02 Mayıs 2016

'Kıraathane' doğdu, şamatasız ama gümbür gümbür!

Bugün, sıradan performanstan fazlasını hak eden, bir sahne performansından söz edeceğim

Bugün, sıradan performanstan fazlasını hak eden, bir sahne performansından söz edeceğim.

İnsanlara haber vermeyi kendisine şiar edinmiş bir mesleğin erbaplarının, şu veya bu şartlar nedeniyle aslında yılgın, düşük görüntüde olmaları gerekirken; tersine dimdik, bir şeyler üretiyor olmanın, tadından doyumu olmayan, meyvesiydi bu sahne performansı çünkü…

29 Nisan 2016, Cumartesi, saat 21.00’de, Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde seyrettiğimiz İyiliğin ve Kötülüğün Şarkısı adlı gösterinin düzenleyicileri, P24 ve K24 hakkında bilgi sahibi olmanız için, armudu pişirip sunuyorum, yazımın içindeki kutucuklar aracılığıyla…

 

Kıraathane’nin gelişi,
şamatasız ama gümbür gümbür...

 

İyiliğin ve kötülüğün şarkısı, sahne performansında Bas bariton Laurent Naouri konuşmaların konusuna göre Ravel'den Bach'a hatta Misraki'den Leonard Cohen'e Guillaume de Chassy'nin piyansu eşliğindeHaber vermeyi ve olup biteni imbiğinin süzgecinden geçirip başkalarıyla paylaşmayı iş edinen bizlerin durumu malûm…

Ama asıl böylesi zehirli şartlarda, bir panzehir yaratarak ‘fikir’ denen kavramı geliştirmek, beslemek ve bir tür okul gibi hizmet etmeyi amaçlayan P24 ve K 24 gibi oluşumlar yaratmak, başlı başına şapka çıkartılacak bir durum arz ediyor…

T24 sayfalarında rastladığınız, kitap eleştirileriyle göze çarpan K24’ün meğer bir de bundan böyle ciddi, kültürel - sanatsal eserlerin tanıtılıp sergileneceği, yeni bir pencere açma derdi de olmuş. Adı da: Kıraathane! İlk etkinliği de, işte geçen akşamki gösteriydi…

 

Nürnberg’e giden yol; 
iyiliğin ve kötülüğün şarkısı

 

Deniz Türkali ve Philippe Sands anlattılar ama teatral bir tarzda, bilgilendirdiler ama estetiği de unutmadanBelgesel filmlerde, nasıl kurgulu (fiction) bir tür var ise, buna da fiction mise en scéne (mizansen) yani kurgulu sahneleme diyebiliriz bence.

II. Dünya Savaşı’nın bitişi, sorumluların muhakeme sürecinde, hukuki anlamda çekirdek kadrodan üç kişinin, aralarındaki konuşma-tartışmaları hatta 1915’e giden birikimlerini hiç sıkmadan bilgilendiren, estetik yönünü de unutmadan, bir bilgi aktarımıydı sanki…

Metinler, konuya göre müzik-şarkılarla zenginleşmişti.  Ravel’in L’énigme éternelle’i, Prokofiev’in İbrani temaları üzerine uvertürü, Chaslin’in Wer tritt herein, so fesch und schlank?’ı,Beethven’in 8 no’lu sonatı, op: 13 (Patetik)’i, Rachmaiov’un Melodya op 21 n: 9, aranjımanı, Busoni ve Bach’ın Koral BWV639, Ich ruf zu dir’i, yine Bach’tan başka, Misraki hatta Leonard Cohen’den.

Nina Brazier’in yönetmenliğini yaptığı okuma tiyatrosu formatındaki sahneleme, piyanoda Guillaume de Chassy ve şanda bariton Laurent Naouri tarafından, excellent bir icrayla tamamlıyorlardı okunanları… Seyirci, İngilizce metinleri, sahne üzerindeki banttan Türkçe tercümesini izlerken, bu müzik-şan ile de, konu ortamına daha bir giriyordu sanki…

K24'ün organize ettiği, hukuki konferans, ders mi yoksa teatral bir anlatı... Kahramanlarımız, Deniz Türkali, Philippe Sands, Laurent Naouri Guillaume de Chasy, yönetmen ise Nine BrazierBugün AB-Türkiye, Avrupa Konseyi-Türkiye ilişkileri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’de Rusya’yı bile bazen geçen kabarık hak ihlâlleri dosyalarıyla Türkiye’nin hâli ama en önemlisi, artık başrolünü (!) oynar konuma geldiği Suriye-Rusya-ABD-Türkiye karesindeki sorunların kaynağının, aslında nasıl dünde yattığının fısıldanmasıydı...

