15 Haziran 2014

Cihad Baharı: Her şey nasıl başladı?

Usame bin Ladin önderliğindeki ‘Dünya İslami Cephesi’ 23 Şubat 1998’de, Londra'da Arapça yayınlanan El Kudüs el Arabi gazetesinde bir fetva yayınlayarak ‘Yahudiler ve Haçlılara karşı’ cihad ilan ettiğini duyurmuştu.

Usame bin Ladin önderliğindeki ‘Dünya İslami Cephesi’ 23 Şubat 1998’de, Londra'da Arapça yayınlanan El Kudüs el Arabi gazetesinde bir fetva yayınlayarak ‘Yahudiler ve Haçlılara karşı’ cihad ilan ettiğini duyurmuştu.

Ladin ile birlikte fetvanın altındaki  imza sahipleri şunlardı:

1989’daki Abdullah Azam suikastından itibaren bin Ladin'in en yakın dostlarından biri olan ve genelde, küresel cihadın önde gelen stratejisti olarak kabul edilen ve 2011’de Ladin’in ölümüyle El Kaide’nin yeni lideri olan Mısırlı Eymen el Zevahiri.

O dönem El Gamaa el İslamiye örgütünün temsilcisi olan, Mısır İslami Cihad örgütü lideri, Ebu Yasir Rifa'i Ahmet Taha.

Pakistan'daki en büyük Barelvi kökenli dini-politik parti olan Pakistan Ulema Cemiyeti'nin genel sekreteri Şeyh Mir Hamza.

Bangladeş'teki Cihad Hareketi'nin komutanı, sonradan Cemaat Ulema-i İslam örgütünün lideri olan Mevlana Fazlur Rahman.

Kuran-ı Kerim’den  ayetlerin de alıntılandığı fetvanın tamamı şöyleydi:

Kutsal Kitabı vahyeden, bölücülüğü yenilgiye uğratan, bulutların hakimi Allah'a hamd olsun;

Kitabında şöyle buyurmuştur:

"O haram olan aylar çıktı mı, artık diğer müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun!"

Üzerinden dualar ve rahmet eksik olmasın, Peygamberimiz Muhammed bin Abdullah şöyle demiştir:

"Sadece Allah'a tapınılsın diye, ellerimde bir kılıçla gönderildim; rızkımı mızrağımın gölgesine koyan Allah, emrime uymayanları kölelik ve utançla cezalandıracak."

Allah, Arabistan yarımadasını dümdüz yaratıp, içine çöller koyalı, etrafını denizlerle çevireli beri, bu toprakların zenginliğini sömürüp bereketini yok eden ve çekirge sürüleri gibi her yanına dağılan Haçlı güruhu kadar büyük bir felaket görülmemiştir.

Pek çok ülkenin, sanki bir kap yemeğin başına çöker gibi, Müslümanlara karşı güçlerini birleştirdiği zamandayız. Durum bu kadar vahim ve dayanışma bu kadar az iken, olan biteni konuşmalı ve sorunu en iyi nasıl çözebileceğimiz konusunda görüş birliğine varmalıyız.

Durumumuza dair herkesin kabul edip üzerinde görüş birliğine vardığı üç gerçeği burada  tekrarlayacağız ki, insanlar hatırlasın:

İlk olarak, yedi yılı aşkın bir süredir Amerika, İslam topraklarının en kutsal yerlerini, Arabistan yarımadasını işgal etmek suretiyle, zenginliğini talan etmekte, liderlerine ne yapacaklarını söylemekte, insanlarını aşağılamakta, komşularına korku salmakta ve bölgedeki üslerini komşu ülkelerdeki Müslümanlara savaş açmak için kullanmaktadır.

Arabistan yarımadasındaki herkes, artık durumun farkına varmıştır. Yarımadayı üs olarak kullanan Amerika'nın, Irak'a karşı takındığı aşırı saldırgan tavırdan daha açık bir kanıt olamaz. Yarımadanın bütün liderlerinin, topraklarının bu amaçla kullanılmasına karşı çıktıklarını biliyoruz ama buna engel olamayacak kadar güçsüzler.

