07 Eylül 2017

Terör ve şeker kutusu

Türkiye’de yargının ve devletin “terörist”, “terör suçu” anlayışıyla, AİHM’in anlayışı arasında büyük bir fark bulunmakta

OHAL rejimi Türkiye’nin üzerine bir karabasan gibi çöktü. OHAL KHK’larıyla hukuk devletine son verildi. Ortaya bir hukuk boşluğu çıktı. Bu boşluk iktidar tarafından keyfi bir biçimde dolduruluyor.

Bugüne dek yirmi sekiz OHAL KHK’sı çıkarıldı. Yüz elli bin kamu görevlisinin meslekleriyle ilişkisi kesildi. Sorgusuz sualsiz, gerekçe gösterilmeden, somut bir veri olmadan, savunmaları alınmadan. Bunlardan elli bine yakını tutuklu.  Yüzlerce dernek, vakıf, üniversite, gazete, televizyon kanalı kapatıldı. Yüzlerce akademisyen ihraç edildi. Parti eş başkanları, milletvekilleri, muhalif gazeteciler tutuklandı. İfade ve basın özgürlüğü, toplantı özgürlüğü, kişi özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükler kitlesel bir biçimde ihlal edildi. Muhalefet üzerinde demokrasiyle yönetilemeyen devletlerde görülen bir baskı kuruldu.

İşin ilginç yanı, OHAL KHK’ları, OHAL ile ilgili olmadığı, kalıcı düzenlemeler getirdiği, TBMM’ye sunulmadığı için Anayasa’ya aykırı. Başka bir deyişle, Türkiye, hukuka aykırı KHK’larla hukuka aykırı işlemlerin gerçekleştirildiği ve bunlara karşı yargı yolunun kapalı olduğu bir ülke.

Bütün bunları haklı göstermek için siyasal iktidarın gösterdiği tek bir gerekçe var: Terörizmle mücadele ediyoruz. O zaman akla şu soru geliyor: Terörist kimdir? Terör örgütlerine karşı kesin bir zafer kazanılana dek OHAL rejimi sürecek mi? Örneğin, PKK ile 30 yıldır mücadele ediliyor. Şimdi bir de FETÖ ve DAEŞ var. Kürt sorununun, başka devletlerin yaptığı gibi, barışçı yollardan çözülmesi daha akılcı olmaz mı? Demokrasiyle yönetilen devletlerde terörle mücadele ile temel hak ve özgürlükler arasında denge nereden geçer?

Terörist kimdir?Terörle Mücadele Kanununda (TMK) yapılan tanım uluslararası standartlara uymuyor.Devlete karşı yapılan eylemleri içeriyor. Oysa terör eylemleri öncelikle sivil halka karşı yapılan eylemler. Ayrıca, tanım belirsizliklerle dolu, öngörülebilir değil ve iktidarlar tarafından kendi amaçları için kullanılabilecek nitelikte. Bu yetmiyormuş gibi, TMK ve TCK’deki maddelerle daha da genişletiliyor ve belirsizleşiyor. Örneğin, suç işlemese dahi örgüt mensubu olanlar ya da terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenler ya da örgüte yardım edenler de terörist sayılıyor. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yüzünü kapatanlar, slogan atanlar, terör örgütüne ait amblem, resim, işaretlerin bulunduğu üniforma giyenler  de terörist sayılıyor. Terör örgütünün propagandasını yapanlar da terörist sayılıyor. O zaman siyasal iktidarın hoşlanmadığı düşünceleri söyleyen ya da yazan herkesi terörist saymak olanağı doğuyor. Zaten olan da bu. OHAL KHK’larıyla yeni bir kavram daha getirildi: “Terör örgütlerine iltisak (yani yakınlığı) ya da irtibatı belirlenenler”. Bunu belirleyecek olan çalıştığı kurumlar. Somut bir kanıta da gerek yok.

