23 Aralık 2014

İktidar olana dek, AB ‘abi’ydi, şimdi ise ‘kendine bak!’

AB tam üyelik konusunda Türkiye’ye çifte standart uyguladı da, Türkiye verdiği tüm taahhütleri yerine getirdi mi?

14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan AK Parti’de Sayın Recep T. Erdoğan, Abdullah Gül, Abd-ül-latif Şener, İdris Naim Şahin, Binali Yıldırım, Bülent Arınç önde gelenlerdendi. Millî Selamet-Refah-Fazilet- (Millî Görüş), Anavatan (Turgut Özal'a yakın isimler), Adalet -Doğru Yol Partisi (merkez sağ) kökenli hatta 68 ve 78 kuşağından olup ama bugün Liberal Sol bir konumda olan bazı aydın-yazar-çizeri de barındırıyordu...

 

3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde, geçerli oyların % 34,63'ünü alarak, Abdullah Gül başkanlığında 58. Cumhuriyet Hükümeti'ni kurmuştu. AK Parti ilk yerel seçiminin ise 23 Mart 2003 tarihinde Çorum'da kazanmıştı. Eski Belediye başkanı Prof. Dr. Arif Ersoy, 2002 genel seçimlerinde vekil adaylığı için istifa etmiş;  Belediye Meclisi birini seçemediği için 23 Mart 2003’te Çorum'da seçim yapılmış, AKP'nin adayı Turan Atlamaz seçilmişti.

 

26 Aralık 2003 tarihindeki Radikal’de Fatma Sibel Yüksek İslamcı imajından kurtulmak isteyen Tayyip Erdoğan 'muhafazakâr demokratlık' tezini öne çıkaracak diyor; Erdoğan da Milli Görüş gömleğini çıkardık diyordu. Zira AKP, bazılarınca millî görüşün parçasıydı…

 

2004 yılındaki yerel seçimlerde, % 41.67'lik oyla birinci olmuş, 1.950 belediye kazanmıştı. 15 büyükşehirden 11'ini – Ege, Güneydoğu’nun bazı illeri hariç - Türkiye'de kazanmıştı.

 

2007 yılındaki genel seçimlerde, %46.58'lik oy oranıyla,  hükümette olmasına rağmenoy oranını arttıran, Türkiye (hatta Fransa’daki İzmirli, Levanten – Ermeni Katolik karışımı kökenli, Edouard Balladur Hükümeti gibi, dünyada) tarihindeki ender partilerden olmuştu.

 

2009 yerel seçimlerinde ise 15 milyon 513 bin 554 seçmenin oyunu almış. % 38.8’le oyları düşse de Türkiye genelinde yine birinci partiydi. İstanbul ve Ankara gibi 10 büyükşehir belediyesi ile beraber toplamda da 1442 belediye kazanmıştı.

 

2011 genel seçimlerinde de %50 ve 21,5 milyon oy alarak 326 milletvekili çıkarmış; üç genel seçimde böylece birinci olup, oyunu yükseltip, iktidarda kalan tarihin tek partisi olmuştu.  

 

AK Parti’ye karşı içte
muhalefet neler yapmadı ki?

AK Parti’nin yükselişi kolay olmadı; teslim etmek gerek… Demokrasi, laiklik adına, güya (sanki Cumhuriyet Türkiye’sinin, İsmet Paşa dönemi, CHP’nin tam bir jakoben dayatmayla işbaşına geldiği tek parti dönemiyle kıyaslanabilirmiş; AK Parti seçimle işbaşına gelmemiş gibi) tek partili rejime karşı olmak adına, AKP’ye türlü yollarla engel olunmak istendi…

 