İkinci olarak, Irak halkının, Yahudi-Haçlı ittifakı tarafından uğradığı büyük yıkıma ve korkunç boyutlara ulaşan ölü sayısına -bir milyondan fazla- bir bakın; Amerika tüm bunlara rağmen, bu şiddetli savaşın ardından gelen yaptırımlar ya da parçalanmalar yetmezmiş gibi, katliamları yinelemeye çalışıyor.

Bugün, halkımızdan geriye kalan her şeyi yok edip Müslüman komşularını aşağılamak için buradalar.

Üçüncü olarak, Amerika'nın aslında dini ve ekonomik nedenlerle açtığı bu savaşlar, dikkati Kudüs'teki Yahudi işgalinden ve Müslümanların katlinden başka yöne çekerek, Yahudi devletinin çıkarlarına hizmet ediyor.

Bu durumun en açık kanıtı, komşu Arap devletlerinden en güçlüsü olan Irak'ı büyük bir hevesle yok etme isteği. Irak, Suudi Arabistan, Mısır ve Sudan gibi bölgedeki bütün ülkeleri kağıttan küçük devletçiklere bölüp güçsüzleştirerek ve kaosa yol açarak yarımadadaki İsrail varlığı ile vahşi Haçlı işgalinin sürmesine yönelik çabalardır.

Amerika'nın işlediği bütün bu suçlar ve günahlar, Allah'a, elçisine ve Müslümanlara karşı açık bir savaş ilanıdır. İslam tarihi boyunca alimler, Müslüman ülkelere düşman saldırısı gerçekleştiğinde, cihadın bireysel bir vazife haline geldiği görüşünü paylaşmışlardır. İmam ibn Kudame ‘Kaynak’ adlı yapıtında; İmam el Kısai ‘Mucizeler’de; Kurtubi, tefsirinde ve İslam Şeyhi vakayinamesindeki şu sözlerle bu duruma değinmiştir:

"Özgürlüğü ve dini savunmanın en güçlü yolu, düşmanı ülke topraklarından çıkarmaya gelince, bunun bir vazife olduğu herkesçe kabul edilmektedir. İmandan sonra, dini ve dünyayı kirleten düşmanlarla savaşmak kadar yüce bir görev yoktur."

Buna dayanarak ve Allah'ın rızasına göre, bütün Müslümanlara aşağıdaki hükmü duyururuz:

Mescidi Aksa ile Kutsal Mescidi kurtarıp özgürlüğüne kavuşturmak için, siviliyle askeriyle Amerikalıları ve müttefiklerini öldürmek, her ülkede yaşayan Müslümanların bireysel yükümlülüğüdür ki yenilgiye uğrayıp dağılan ve artık Müslümanlara tehdit oluşturmayan düşman orduları, İslamiyet'in topraklarını terk etsinler. Bu durum, Allah'ın şu sözleriyle örtüşmektedir:

"Ortalıkta bir fitne kalmayıp din tamamıyla Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla cihad edin;"

"Hem size ne oluyor da Allah yolunda 'Ey bizim Rabbimiz, bizleri halkı zalim olan bu şehirden çıkar, tarafından bizlere bir yardımcı gönder’ diye yalvarıp duran o ezilmiş erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda çarpışmıyorsunuz?"

Allah'ın izniyle, Ona inanan ve iradesine boyun eğen herkesi, Amerikalıları gördükleri yerde hemen öldürmeye ve paralarına el koymaya çağırıyoruz. Ayrıca Şeytanın askeri olan Amerikalıları ve onlarla ittifak kuran şeytan destekçilerini bozguna uğratacak bir saldırıya geçmeleri için alimlere, liderlere, gençlere ve askerlere çağrıda bulunuyoruz.