Devletlerin, öz yurttaşları da olsa (ister öperim, ister döverim)  keyfi davranamayacakları artık tartışmasız (güya). Herkes, böyle konuşmasına rağmen, uluslar arası ilişkilerde, ulusal çıkarlara gelince iş, bal gibi de uzay çağında olan ülkeler, kabile reislerine dönüşebiliyorlar… Geçelim… II. Dünya Savaşı’na dönelim.

Savaş sonrası, öldürülme, kötü muameleleri önlemek için, yeni bir kurallar matematiği oluşturuldu… Özellikle grup - bireyleri korumak için, ilk kez Nürnberg’de telaffuz edilen soykırım ve insanlık suçu kavramları yer alıyordu. İnsan onurunu koruyan bu gelişmeler, bireylerin vahşice yaptıklarını tezahürüydü. Bu anlatı-aktarma mizanseni, Nürnberg’in hukuk beyinleri olan kişilerden özellikle üç kişinin, Hersch Lauterpacht, Rafael Lemkin ve Hans Frank’ın 600 no’lu mahkeme salonunda oynadıkları rolü anlatıyordu…

Anlatıcı rolündekiler, Deniz Türkali ve Philippe Sands teatral anlatımlarıyla kahramanları zihnimizde, canlandırabilmemize, nefis performanslarıyla yardımcı oldular…

 

P24 nedir?

P24, gazetecilik mesleğinin yoğun siyasi ve ekonomik baskılar altında bulunduğu bir dönemde, editoryal bağımsızlığı desteklemek - geliştirmek amacıyla başlatılan bir girişimdir. Kâr amacı gütmeyen bu sivil toplum kuruluşunun kurucuları arasında Türkiye medyasının tecrübeli bazı mensupları bulunmaktadır.
P24, geniş bir görev tanımıyla, Türkiye medyasının kapasitesini genişletmek, medya bağımsızlığı konusunda kamusal bir talep yaratmak, en iyi gazetecilik uygulamaları için araştırma yaparak bunlara destek sağlamak ve internet haberciliğine geçişi teşvik etmek amacıyla faaliyete koyulmuştur.
Bunun için şu yollara başvurulacaktır:
Örnekler üretilmesi (içerik sağlama, bağımsız kaynaklar üzerinden araştırmacı gazeteciliğin örgütlenmesi ve teşvik edilmesi),
Genç profesyoneller için eğitim programları düzenlenmesi,
Medya itibarı ve onuruna ilişkin konular hakkında kamusal farkındalık yaratılması.
Kısaca, P24 yerleşik medyaya olan güvenini kaybetmiş bir toplumda, özgür ve bağımsız bir medyanın değerlerini öne çıkarmayı ve kanıtlamayı amaçlamaktadır.
P24'ün kurucu başkanı Hasan Cemal'dir.
Diğer kurucu üyeler de şunlardır: Doğan AkınYasemin ÇongarAndrew FinkelHazal ÖzvarışYavuz Baydar ve Murat Sabuncu.

 

 

Dünya çapındaki Türk profesörü hatırladık…

 

ABD’nin, Massachussetts kentindeki Clark Üniversitesi’nde Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Prof Dr Taner Akçam hocamızı hatırlamadık değil; ısrarla, yıllarca, uluslar arası mercilerde anlattığı bir gerçeğe rastladık burada…

Akçam şunu söylüyordu çünkü:(…) 1947’de BM tarafından resmen hukuki kavram olarak soykırımı kabul ettiren Rafael Lemkin’dir ve aynı Lemkin 1915’te Ermenilere karşı yapılan vahşeti incelediği nde, öğrendiklerinden sonra, tam da bu olaylar yüzünden, soykırım kavramını, uluslar arası hukuka önermiştir diyordu… O soykırım sayılmaz, zira 1915’te bu kavram henüz hukuka girmemişti diyenlere…

Ve işte İyiliğin ve kötülüğün Şarkısı adlı sahne performansında, özellikle bu gelişmeler, belgeleriyle, tarihleriyle, konuşmalarıyla, teker-teker anlatılıyordu…

Peki, aşağıda aktaracağım, kendisinin İstanbul sürprizi diye adlandırdığı (hakikaten de öyle oldu) bir anlatıyı, Türkiye seyircisine spontane sunan Philippe Sands kimdir biliyor muyuz? Anlatayım, zira konunun ağırlığından dolayı önem ve ciddiyeti daha iyi anlaşılacak…