2007 yılında, Cumhurbaşkanı Sezer'in yerine Erdoğan'ın aday gösterilmesi ihtimali üzerine özellikle Ankara, İstanbul, İzmir’de, ADD, ÇYDD, İstanbul Barosu, DİSK, KESK kurumları tarafından Cumhuriyet Mitingleri düzenlenmiş. Bunu gören, AK Parti’nin gümbür-gümbür gideceğini zannederdi. Cumhuriyet gazetesi, Anayasa Mahkemesi’ne bomba atanın şeriatçı olduğu söylendi ama bunun AKP Hükümeti’ne iftira atmak için düzmece olduğu ortaya çıktı. AK Parti, cumhurbaşkanı adaylığına Abdullah Gül’ü gösterince, CHP de cumhurbaşkanlığı seçimi için genel kurulda en az 367 milletvekilinin olması gerektiği, Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ortaya attığı fikrine (!) sarılıp, genel kurula gelmeyerek seçimleri boykot etti. İlk oturumda 367 milletvekili bulunmasına rağmen toplam oy 367'nin altında kaldı; cumhurbaşkanlığı seçimi oturumlarının iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkeme seçimi iptal etti, seçim kararı alındı. AK Parti yılmadı ve 22 Temmuz seçimlerinde % 46,7'siyle oyunu arttırarak çıktı. Seçmen, Kanadoğlu’nu izleyen, kökten laikçi, çağa ayak uyduramamış CHP ve jakoben kesimlerin 367 tezgâhından çıkan senaryoyu amiyane tabirle yememiş, mağdur AK Parti’ye destek vermişti. CHP, Kanadoğlu’nun oyununa mal bulmuş Mağrip gibi sarılmaz, iftira kampanyaları yapılmasaydı, AKP toplumdan kredi almayabilirdi.

22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerinde, böylece Erdoğan, hükûmeti kurdu; TBMM'de üçüncü parti olan MHP ise, CHP'nin aksine Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot için genel kurula gelmemeyi reddetti; böylece tekrar aday olan Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı olabildi…

14 Mart 2008’de Yargıtay Bşsvcı. Abdurrahman Yalçınkaya AK Parti’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı durumuna geldiği savıyla, Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davası açtı; Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan da dâhil 71 kişi için 5 yıl siyaset yasağı istedi. 30 Temmuz 2008'deki kararla, 10 üyenin 6'sı kapatma, 4hazine yardımı kesilmesi için oy verdi ama Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç'ın ret oyuyla AKP kapatılamadı…

Genlerinde ittihatçılık ve jakobenlik olan muhalefet, sırf muhalefet yapmak için muhalefet yapıyor; AKP Hükümeti, demokrat - sol cenahın yapacaklarını yapınca, otomatiğe bağlı bir şekilde muhalefet ettiğinden, iktidardan daha geriye düşüyordu. Nasıl düşmesindi ki zaten?

AKP, farklı kültür-kimliklere saygı, gasp edilmiş hakların iadesi gibi konularda en azından rol veya mış gibi yapıyor olsa da, algı yaratabiliyor ve bir şeyler yapıyor gözüküyordu… Oysa MHP / CHP gibi muhalefet izse, bu konularda aslında damardan karşı olduklarını, ırkçılığa varan hoşgörüsüz nöbetleriyle, sazan balığı gibi düşüp, kendilerini belli ediyordu.  

 

AK PARTİ, iç muhalefetin baskılarına AB sayesinde direnebildi

 

Genelde AB’ye tam üye olduktan sonra girilen Gümrük Birliği, Türkiye için terse çevrilip, önce Gümrük Birliği ve sonra AB üyeliği denmiş; Tansu Çiller’in Başbakan olduğu 52.ci Hükümet de, AB ile bütünleşmenin ilk durağı olarak Türkiye 1 Ocak 1996’da Gümrük Birliği'ne girmişti. Toplantılarda Türkiye AB’ye üye olacak ülkeler arasında gösterilip; 12-13 Aralık 1997’de, Lüksemburg Zirvesi’nde de Türkiye’nin tam üyeliği teyit ediliyordu. Ardından 15-16 Haziran 1998’de Cardiff Zirvesi’nde Türkiye, üye adaylığına getirilmiş;. 10-11 Aralık 1999’da Helsinki’deki AB Devlet-Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, Türkiye oy birliği ile AB’ye aday ülke diye ilan edilerek diğer adaylarla eşit olacağı belirtiliyordu.