Her devletin, vatandaşı olsun olmasın, yetki alanı içinde yaşayan her bireyin yaşam hakkını, kamu düzenini korumak için gerekli önlemleri alma yükümlülüğü var. Devlet bu yükümlülüğünü yerine getirmek için terörizme karşı etkili bir mücadele vermek zorunda. Ancak demokrasi ile yönetilen ya da böyle olduğunu iddia eden bir devlet bakımından sorun şu: Demokrasiler, demokratik bir toplumu oluşturan temel değerleri saklı tutarak, kendilerini terörizme karşı koruyabilir mi? Terörün dünyadaki pek çok devletin sorunu olduğu düşünülürse, bu soruya verilecek yanıtın önemi daha iyi ortaya çıkar.

 İnsan haklarıyla güvenlik arasında ters orantılı bir ilişki yok. Başka bir deyişle, temel hak ve özgürlükleri ne kadar sınırlarsak ülke o kadar güvenli olur gibi bir yaklaşım yanıltıcı. Barış isteyen akademisyenleri üniversiteden atınca, ya da açlık grevi yapan öğretmenleri tutuklayınca, ya da gazetecileri cezaevine koyunca, ya da barışçı gösteri yapan göstericileri dövüp kollarını kırınca, ya da parti eş başkanlarını, milletvekillerini cezaevine kapayınca Türkiye daha güvenlikli bir ülke olmuyor. Teröristler açık, demokratik bir toplumu ortadan kaldıramazlar. Ama parlamentodan geçen yasalar ve uygulamalarla bir siyasal iktidar demokrasiye son verebilir. Korkunun egemen olduğu,temel hak ve özgürlüklerin kitlesel bir biçimde ihlal edildiği,yargının bağımsız olmadığı bir ülkede güvenlikden de söz edilemez.

Bu nedenle “İnsan haklarıyla güvenlik arasındaki denge nereden geçer?” sorusu yanlış bir soru. Soru, “İnsan haklarına saygılı bir demokrasi ve hukuk devleti olmanın asgari koşulları nedir?” olmalı. Terör tehdidi demokrasiden vazgeçmenin gerekçesi olarak kabul edilemez.

Şunu unutmamak gerekir ki, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, sadece iyi zamanlarda kapağı açılan bir şeker kutusu değil. Bu değerler güç zamanlar için de geçerli. Terörizmin amacı demokratik değerlere dayanan toplumları ortadan kaldırmak. Siyasal iktidar, terör bahanesiyle ülkesinde demokrasiye son veriyorsa, arada ne fark kalıyor?

AİHM kararları terörizmle mücadelelerde temel hak ve özgürlüklerin ve hukuk devletinin korunması gerektiğinin altını çizer. AİHM bakımından, ifade özgürlüğünün ya da toplantı ve gösteri özgürlüğünün sınırlandırılması ancak şiddete teşvik varsa kabul edilebilir.

Örneğin Stankov/Bulgaristan kararında (2001), AİHM şöyle der: “Demokrasinin temeli sorunların açıkça tartışılarak çözümlenmesidir. Şiddete teşvik ya da demokrasinin ilkelerinin reddedilmesi dışında, toplantı ve ifade özgürlüklerini bastıracak önlemlerin alınması –bazı görüşler ve sözler otoriteler bakımından şok edici ve kabul edilemez olsa da ya da ileri sürülen taleple meşru olmasa da- demokrasiye hizmet etmez, tersine demokrasiyi tehlikeye düşürür.”

AİHM’in son zamanlarda aldığı kararlar, 1999’da aldığı Türkiye ile ilgili bir grup karar gibi, açıkça göstermektedir ki, Türkiye’nin terör eylemi, terör propagandası, terör örgütüne yardım yataklık olarak kabul ettiği ve faillerini cezalandırdığı pek çok eylem AİHM tarafından ifade ya da toplantı özgürlüğünün ihlali olarak görülmekte. İşte birkaç örnek:

1. Belek ve Velioğlu Günlük Evrensel gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürüdür. Gazete cezaevindeki “Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi” üyelerinin bir demecini yayınlar. Demeçte Kürt sorununa barışçı çözüm bulunması ve af çıkarılması görüşlerine yer verilir. Gazete yargı kararıyla 3 gün kapatılır ve iki başvurucu para cezasına çarptırılır. Suçları, TMK 6.maddede öngörülen yasadışı silahlı örgütün açıklamalarını yayınlamaktır. AİHM 2015 yılında verdiği kararda ifade özgürlüğünün (10. Madde) ihlal edildiği sonucuna vardı.