Yüce Allah, şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler, size ne oldu ki, 'Allah yolunda seferber olun!' denilince yerinize yığılıp kaldınız? Yoksa ahiretten geçip dünya hayatına razı mı oldunuz? Ama o dünya hayatının zevki ahiretin yanında sadece çok az bir şeydir! Eğer toplanıp seferberliğe kalkmazsanız, O sizi acıklı bir azap ile cezalandırır ve yerinize başka bir topluluk getirir ve siz ona zerre kadar bir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye kadirdir."

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Gevşemeyin ve üzülmeyin, eğer gerçek müminlerseniz, sizler daha üstün geleceksiniz!"

***

Michael Scheuer, 2004’de yazdığı Imperial Hubris adlı kitabında şöyle der:

“İslam Hukuku, günahkârların topraklarına karşı resmi bir gücün önderliğinde başlatılan fetih eylemi olarak saldırı amaçlı savaş ile (harp); ümmet saldırıya uğradığında, bütün Müslümanların bireysel yükümlülüğü haline gelen, savunma amaçlı mücadele (cihad) arasında ayrım yapmaktadır.

İslamiyet için yeni topraklar fethedip yeni toplumları iman yoluna çevirmeyi amaçlayan harp, bütün Müslümanların sorumluluğudur; ancak bunun için, İslam dünyasınca tanınan Halife çağrıda bulunmalıdır. Usame bin Ladin, kendi cihad anlayışını daima ‘savunmacı’ olarak tarif etmiştir; bunun için resmi bir savaş ilanına gerek yoktur.

Savunmacı cihad, "İslam inancına, Müslümanlara, Müslümanların topraklarına ya da her üçüne birden” Müslüman olmayanların saldırı düzenlemesiyle harekete geçen İslami-askeri bir tepkidir.

Böyle bir cihadda, bir Müslüman liderin ya da askeri harekat faaliyetlerine yetki sağlayacak bir liderliğin bulunması Kuran'a dayalı bir zorunluluk değildir. İslamiyet'e saldırıldığında, her Müslüman kişisel olarak savaşmakla yükümlü olduğunu bilir.

Bu nedenle, öğreti ve tarihsel uygulama; İslam bilgini olarak eğitim görmediği ve dini yetki belgelerine sahip olmadığı gerekçesiyle Usame bin Ladin'in cihada önderlik edemeyeceğine ilişkin iddiaları boşa çıkarır.

Bin Ladin'in dehası, cihad çağrısında değil, İslam'a karşı bir saldırının yürütülmekte olduğu ve bunu Amerika'nın yönlendirip yönettiğini tutarlı ve inandırıcı bir biçimde yorumlayıp dile getirmesinde yatmaktadır…"

Usame Bin Ladin’i takip etmek/yakalamak ile görevli CIA birimi başkanı olan Michael Scheuer, yeteneklerinden ve dehasından etkilendiği bu amansız düşmanı hakkında 2007’de yazdığı kitabında ise şöyle diyor:

“Bin Ladin, kabul edelim ya da etmeyelim İslam tarihindeki kahramanlardan biri; neredeyse modern zamanın Selahattin Eyyubi'si olarak görülmekte.

Sabırlı, samimi, kibar, cömert, karizmatik… Sadelikten hoşlanıyor, belagat yeteneği yüksek, güzel bir arapça konuşuyor, yetenekli ve cesur bir müslüman. Parlak bir planlama becerisi, yönetsel uzmanlık, stratejik ve taktik açıdan makul bir yaklaşım, hayranlık uyandıran kişilik özellikleri sergiliyor. Nereden bakarsanız bakın büyük bir adam…

Bildiğim kadarıyla, 'aşırı ölçüde mantıksız' denebilecek bir davranışı ya da konuşması yok. Çatışmalarda dört defa yaralanmış, inancı uğruna doğduğu toprakları ve ailesini terk etmiş, 20 milyar doları olmasına rağmen servetinden vazgeçmiş; 20 yıldır Afganistan’ın kirli sularını içerek yaşıyor. O, saygı duyulması gereken bir kişi. Saygı duymazssak yenemeyiz de..."