 

AK Parti Hükümeti, oyunu arttırmasına rağmen, CHP, MHP, BDP’den gayrı, asker, kökten laikçi, ulusalcı-milliyetçi, derin devlet ve böyle gelmişböyle giderci cenahın muhalefetine karşı en büyük dayanağı, AB oluyordu... Kısaca, AKP Hükümeti, seçmenin oylarına mazhar olmasına rağmen, ülke içinde her taraftan kuşatılmış durumunu hükümetteyiz ama henüz iktidarda değiliz ifadesiyle açıklıyordu… Oy almış olmasına rağmen, uygulayacağı proje ve işlerle bunun tadını alamaması yıpratıcıydı… Dolayısıyla, AKP Hükümeti’nin Türkiye’si, dünyadan kazanacağı bir meşruiyete ihtiyacı vardı; bunu da AB sağlayacaktı…

 

Ak Parti hükümeti, başta AB’ye nasıl (şöyle/böyle) uyum sağladı?

 

Ombudsmanlık kurumunu kurup başlattı… Yargıtay, Danıştay gibi Yargı reformu yaptı… İfade Özgürlüğü konusunda, basının sorunları var ama 301.ci madde kaldırılmamasına rağmen hafiflemesi AB’den takdir gördü… Siyasi Partiler Kanunu’nda parti kapatmanın zorlaştırılması keza… Anayasa Reformu için AKP, mecbur olmamasına rağmen, partilerin milletvekili sayıları oranında değil, eşit sayıda Anayasa Komisyonu üyelerini oluşturması alkışlandı… Referandum ’da onaylanan Anayasa Paketi’nin % 50’i oranında oylanması da… İğneyle kuyu kazar gibi, Anayasa’nın 60 maddesi tek-tek değişmesine karşın, muhalefet partilerinin toptan oylamamaları, Anayasa konusunda, bu Meclis’le ilerlenemeyeceği ortaya çıkarmıştı… Medeni Kanun’da kadın ve erkek eşitliğinin sağlanması önemliydi. Azınlık Haklarında, T.C tarihinde hiç olmadığı kadar (cumhuriyetin ilk gününden bugüne ihlâl ve gasp edilmiş hakların tazmininin % 1’ini ancak teşkil etmektedir) düzelmeler kaydedilmiş, Vakıflar Meclisi’nde, İslam dışı dinlere mensup vatandaşların tümüne, bir kişilik kontenjan verildi. Tabi, AB için değil, Türkiye’nin onuru için, azınlıkların 1) Seçim Yönetmeliği, 2) Mülklerin iadesinde uygulama sorunları ve 3) a.- Ermeni Resuli (Ortodoks) Patrikliği b.- Ermeni Katolik Kilisesi Ruhani Liderliği, c.- Ermeni Protestan Kilisesi Önderliği ç.- Rum Ortodoks Evrensel Patrikliği d.- Süryani Kadim Kilisesi Patrikliği e.- Süryani Katolik Kilisesi Patrik Vekilliği, f.- Latin Katolik Önderliğinin, tüzel kişilik sorunları çözmesi gerekiyor. Bu üç ana sorun çok önemli…  

 

2011 sonunda, iktidar olunca ‘AB Abi’ye ‘Kendine bak!’ dedik

 

Özet ve ana başlıklarıyla da olsa, Türkiye’mizin genel dış politikasının (statükoyu rahatsız edecek çapta) önemli ölçüde değişme pahasına, liberal ve idealist görünümlü siyasetler, TC dış politikasında - tarihte hiç olmadığı kadar evet vurgulayarak söyleyelim – hâkim olmuştu Liberalleşen dış politikamız, AB ilişkilerini kolaylaştırmış; tabi karşılığında AB ise AKP Hükümeti’ni desteklediğini alenen beyan ederek, Türkiye’ye sıcak para akmasını dolaylıca neden olup, ülkede Hükümeti eleştirenlerin ağızlarını ölçülü açmalarını sağlamıştı. Ama ve lakin aynı AB, üyelik konusunda, Türkiye’ye ne kadar hakkaniyetli davranmıştı, tartışılır…