University College London’da Hukuk Profesörü, Matrix Chambers’de avukat. Lowless World (2005) -Hukuksuz Dünya- Alfa Kitap (2016) ve Torture Team - İşkence Ekibi – (2008) kitaplarının yazarı. Bu sahne performansı da, kendisinin East West Street: On the Origine of Genocide and Crimes Against Humanity  yani Doğu-Batı Caddesi: Soykırımın ve İnsanlığa Karşı Suçların Kökenleri Üzerine adlı kitabına dayanıyor… Bu kitap, 2016’da Alfred A. Knopft tarafından ABD’de, Weidenfeld & Nicholson tarafından İngiltere’de ve Türkiye’de de (zamanını yazmayalım, ne olur, ne olmaz) yayımlanacak… 

 

K24 [Kitap-Kültür-Kritik] sitesi Bağımsız Gazetecilik Platformu P24’ün desteğiyle, T24 ve P24 üzerinden yayın yapar.

Yayın Yönetmeni: Sibel Oral
Yayın Koordinatörü: Murat Şevki Çoban
Web Editörleri: Zeynep NuhoğluMetin Yener
Yayın Danışmanları: Nilüfer KuyaşHaydar ErgülenYasemin ÇongarEmre AyvazBaşak Bingöl

 

 

Ama hocam, Ermeniler
tavuk değildi ve değiller ki…

 

Sands şöyle diyordu:

(…) İstanbul / Türkiye’deki bu performans onuruna, anlatacağım anekdotun ilgi çekeceğine inanıyorum… Sonraki yıllarda, Lwow’da okumaya başlamadan önce, Lemkin, 1921 Haziran ayında Berlin’de görülen etkileyici ve ziyadesiyle çarpıcı bir dava hakkında notlar aldı. Sanık kürsüsünde, Berlin’de eski Osmanlı Dâhiliye Nazırı, Tâlât Paşa’ya suikast düzenleyen, genç bir Ermeni, Soğomon Tehliryan oturuyordu. Dans dersler ve mandoline ilgi duyan cılız, beti benzi atmış bir öğrenciydi Tehliryan. Memleketi Erzurum’da katledilen hemşerilerin öcünü almak için Tâlât Paşa’yı öldürdüğünü iddia etmişti. Hâkim ‘ruhi çalkantıları’ nedeniyle, hür iradesi dışında davrandığı kanısına varıp, Tehliryan’ı serbest bırakması için jüriye yön verdi. Suçsuz kararının çıktı. Karar, mahkeme salonunda büyük kargaşaya neden oldu…   

Lemkin, profesörü ile bu davayı tartışıyordu durup dinlenmeden…

Lemkin: Tehliryan, tabii ki insanlığın vicdanı adına, bir adalet memuru gibi davranamazdı; ama gelin görün ki, insanların katli de cezasız kalamazdı; dolayısıyla bence doğruyu yaptı…

Profesörü: Ama egemenlik ilkesi ne olacak? Devletlerin yurttaşlara diledikleri gibi davranma hakkı ne olacak? Bir çiftlik düşün, kümeste tavukları olsun, adam bir gün hepsini öldürmek istesin. Komşu / başka bir çiftliği ilgilendirmez ki bu? Müdahale edemezsin ki…

Lemkin: Tamam da hocam ne Ermeniler ne başkası ne o zaman ne şimdi tavuk değiller ki!

Ve işte bu konuşmadan sonra, Lemkin, uluslar arası hukuk okumaya karar verir, geliştirir ve o kadar ki, 1915’ten tam 30 yıl sonra Nürnberg Mahkemesi’nde hukuki beyinlerden biri olur ve daha 1915’te olaylardan esinlenip geliştirdiği soykırım kavramını, yeni-yeni Nürnberg’de kabul ettirmek ister, zorlanır ama 1947’de BM tarafından kabul ettirir…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

16'ncı Altın Kayısı Festivali'nde Türk asıllı yönetmen ve Türkçe filmler de ödül aldı

Ermenistan Başbakanlığın ödülü, bizim ‘GAIFF Sinema’yı Kalkındırma Platformu’, Ermenistan’dan Datev Hagopyan’ın ‘Tagart (Tuzak)’ filmine takdim edildi…

Ve "iyi ki var" dediğimiz 16'ncı Yerevan Altın Kayısı Film Festivali'nin sonuna geldik...

Güzel, eğlenceli, değişik yani yeknesaklıktan kurtaran ama belirli bir düzene ve disipline alışkın özellikle yabancı konuklar için biraz yorucu ve yıpratıcı ama ‘araziye uymaya çalışıyor’ insanlar, ne de olsa kayısı ülkesi… 

‘Azerbaycan Filmi’ derken

İnsanlığın unuttuğu ulvi değerleri, günümüzde inatla yaşatan Malakanlar!