Türkiye, belki Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor. Türkiye’deki rejimin adının demokrasi olmadığı konusunda artık içeride ve dışarıda bir görüş birliği var. Yargının bağımsız olmadığı, basın ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerin sürekli ihlal edildiği,güçler ayrılığının ortadan kaldırılarak tüm gücün tek elde toplandığı, her türlü eleştirinin “paralel yapı” ya da “terörle mücadele” bahanesiyle bastırıldığı, toplumda korku ve baskının egemen olduğu, kendi deneyimlerimizden ve uluslararası deneyimlerden yenen ya da yenilenin olmayacağını bildiğimiz bir iç savaşta her gün onlarca insanın yaşamını yitirdiği, kentlerin boşaltıldığı, giderek içine kapanan, kendi karanlığına gömülen bir Türkiye’de bir uçuruma doğru sürüklendiğimizi görmemenin olanağı yok. Bunu iktidar partisi de görüyor. Ancak onlar için herşeyden önemli bir “dava” var. Kendisinden olmayan yüzde 50 üzerinde hegemonik bir yapı kurararak,tek tipçi, otoriter,tek adamın iradesine dayanan, dinsel referanslı yeni bir Türkiye kurmak.
İktidar, bedeli ne olursa olsun, bu amaca doğru adım adım ilerlerken, muhalefetin bu gidişi durdurmakta yetersiz kalması, başka bir Türkiye umudu verememesi, toplumda bir umutsuzluk, karamsarlık, bezginlik yaratıyor. Bu umutsuzluk son zamanlarda kamusal alanda büyük bir sivil toplum hareketlenmesine yol açtı. Gün geçmiyor ki yeni bir platform, yeni sivil toplum gruplaşması ortaya çıkmasın.
Umutsuzluğa, karamsarlığa, korkuya ve yılgınlığa teslim olmayı reddedenlerin hareketi bu. Bütün bu gruplaşmaların ortak yanı, despot bir rejime karşı mücadele vermek, direnmek, Güneydoğu’daki savaşa son vererek barışı sağlamak, herkesin barış içinde birlikte yaşayabileceği demokratik bir Türkiye düşünü gerçekleştirmek.
Bu gruplaşmalar, bütün baskılara karşın, çığ gibi büyüyen bir toplumsal muhalefet yaratıyor. Ne var ki, bu toplumsal muhalefetin etkili olması, bütün bu platformların eşit bir biçimde birbirlerine eklenmelerine bağlı.
Bu amaçla, bütün demokratik sol grupların, sendikaların, meslek kuruluşlarının, STK’ların, platformların katılacağı bir kurultayın toplanması yararlı olacak. Bu kurultay asgari ortak noktaları içeren bir program kabul edip, tüm kuruluşlar arasında eşgüdüm sağlayacak bir organ kurulmasına karar verirse ortak bir mücadele cephesi kurulması yolunda önemli bir adım atılmış olur. Amaç, bir strateji çerçevesinde birleşerek, AKP’nin hegemonik düzenine karşı ortak bir mücadele verecek yeni bir güç merkezi yaratmak.
Kurultaya katılacak kuruluşlar elbette ayrı kimliklerini, ayrı görüşlerini saklı tutacak. Bu kuruluşlar arasında bir görüş birliği sağlamak gibi bir amaç olmamalı. Kurultay farklı görüşlere sahip kuruluşları ortak bir amaca yöneltmek için çaba göstermeli.
Kurultayda doğacak yeni kamusal alan sadece AKP’nin düzenini red değil, aynı zamanda yeni bir siyasal kültürün yaratılmasına, tohumları Gezi direnişinde atılan yeni bir demokrasi ve yeni bir Türkiye projesinin ortaya çıkmasına yol açacak.
Böyle bir hareket hiçbir siyasal partinin şemsiyesi altına girmemeli. Ama dileyen siyasal partilerin de zincirin eşit bir halkası olarak katılması engellenmemeli. Böylelikle, hegemonyaya karşı ortak mücadelenin hem parlamento içinde, hem dışında sürdürülmesi ve bu ikisi arasında bağlantı kurulması sağlanmış olur.
Bu oluşumun başarısı kitleleri harekete geçirebilmesine bağlı. Direniş, sadece bildiriler yazıp, paneller, seminerler düzenlemeyle sınırlı kalırsa (bunların önemsiz olduğunu söylemiyorum) etkisiz kalmaya mahkûm olur. Bu mücadele çok yönlü. Hukuksal, siyasal, toplumsal yönleri var. Neyin, ne zaman yapılacağı bir strateji sorunu. Sokağa inmek de, panel düzenlemek de doğru zamanlarda yapıldığında etkili olabilir. Ama bir toplumsal muhalefetin iktidarın hegemonik yapısında çatlak yaratması ancak halk kitlelerini harekete geçirerek gerçekleşebilir.
Bunun için her şeyden önce, AKP hegemonyası altında ezilen, dışlanan azınlık gruplarını, Kürtleri, Alevileri, işçileri, işsizleri, LGBTİ’leri, Romanları, inançlı solcuları ve tüm sol grupları motive edebilmek gerekir. Bu hareketin çoğulculuk ve katılımcılığa yer vermesi ve böyle bir Türkiye düşü yaratmasıyla sağlanabilir. İnsanlar ancak bir değişim isteği yaratılırsa harekete geçer. Bunun için de insanlara yaşamlarında neyin eksik olduğunu düşündürmek, şimdiye kadar sorgulamadan kabul ettikleri bazı şeyleri sorgulamalarını sağlamak önemli. Bu amaçla, yukarıdan bakmayan, karşılıklı öğrenmeye dayanan bir diyalog kurmaya, yeni bir umut vermeye, yeni bir heyecan yaratmaya gereksinim var.
Kitleleri harekete geçirebilecek etkili bir toplumsal muhalefetin oluşması, Türkiye’nin giderek ağırlaşan koşulları altında, ülkenin ve insanların kaderini değiştirecek en büyük güç olabilir.
Bir sol hareketin amacı, ülkedeki güçler dengesini değiştirerek olanaksızı olanaklı yapmak olmalı. Bunun için mevcut potansiyeli kullanarak bugün olanaksız görünenin yarın olanaklı olması yolunda çaba göstermek gerekir. Bugün Türkiye’nin koşulları etkili bir toplumsal muhalefetin oluşması için gereken nesnel koşulları yaratmıştır. Şimdi sorun böyle bir hareketi örgütlemek ve belirli bir amaca yönelmesini sağlamak. AKP’nin hegemonyasına itiraz eden bütün demokratik güçlerin katıldığı bir kurultayın toplanması bu bakımdan bir dönüm noktası olabilir.