 

AB belki AKP’yi desteklemiş ama Türkiye’nin üyeliğini değil…

 

AB’nin başlattığı tam üyelik müzakereleri sürecini, satır aralarını okuyarak değerlendirmeli. Daha önce AB üyelerinden istenmeyen talep-şartların, Türkiye’den istendiğine dair algı, küreselleşen dünyanın parçası olan Türkiye halkına da yansıyordu tabii… Şöyle ki:

1- Türkiye’den önce, AB’ye aday üye ülkeler, müzakerelere başladıklarında üye olacakları kesinleşiyor; üyelik tarihi belli oluyordu. Oysa 17 Aralık 2004 kararıyla Türkiye ile üyelik müzakerelerinin ucunun açık olduğunu ilan edildi. Bizce zurnanın zırt dediği yer burasıydı. Bunun anlamı Türkiye’nin tam üye olacağı kesin değildir demekti.

2- Türkiye’den önce, AB’ye aday ülkelerle müzakere başladığında, önce Hükümetler arası Konferans toplanır, sonra teknik görüşmeler Avrupa Komisyonu’nca yürütülürdü. Türkiye için ise,  Hükümetler arası Konferans her müzakere başlığı için ayrı-ayrı toplanacaktı. Bu, Türkiye’nin başında, diğerlerinde olmayan, bir Demokles kılıcının sallandırılması demekti.

3- Diğer adaylara, salt 31 müzakere başlığı öne sürülürken, Türkiye’ye aniden 38, şimdi ise 40 adet öne sürülüyordu. Gerekçe ise, yüz ölçüm ve nüfusunun büyük ölçekte olmasıydı (!).   

4- Türkiye’den önce, tam üye vatandaşlarının AB’de serbest dolaşım hakkı tartışılmazken,  TC yurttaşları için hep bir kısıtlama eğilimi gözleniyordu.

5- Türkiye’ye diğer adaylara yapılan yapısal fonlarla ilgili mali yardım yapılmayacaktı.

 

Dolayısıyla, eğri oturup doğru konuşacaksak, AB ve TC ilişkilerinde, AB, Türkiye’nin tam üyeliğini – diğer herhangi bir aday ülkeye yaptığı gibi yani asla Türkiye’ye ayrıcalıktan söz etmiyoruz – desteklemekten ziyade, AKP Hükümeti’ni (başta) desteklemiş olduğunu söyleyebiliriz. İkincisi, Erdoğan’ın çizmiş olduğu parabolün etkisindeki AKP Hükümeti ve tabi Türkiye’nin, AB’ye (tam) iktidar olana kadar Abi, olduktan sonra da tamam artık, önce kendine bak, dediğini söylerken, AB’nin de Türkiye adaylığına hakkıyla davranmadığını da tespit etmek gerekiyor.  Yani Türkiye, bugün eğer Artık karışma diyorsa, bunu dedirten de biraz AB’dir… Üçüncüsü, seçim faktörünü unutmamalıyız. 2015 seçimleri öncesi, Türkiye’de milliyetçi yabancı (dış dünya) karşıtı nutukların oy getirebileceğini, AB yöneticileri... biliyor.

 

Yoksa AB de AK Parti Hükümeti de, AB’nin desteği olmadan, bugün AB’ye dayılanan AKP Hükümeti’nin böyle konuşabilecek konumda olamayacağını iyi biliyorlar… Dolayısıyla, siyaset ve diplomasideki ana kuralı hatırlamak gerek: demeçlere değil, yapılanlara bakmalı!