2. Gülcü 15 yaşındadır. 2008 yılında Diyarbakır’daki bir protesto yürüyüşünde slogan atar ve polise taş fırlatır. Terör örgütü propagandası suçuyla yargılanır ve 7 yıl 6 ay hapis cezası verilir. AİHM toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünü düzenleyen 11. Maddenin ihlaline karar verdi.

3. Döner ve diğerleri davasında, Bağcılar, Esenler ve Kadıköy’de oturan 20 Kürt aile çocuklarına Kürtçe eğitim verilmesi için ilgili makamlara dilekçe verirler. Terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan tutuklanır ve yargılanırlar. Yargılama sonucunda beraat ederler. AİHM gözaltına alındıktan sonra derhal yargıç önüne çıkarılmadıkları ve tutuklamaya itiraz için etkili bir makamın bulunmadığı ve haksız tutuklanma için tazminat ödenmediği gerekçeleriyle kişi özgürlüğüne ilişkin 5. Maddenin, dilekçe hakkı gibi anayasada düzenlenen ve suç oluşturmayan bir eylemden dolayı yargılandıkları için ifade özgürlüğüne ilişkin 10. Maddenin ihlaline karar verdi ve 20 başvurucudan herbirine 10.000 euro manevi tazminata hükmetti.

Bu örnekleri çoğaltma olanağı var. Bu örnekler de göstermektedir ki, Türkiye’de yargının ve devletin “terörist”, “terör suçu” anlayışıyla, AİHM’in anlayışı arasında büyük bir fark bulunmakta. Başka ülkelerde, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini kullanmaları olarak görülen birçok sıradan eylem Türkiye’de terörist eylemler sayılıyor ve cezalandırılıyor. Bu fark hem yasalardan hem de uygulamalardan kaynaklanıyor. Çok geniş ve her yana çekilebilecek belirsizliklerle dolu terör suçları, muhalefeti sindirmek için kullanılınca durum daha vahimleşiyor.

Anayasa’nın 90. Maddesi AİHM kararlarıyla yasalar arasında bir çelişki varsa, esas olanın AİHM kararları olacağını belirtiyor. Dolasıyla, Türkiye’nin yasalarında, anayasasına ve uluslararası yükümlülüklerine uygun değişiklikleri yapması gerekiyor.

Uluslararası Hukukçular Komisyonu 2004 yılında kabul ettiği bildiride şöyle diyor:

“Terörist eylemlerin iğrenç niteliği,  devletlerin özellikle temel insan haklarını koruma konusundaki uluslararası yükümlülüklerine kayıtsız kalmanın bahanesi olarak kullanılmamalıdır.”

 

Yazarın Diğer Yazıları

Uluslararası belgelerde Türkiye’de demokrasi ve insan hakları

Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir

Gazze'de adalet arayışında Türkiye

Türkiye'nin Gazze konusunda söylediği sözlerin inandırıcı olabilmesi için somut bir eylemle desteklenmesi gerekir. Her şeyden önce yapılması gereken Türkiye'nin Gazze ile ilgili olarak UAD'ın önündeki davaya müdahil olmasıdır

Yerel seçim öncesi yeni bir demokrasi seçeneği

"Yerel demokrasinin hayata geçirilmesi, Türkiye’de yeni bir siyaset inşasıyla birlikte iktidarın tek bir kişiden halka devredilmesi, piramidin tersine çevrilmesi anlamına gelecek"