Usame Bin Ladin, 1 Mayıs 2011’de, Pakistan’a helikopterlerle giren 79 kişilik Navy Seal timinin baskın operasyonunda, hemen hemen hiç koruması olmayan evinde öldürüldü.

Ladin’i bulmak için yaklaşık on yıl harcayan Pentagon ve CIA’deki birçok insan için bu, ‘intikam’ için gereken bir eylemdi. On yıldır bu anı bekliyorlardı.

Bruce Lawrence, 2005’te kaleme aldığı “Messages to the World the statements of Osama bin Laden” kitabında şöyle diyordu.

“Bin Ladin’in kaderi belirsiz. Saklandığı yerde eceliyle ölmezse, kendisini arayanlar er ya da geç onu yakalayacak. Sağ ele geçirilirse, kırk yıl önce Che Guevara’ya yapıldığı gibi yakalandığı an öldürüleceği kesin. Yakalayanlar, bilgi almak için ona işkence yapmanın faydasız olduğunu bilecekler. Öte yandan, bin Ladin’i yargılamak, etkili belagatı ve kaydedilen/yayımlanan görüşleri, bildirileri düşünüldüğünde, kendisini yargılamaya kalkanları çok zor durumda bırakabilir, hatta utandırabilir. Bunu asla göze alamayacaklardır…”

***

Ebu Ömer El Bağdadi tarafından 2006’da, Irak İslam Devleti adıyla kurulan, 2013 Nisan’ında Suriye’deki El Nusra Cephesi ile birleştiğini ilan edip adını Irak Şam İslam Devleti olarak değiştiren IŞİD, o döneme kadar El Kaide’nin Irak kolu olarak anılıyordu.

El Nusra lideri Colani, bu birleşme ilanını reddedince, El Kaide lideri Eyman El Zevahiri IŞİD’i feshettiğini duyurarak Bağdadi ile taraftarlarını Irak’a geri dönmeye çağırdı.

Bu çağrıya uymayı reddeden Bağdadi o gün bu gündür bağımsız hareket ediyor ve Suriye’de El Nusra başta olmak üzere diğer muhaliflerle de savaşıyor.

Söylenenlere göre IŞİD küresel cihadın tek gerçek temsilcisi olduğunu düşünüyor ve ‘müritleri’ Bağdadi’yi, Usame Bin Ladin’in ‘Dünya İslam Devleti’ kurma rüyasını gerçekleştirebilecek tek lider olarak görüyor.

Usame bin Ladin’ı adını duymaya başladığımız günden itibaren ‘kana susamış bir fanatik, köktendinci bir sapkın, azılı bir terörist, tehlikeli bir cani’ olarak tanıdık.

Şimdi, onu mumla aratacak kadar ‘kana susamış bir fanatik, köktendinci bir sapkın’ ile karşı kaşıyayız.

Bugün IŞİD, El Kaide’den ne kadar uzaklaşmış, radikal İslamın ve fanatizmin en ucuna ne denli savrulmuş, kendi içinde ne kadar ‘saflaşmış’ olursa olsun, geriye dönüp Usame bin Ladin’I tanımadan El Kaide’yi, El Kaide’nin tarihini bilmeden IŞİD’I tanıyamayız.

Ama daha da önemlisi ‘emperyalist güçler’in bugün içine düştüğümüz cehennemdeki yerini ve sorumluluğunu kavramadan, hiç bir şeyi kavrayamayız.

Tanımadığımız, anlayamadığımız, kavrayamadığımız şey ile mücadele de edemeyiz…

(-devam edecek)

@SibelYerdeniz

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne anlatayım ben sana?

Ey ilk insan, ey ilk yürek, ilk nefes, ilk adım, ilk gözyaşı, ilk kahkaha... bu mu mirasın torunlarına?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Bu ülkeyi yönetenler; iktidar ve söz sahipleri bize ne demek istiyor?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Nazi Almanya’sında milyonlarca insanın ‘iyi’ olmaya cesaret edememesinin nedeni neydi?