27 Mart 2018

Ailecilik oynamak ve Kelebekler

Kelebekler'in gücü aile meselesini işlemesinden ya da aile bireylerinin tuhaflığında gelmiyor sadece...

Kelebekler aile kavramını üç kardeş üzerinden analiz ederken dünya tarihinin içinden çıkılması en imkansız sevgi ve nefret karşıtlığının aslında karşıtlık olmadığını ağlata ağlata güldürerek anlatıyor. Aile, benliği oluşturan ancak asla kendin olmaya izin vermeyen acılar yumağıdır. Bu yumağı çözmenin yolu kardeşine bakıp kendini görmekten geçerse düğümler daha kolay çözülür belki. Ne de olsa en çok kardeşini seversin, kızarsın, küsersin, nefret edersin, kaçarsın ve en çok kardeşine yakalanırsın. Beğensen de inkar etsen de en çok kardeşine benzersin. Birbirinin zıttı olmak aynı gerçeğin iki ayrı yüzü olmaktır sadece. Aynı kucakta sevilmiş, örselenmiş, itilmiş ve büyütülmüşsündür. Belki de büyüdükçe büyümeyen yönlerinin, saçmalıklarının, zayıflık ve üstünlüklerinin nedeni yanlış söylenen bir ninnidir ve bunu hiç konuşmadan en iyi bilen kardeşindir, tıpkı filmde olduğu gibi. Tolga Karaçelik aile olmanın kaçışı imkânsız travmalarla dolu olduğunu anlatan Kelebekler’le, beraber açılan yaraların eğer geçecekse belki ve ancak el ele geçebileceğini anlatıyor.

Anneleri intihar ettikten sonra üçü ayrı yere savrulan kardeşlerin aradan geçen 30 yıl sonra bir araya gelişiyle aslında hiçbir acının geçmediği ve hepsinin aynı tazelikle acıtmaya devam ettiği başka tezahürlerle ortaya çıkar. Büyük kardeş Cemal kendisinden kaçmak için kişisel gelişim kitabı yazan bir astronot olarak uzaya gitmeyi hayal eder. Ortanca kardeş oyuncu ve seslendirme sanatçısı olarak kendi sesinden ve sözünden kaçan biridir. En küçükleri ise genç bir kadın olarak kendini saldırgan erkek bir dille ifade ederek inkardadır. Her birinin kişisel tarihinin tutanağı diğerinin hafızasında kayıtlıdır. Bu yüzden kardeşini çözümleyen karakterler ha bire kendilerine yakalanmanın şokuyla trajikomik sarsıntılar geçirirler. Adeta üç kardeş birbirini değil kendileriyle ve unutmak istedikleri geçmişleriyle tanışırlar.

Anne ve babaya olan öfke hayata tutunma biçimlerinde kendini gösterirken özellikle iki erkek kardeşin birbirlerine olan kızgınlığı aslında her ikisinin de kendisini aklama ve çok net bir suçlu bulma ihtiyacından kaynaklanır. Aileden en azından bir kişi farklı davransa çocukken yaşanan acılar ve tüm yaşama nüfus eden yalnızlık azalacakken herkes kendi acısında kavrulmuş ve çok yorulmuştur kendisinden. İlk bakışta birbirlerine hiç benzemeyen ve zaten birbirlerini beğenmeyen her kardeş diğerinin izdüşümü, negatifi ve farklı açılardan aynısının değişik yansımalarıdır. Haliyle kendinden kaçarken karşında iki ayrı yansımanla istemediğin ‘ben’ini bulmak kolay sınav değildir elbette. Dolayısıyla birinin aşırı tepkisi, diğerinin haykırdığı çığlığı, ötekinin sonuna kadar inkar ettiğidir. Çok zor da olsa en derinden ve direkt hissedilen her sözcük yerini birbirinin ağzında bulur, hepsinin içine işler, seyirciye sirayet eder.   

Kelebekler’in gücü aile meselesini işlemesinden ya da aile bireylerinin tuhaflığında gelmiyor sadece, çünkü her aile bir diğerine göre değişiktir azıcık ve genellikle kol kırılıp yen için içinde kaldığı için aile ‘aile’ olarak kalabilir. Ama bazılarının kırıkları Kelebekler’de ki intihar gibi daha şiddetli olduğundan görünür oluverir. Tolga Karaçelik iyi ki tüm sebep sonuç ilişkisini bir kişiye ya da olaya indirgemeyerek metnini sağlamlaştırmayı seçiyor. Yönetmen üç kardeşi kuşatan dış dünyayı da filme dahil ederken absürt gerçeği klişeleri kullanmaktan imtina etmeden sunar. Ancak klişeler öylesine dengeli, ölçülü ve yerli yerindedir ki kasabanın Hocası, Muhtarı, Muhtarın Karısı ve Kör Çobanı’nın tuhaflığına ancak klişelere yeniden ve içinden bir açıdan ulaşılabileceğini gösterir.

Entelektüel bir sanat filmi olma kaygısına kaptırmadan gayet ana akım hızında ve gündelik öğeleri bugünün diliyle mesele edinmiştir. İşte bu yüzden komedisi klişeden yenilik doğuran ve dramı klasik acılardan yaratıcı kahramanlar besleyen özgün ve zengin bir yapıt oluşuyor. Tabii Bartu Küçükçağlayan, Tuğçe Altuğ, Tolga Tekin, Serkan Keskin, Hakan Karsak, Ezgi Mola ve Ercan Kesal gibi oyuncuların muhteşem performanslarını anmadan ve müzik seçimlerindeki isabetin kalbe dokunuşlarına değinmeden hele de Nazan Öncel’in ‘Gidelim Buralardan’ şarkısının çaldığı sahneyi ayrıca alkışlamadan yazıyı bitirmek haksızlıktır. Gerçi şimdi de hakkı yenilen tüm diğer sahnelerden af dileyerek baharımızı bahar yapan ve kelebekler konduran herkese teşekkürlerle…

Yazarın Diğer Yazıları

Affetmeden uzlaşmak mümkün müdür ve "Uzun Yol"

"Yüzleşmek suçun gerçekliğini kanıtlamaya mı gerekçelerini anlamaya mı yaklaştırır?", "Yoksa yüzleşmek intikam ve misilleme tuzaklarından uzaklaştırarak dengeyi mi sağlar?", "Yüzleşmek suçluyu aşağılamanın medeniyet maskesiyle saldırısı mıdır?", "Bağışlama, insanın önce kendisini sonra çevresindekilerle ilişkilerini onaran bir erdem midir?" … Ya da "Affetmeden uzlaşmak mümkün müdür?"

"Tarihte Yaşanmamış Olaylar" yaşıyor!

-Oyun büyük cümleler, çarpıcı sloganlar, ağır mesajlar ya da çiğ esprilerle seyirciyi etkilemek yerine transparan ilmeklerle birbirine bağlanarak Ülkü Tamer duygu ve düşünce dünyasına hizmet ediyor

Galataperform, 20. yılında kayıp sahnelere saygı duruşunda bulundu

Naum Tiyatrosu olmadan kudurur musunuz? E kudurmuşlar bunlar yahu! Buraya çiçek gibi bir ‘Çiçek AVM’ ne güzel olur mesela! Olmaz mı? Olur olur! Çıtınız çıkmaz!