Demokrasilerde seçim, demokrasinin işlemesi bakımından gerekli olan rutin bir işlemdir. Halk seçim yoluyla iradesini açıklar. Ancak bu iradenin açığa vurulması, ülkeyi kimin yöneteceğiyle sınırlıdır. Ülkenin nasıl yönetileceği ise seçimin konusu değildir. Demokrasinin yerleştiği ülkelerde ülkenin nasıl yönetileceği bellidir. İktidara hangi parti gelirse gelsin oyunun kuralları önceden belirlenmiştir. Ülke demokrasinin özünü oluşturan insan hakları, hukuk devleti, çoğulculuk, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi temel ilkelere uygun olarak yönetilecektir.
24 Haziran seçimleri ülkeyi kimin yöneteceğini belirleyen rutin bir seçim olmanın ötesinde, Türkiye’nin nasıl bir rejimle yönetileceğini kararlaştıracak bir referandum niteliğinde. Bu nedenle bir dönüm noktası. Seçimlerin sonucu Türkiye’nin demokrasiyle yönetilip bir yönetilmeyeceğini belirleyecek.
Deneyimlerimizden biliyoruz ki, AKP iktidarı sürer ve Sn Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı seçilirse, Türkiye’deki otoriter rejim bir anayasal düzen olarak yerleşecek ve ülke derin bir karanlığa gömülecek. Ne yollar, AVM’ler, ne de köprüler, kanallar, havaalanları ülkeyi bu karanlıktan çıkaramayacak. 24 Haziran seçimler bu nedenle büyük bir önem taşıyor.
24 Haziran seçimlerinin bir özelliği daha var. 2002’den bu yana yapılan seçimlerin hiç birinde iktidar değişikliğine bu denli yaklaşmamıştık. Her türlü engellemelere, baskılara, kampanya sırasındaki eşitsizliklere, önceden yapılan planlara karşın iktidar değişikliğinin tünelin ucunda görülmesinin elbette bir anlamı var. Türkiye’de bir dönemin sona erdiğinin ve büyük bir değişimin eşiğinde olduğumuzun habercisi.
İktidar değişikliğinin güçlü bir olasılık olmasını değişik nedenlere bağlayabiliriz. AKP iktidarının yanlışları, demokrasinin, hukuk devletinin ortadan kaldırılması, baskılar, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, siyasal durum, dış politikanın başarısızlığı ve devletin saygınlığını yitirmesi bunlardan bazıları. Ama çok önemli bir neden de, muhalefet partilerinin seçimden önce birlikte hareket etmeleri, bir ittifak kurmaları. HDP’nin ittifak dışı kalması bu birlikteliği zayıflatsa da böyle bir ittifakın kurulması önemli. Şimdi, bu muhalefet blokunun mecliste çoğunluğa sahip olması durumunda, kurulan ittifakın seçimden sonra da sürdürüleceğinin, seçimden önce halka açıklanması gerekli. Bir bölüm seçmenin, özellikle kararsız seçmenin, kafasında şöyle bir soru var: Her biri farklı dünya görüşüne, farklı ideolojilere sahip dört partiden oluşan bu blok Türkiye’yi nasıl yönetecek? Farklılıklarını aşarak ortak bir siyaset çizgisinde buluşabilecekler mi? Bu gibi soru işaretlerini ortadan kaldırmak amacıyla, dört partinin işbirliğinin seçimden sonra da süreceğine ilişkin kamu oyuna güvence vermeleri önemli.
13 Haziran günü sivil toplum örgütlerinin yaptıkları basın toplantısında da, böyle bir güvencenin şimdiden verilmesi konusunda siyasal partilere çağrı yapıldı.
AKP’nin kutuplaştırıcı, baskıcı, tüm gücü tek bir kişide toplayan otoriter yönetimine karşılık dört partiden oluşacak bir meclis çoğunluğu ve buna dayanan bir iktidar, demokratik, çoğulcu, uzlaşıcı bir Türkiye’nin inşasının tohumlarını içinde taşıyor. Türkiye’de toplumsal barışın sağlanması için muhafazakar müslümanlarla seküler cumhuriyetçiler arasında bir toplumsal sözleşmenin yapılması gerekli. Bu sözleşmeyle tarafların, kendi dünya görüşlerini dayatmaktan, toplum mühendisliğinden vazgeçmeleri, ve çoğulcu bir toplumda, kendi görüşlerini ve buna bağlı yaşam tarzlarını saklı tutarak birlikte var olmaları, yan yana yaşamaları ve diyalog kurmaları sağlanabilir.
Bu bakımdan muhalefet blokunun içinde Saadet Partisi, İyi Parti, CHP ve HDP’nin birlikte bulunması büyük bir fırsat. Bu fırsat iyi değerlendirilir ve bu birliktelik bir seçim stratejisi olmanın ötesinde bir toplumsal uzlaşı zemini olarak görülürse, yeni bir Türkiye’nin inşası yönünde büyük bir adım atılmış olur.
Toplumsal barışın sağlandığı yeni bir Türkiye;nin kurulması, Kürt sorununa müzakereler yoluyla barışçı bir çözüm bulunmasından geçiyor. Tıpkı İspanya’nın, İrlanda’nın, Güney Afrika’nın, Filipinler’in ve en son Kolombiya’nın yaptığı gibi. Bu devletlerin yaptığını Türkiye neden yapamasın? Soruna kalıcı bir çözüm bulunursa terör kendiliğinden ortadan kalkar.
Çoğunluğa sahip bir muhalefet blokunun içinde HDP’nin bulunması, böyle bir çözümün kapısını açabilir. Ancak bunun önkoşulu HDP’nin diğer üç parti tarafından dışlanmaması. HDP’nin bir kez daha dışlanması, Kürtler’in sistem dışına itilmesi ve soruna barışçı bir çözüm bulmaktan vazgeçilmesi sonucunu doğurur.
Görülüyor ki, dörtlü muhalefet bloku Meclis’de çoğunluğu elde ederse, bu blok içinde çelişki gibi görünen unsurlar, gerçekte demokratik, çoğulcu, toplumsal uzlaşıya ve barışa dayanan yeni bir Türkiye’nin inşasının zeminini oluşturabilecek yapı taşları. Ancak muhalefet blokunu oluşturan partilerin, gecikmeden, seçimlerden önce bunu ortak bir açıklamayla halka anlatmaları, seçimin kazanılması bakımından, büyük bir önem taşıyor.
Demokrasi ve barış için çalışan sivil toplum örgütlerinin dört siyasal partiye gönderdikleri mesaj budur.