zaman diliminde kendileri daha iyi yaşasın daha güçlü olsun diye dini kullanan birileri. İsimlerini vermeye gerek var mı şu an yaşadığımız dünyada böylelerinin. Herkes biliyor zaten.

Carl Sagan'ın kitabından bir alıntı yapacağım, Papa IX. Pius'un 1864 de ilan ettiği Yanlışlar Listesi'nden bir bölüm: 

"İlahi vahiy kusursuzdur ve dolayısıyla, insan mantığının ilerlemesine uyum sağlamak için sürekli ve sonsuz bir ilerlemeye tabi değildir… Hiçbir insan, mantığın ışığının gösterdiği yoldan giderek, doğru olduğuna inandığı bir dini kabullenmekte ve müdafaa etmekte serbest değildir. Kilise'nin dogmatik olarak Katolik Kilisesi dininin tek doğru din olduğunu belirleme yetkisi vardır…Günümüzde de Katolik dininin devletin tek dini olarak kalması, diğer bütün tapınma biçimlerinin reddedilmesi şarttır. Her türlü tapınma tarzına kişisel özgürlük verilmesi ve bunlara bütün görüşlerini ve fikirlerini açıkça ve alenen sergileme konusunda verilen tam yetki, halkın ahlakının ve aklının çok daha kolayca bozulmasına yol açar. Roma Papalığı ilerlemeye, liberalizme ve modern uygarlığa razı gelemez ya da bunu kabullenemez, kabullenmemelidir."

Üzerinden 160 yıl geçmiş ama birkaç sözcüğü değiştirerek okursanız yazılanları, farklı dinlere, mezheplere mensup din adamlarının, din ekseni üzerinden siyaset yapan siyasetçilerin de aynı görüşte olduğunu kolayca görürsünüz. Bizim coğrafyada çok yaygın ama böyle tipler her yerde var 'bütün kara parçaları dahil, medeni Avrupa hariç değil'. Ya bizim gibi olacaksın ya da gece haberlerinde bir sayı olarak anılacaksın. 

Dünya isimli gezegende yaşayan insanların, sınırları olmayan bir dünyayı talep etme hakları vardır ve bunun mücadelesini daha güçlü bir şekilde yapmalıdırlar. Diğer bütün mücadelelerden daha önemlidir bu. Artık yerel, ülke sınırları içinde kalacak mücadelelerin zamanı geçmiştir. Din, dil, ırk farklılıkları bir kenara bırakılıp gezegende yaşayan tüm canlıların refah içinde olacağı bir dünyayı hayal ve inşa etmek zorundayız. Dünya silah tüccarlarının, petrol şirketleri yöneticilerinin, borsa spekülatörlerinin, din baronlarının, yozlaşmış siyasetçilerin sefa süreceği bir yer değildir. Gezegene ve bu gezegende yaşayan insanlara verdikleri zarara dur demenin zamanıdır.

İnsanların örgütlenme imkanı her zamankinden daha fazladır. Tek bir hedef, tek bir ülkü etrafında birleşmekten başka bir yol yoktur. O da Voyager'ın fotoğrafı çektiği yerden bakıp "soluk mavi nokta"ya ve üzerindeki tüm yaşamlara sahip çıkmaktır," ya herkes değerlidir ya da hiç kimse."

"Dünyanın bütün çocukları birleşiniz, gezegeninizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok."

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"