“Cezasızlık” yani devletin suç işleyen kamu görevlilerine kol kanat germesi, Türkiye’de her zaman insan haklarını kemiren ve içini boşaltan bir kurt oldu. Bunun yol açtığı insan hakları ihlallerini birçok AİHM kararında görmek olanağı var. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra cezasızlık yeni boyutlar kazandı.
Önce 22 Temmuz 2016 tarih ve 667 sayılı KHK yayınlandı. Bu KHK ile “Bu KHK kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki,idari,mali ve cezai sorumluluğu doğmaz” hükmü kabul edildi. Buradaki cezasızlık 667 sayılı KHK ve kamu görevlileriyle sınırlıydı. Öyle olmasına karşın çok eleştirildi. TCK’da suç sayılan eylemleri yapmaya teşvik ettiği, KHK ile tanınan çok geniş yetkilerin kötüye kullanılmasına yol açacağı, bu hüküm ile Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ön görülen askıya alınamayacak hak ve özgürlüklerin de ihlal edilebileceği, OHAL rejimi sona erdikten sonra da cezasızlığın devam edeceği ileri sürüldü. Hükümet,bu konuda eleştirel bir rapor yazan Venedik Komisyonu’na bildirdiği görüşlerde, cezasızlığın sadece kamu görevlilerinin KHK’lar çerçevesindeki görevleriyle sınırlı olduğunu,bunun dışında kalan sivillerin işledikleri suçlardan dolayı cezalandırılacaklarını bildirdi.
Bundan dört ay sonra kabul edilen 8/11/ 2016 tarih ve 6755 sayılı kanunla cezasızlığın kapsamı genişletildi. Buna göre “ 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile OHAL süresince yayınlanan KHK kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar,görev ve fiilleri nedeniyle hukuki,idari,mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.”
En son, 20/11/2017 tarih ve 696 sayılı KHK ile cezasızlık, sivilleri de kapsayacak biçimde, bir kez daha genişletildi.
Bu durumda,ortaya çıkan tablo şu özellikleri taşıyor:
1. 6755 s. Kanun ve 696 s. KHK ile gerçekleştirilen düzenleme, sadece geçmişteki darbe girişimiyle sınırlı değil. Aynı zamanda geleceğe yönelik. “bunların devamı niteliğindeki eylemler” ifadesinin anlamı bu.
2.”Bunların devamı niteliğindeki eylemler” son derece belirsiz, öngörülebilir olmayan, her yana çekilebilecek bir ifade. Bir kere, 15 Temmuz darbe girişimiyle terör eylemleri farklı şeyler. Darbe girişimi terör eylemi değil. Cebir, şiddet kullanarak anayasal düzeni değiştirmek, TBMM’i ya da hükümeti ortadan kaldırmak gibi, TCK 309-313maddelerindeki suçları kapsıyor. Bu maddelerde terör eylemlerinden söz edilmiyor. Terör eylemleri, Terörle Mücadele yasası’nın 1. maddesinde çok geniş, uluslararası standardlara uygun olmayan bir biçimde tanımlanıyor. “Bunların devamı niteliğindeki eylemler”le ne kastediliyor?
15 Temmuz darbe girişimi ise, bastırıldı ve bitti. Sürekliliği yok. Terör eylemleri ise, her eylem ayrı bir suç oluşturur. Bir süreklilik söz konusu değil. O zaman, “bunların devamı” neyin devamı? Hukuk devletinde yasalar böyle belirsizlikler içeremez. İçerirse yasa olmaz. AİHM; hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların hukuka uygunluğunu incelerken, önce sınırlamanın bir yasadan kaynaklanıp kaynaklanmadığına ve yasanın açık, öngörülebilir, erişilebilir olup olmadığına bakar. Yasa açık ve öngörülebilir değilse, başka bir inceleme yapmadan ihlale hükmeder.
3. Böylesine belirsizlik taşıyan bir yasa ile, suç işleyen sivillere cezasızlık getirilmekte, adeta suç işlemeye teşvik edilmekte. 696 sayılı KHK’nın en vahim tarafı bu. Sivil kişiler, kendi görüşlerine göre, bir darbe girişimi ya da bir terör eylemi olduğunu düşünüyorlarsa, bu karşı tarafın yaşamına son vermek için yeterli bir neden. Örneğin, kendisiyle aynı görüşte olmayan kişilerin düzenledikleri bir yürüyüşe katılanların üstüne ateş edebilir. Bundan dolayı ceza almaz. 696 s. KHK, Gezi direnişi sırasında elinde palayla dolaşıp önüne çıkanlara saldıranlara çıkarılan davetiyedir.
4. 696 sayılı KHK, hukuk devletini ortadan kaldıran, toplumu ilkel bir anarşi durumuna sürükleme yolunda atılmış bir adımdır. 17. Yüzyılda yaşayan İngiliz düşünürü Hobbes’a göre, hukuk devletinin bulunmadığı ‘doğal durumda’, insan davranışına kendini koruma içgüdüsü yön verir. İnsanlar kendilerini korumak için ne yapmaları gerektiğine kendileri karar verir. Buna tehdit olarak gördüklerini öldürmek de dahildir. Her insanın yaşamını sürdürmesi kendi gücüne ve zekasına bağlıdır. Herkes herkesle savaş halindedir. Bu anarşik durumdan kurtulmak için insanlar bir sözleşme yapmışlardır. Bu sözleşmeyle birbirlerine karşı şiddete başvurmaktan vazgeçmişler, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul ederek suç işleyeni cezalandırma yetkisini devlete vermişlerdir.
696 KHK ile herkesin herkesle savaş içinde olduğu, bireylerin cezalandırma yetkisine sahip bulunduğu ilkel anarşi dönemine geri dönülmekte. Kimin hangi eylemi, darbenin devamı ya da terör eylemi olarak göreceği belli değildir. Herkes herkesi öldürebilir ve cezasız kalabilir. Böyle bir anarşi ortamının doğuracağı sonuçlar kestirilemez. Herşey olabilir.
Şimdi soru, insanların böyle hiçbir güvencesi olmayan,eli palalıların kol gezdiği bir anarşi ve kaos ortamında yaşamayı kabul edip etmeyeceği, bir kollektif itiraz sesinin yükselip yükselmeyeceği. Bu sorunun yanıtı Türkiye’de demokrasinin de geleceğini kararlaştıracaktır.