 

Üyeliğine yüz verilmeyen Türkiye, yüzünü bir yere dönecekti…

 

Peki, AB tam üyelik konusunda Türkiye’ye çifte standart uyguladı da, Türkiye verdiği tüm taahhütleri yerine getirdi mi?  İşte bunun cevabı koca bir hayırdır!

Türkiye’nin, tıpkı Azınlık haklarında olduğu gibi, çoğunluğu (bırakın bir an azınlıkları) 80 milyona yakın vatandaşlarının tümünün çıkarına olan reformları, tarihte olmadığı kadar birçok değişiklikler yapması, bunları yeterince yapmış demek değildir

 

Türkiye, değişiklik yaptığı yasaları bile uygulamaktan uzak bir konumda…

Savcıları, hâkimleri, yüksek mahkeme üyeleri (olmayanları tabii ki tenzih ediyoruz) sanki bu ülkede yaşamıyor, devletin köklü değişimlere gitmek istemesini iddia ettiğinden bihaberler…

Yani yapılan değişimlerin yetersiz olması bir yana, yapılan değişimler bile uygulanmıyor

TRT’de 24 saat Kürtçe yayın yapılabilmekte ama kışla, sivil hayat, üniversite, okul, sokak veya hastanede bir vatandaşın Kürtçe isim kullanması,  şarkı söylemesi, suç sayılabilmekte dava açılabilmektedir… Oysa bu davanın açılmasını kabul edenler suç işlemektedirler!

Ve Türkiye’nin devlet mekanizması, sosyal – hukuki yaşamın bizce en ama en can damarı olan işlenmiş suçların cezasızlığı meselesi, ülkenin, toplumun ergenlikten bir türlü gençliğe (olgunluğa daha çok var) geçebilmesi önünde en büyük engel

 

Rahmetli sosyolog – yayıncı Ayşe Nur Zarakolu’nun dediği gibi (…) İşlenmiş suçların cezasız kaldığı toplumlarda, suç işlemek kronik bir hal alır; kronikleşince suç işlemeye meyilli olanlarda nasıl olsa cezalanmayacaklarına dair bir rahatlık oluşur; bu rahatlık bulaşınca, toplumda adeta bir hastalık gibi, suç işleme potansiyel yayılır. Toplum da gitgide, sürekli suç üreten-işleyen kitlesel motora dönüşür. Bugünkü adıyla Türkiye denen toplum da, 1915 tarihinde işlenmiş olan en büyük suç münasebetiyle sorumlular ceza görmediği ve özür bile dilenmediği, üstüne üstlük ödüllendirildikleri için, toplum sürekli suç işleyen bir hale gelmiştir maalesef…   

 

Hükümet değil, iktidara olana kadar ‘AB abi’, hükümet olduktan sonra ise Sen önce kendine bak! stratejisinden sonra, başta Ukrayna ve birçok nedenden dolayı AB ve dünyanın gözünden düşen Rusya’ya ‘düşüşünde arkadaş’ olma stratejisi geliyorsa, o zaman bu yeni strateji ülkemizi nereye götürür, üzerinde kafa yormamız gereken bir konu…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

16'ncı Altın Kayısı Festivali'nde Türk asıllı yönetmen ve Türkçe filmler de ödül aldı

Ermenistan Başbakanlığın ödülü, bizim ‘GAIFF Sinema’yı Kalkındırma Platformu’, Ermenistan’dan Datev Hagopyan’ın ‘Tagart (Tuzak)’ filmine takdim edildi…

Ve "iyi ki var" dediğimiz 16'ncı Yerevan Altın Kayısı Film Festivali'nin sonuna geldik...

Güzel, eğlenceli, değişik yani yeknesaklıktan kurtaran ama belirli bir düzene ve disipline alışkın özellikle yabancı konuklar için biraz yorucu ve yıpratıcı ama ‘araziye uymaya çalışıyor’ insanlar, ne de olsa kayısı ülkesi… 

‘Azerbaycan Filmi’ derken

İnsanlığın unuttuğu ulvi değerleri, günümüzde inatla yaşatan Malakanlar!