24 Eylül 2014

Sınırlarımızı Kürtler koruyor, farkında mısınız?

Eğer acilen cesur bir politik manevrayla vites değiştirilmezse korkarım IŞ(İD)e komşu olacağız ve korkarım ne çözüm ne de barış umudu kalacak

Yazının başlığını yanlış, abartık, saçma bulabilirsiniz. Ancak, IŞİD’in  Suriye ve Irak’taki saldırgan yayılmasını çarpıtmalara, yalanlara, algı operasyonlarına teslim olmadan, somut veriler ve çıplak gerçekler üzerinden değerlendirirsek güney sınırlarımızı IŞİD’e karşı Kürtlerin koruduğunu görmezden gelemeyiz. Ama, Kürt direniş hareketlerini güvenilmez düşman; IŞİD veya aynı soydan cihatçıları ise imajları pek “şık” olmasa da özünde Sünnî Müslüman “iyi çocuklar” sayarsanız, benzerine yakın tarihte rastlanmayan vahşette barbar çetelerini koşulların yarattığı “sosyolojik vaka” olarak görürseniz, Kürtlerle komşu olmak yerine sınırınıza IŞİD’in dayanmasını tercih edersiniz tabii.

Çarpıtmalardan arındırılmış gerçekler

Konuyla ilgili o kadar çok şey yazılıp çizildi, o kadar çok yorum yapıldı, yapılıyor ki, bencileyin dışpolitika veya Ortadoğu uzmanı olmayan, ne iktidarın ne Kürt muhalefetinin içerden bilgilerine sahip bulunmayan birilerinin konuya ilişkin yeni bir sözü olamaz. Ama siyasal ya da ideolojik hiçbir merkeze bağlı/bağımlıdeğilseniz; aklınızı vicdanınızı iktidar hırsına, bölge liderliği tutkusuna, siyasî ranta ipotek etmemişseniz çıplak gerçeği görmeniz kolaylaşır.

Karşımızdaki ilk gerçek; Davutoğlu - Erdoğan çifti ve onların ağızlarının içine bakan AKP kurmaylarının, Suriye’yi Esad rejiminden kurtarma kılıfı altında Sünnî Müslüman dünyanın liderliği hayallerini Ortadoğu’da hayata geçirme siyasetlerinin iflas etmiş olmasıdır. Bu müflis siyasetin mimarlarının ağızlarından düşürmedikleri Suriye’ye demokrasi götürmek, insanlık, vicdan, vb. gibi hamasî söylemler artık ne Doğu’da ne Batı’da kimseyi kandırmamaktadır. Siyasal projeler ve uygulamalar hayatla doğrulanır ya da yanlışlanır. Hayat, Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu politikasının tek bir noktasını bile doğrulamamıştır.

Bir başka gerçek, AKP iktidarının Esad muhalefetini güçlendirmek amacıyla Suriye içsavaşının başından beri El Kaide/ Nusra, vb cihatçı terörist yapılara  maddi manevî destek verdiği, IŞİD’in bu siyasetin beslediği canavar olduğudur. IŞİD’e militan da, techizat da, silah da çok büyük ölçüde Türkiye üzerinden iktidarın bilgisi, desteği, en azından gözyummasıyla sağlanmıştır. Konuyu ağzına alanın alçak, şerefsiz ilan edildiği IŞİD’in Türkiye üzerinden kaçak petrol ticaretinin ayrıntılarını MİT’iniz, Emniyetiniz, TSK’nız bilmiyorsa sokakta oynayan çocuklara sorun; boruların yerini, o boruların hangi köyün hangi evinin bahçesinden çıktığını, kimlere dolum yapıldığını, nerede hangi IŞİD militanlarının barındığını hemen gösterirler.

Değinmeden geçilemeyecek bir gerçek de, Rehine krizinin sadece Musul Başkonsolosu ve ailesi dahil 46 TC vatandaşının ve üç yerel görevlinin rehin alınmasından ibaret olmadığı; din kardeşliğine ve Türk abileri tarafından kontrol edilebilirliğine güvenilen IŞİD’in kontroldan çıkıp Türkiye’yi rehin alması olduğudur. Rehinelerin sağ salim kurtarılmalarına nasıl’ını tartışmadan ama’sız sevinmeliyiz, çok doğru. Ancak Türkiye’nin geleceğinin ve en önemli sorunu Kürt çözüm sürecinin IŞİD’e rehin bırakılmasını da aynı ama’sızlıkla sorgulamalıyız.

Kürt fobisi Türkiye’yi
çözümsüzlüğe sürüklüyor

Türkiye’nin Suriye ve Irak (sınır) politikalarını, başka faktörler yanında Kürt meselesinin şekillendirdiği herkesin mâlumu. Irak sınırımız Barzani’nin Kürdistan özerk bölgesinden, Suriye sınırı ise büyük ölçüde Rojava’dan (Batı Kürdistan’dan) geçiyor. Yani Türkiye güneyde Kürt halklarının komşusu. Hele de Rojava ile komşuluğu aşan akrabalık, kardeşlik, aşiret bağları var.

Gelgelelim, IŞİD ve benzerlerine karşı “sosyolojik anlayış” öneren; iflas etmiş Ortadoğu politikasını şimdi de IŞİD’i ehlileştirme ve aracılık işlevi yüklenerek sürdürmeye çalışan AKP iktidarı için özellikle Rojava Kürtleri, Kürt özgürlük hareketleri, Kürt siyasî oluşumları baş düşman konumunda. Sadece AKP değil, can düşmanı Cemaat hareketi, MHP ve sol milliyetçi (ulusalcı) çevreler de aynı zihniyetin parçaları. Hiçbir konuda yakalanamayan millî mutabakat bu noktada sağlanıyor.

Oysa şu anda, IŞİD’in ilerlemesini durdurmanın; Ortadoğu’da sınırların yeniden çizileceği bir tarihsel dönemeçte daha adil ve barışçı bir bölge siyaseti geliştirmenin; ve de çözüm sürecini Kürtleri oyalama taktiği olmaktan çıkarıp Kürt meselesini adil ve onurlu bir barışla çözmenin tek yolu, tek olanağı var: IŞİD saldırısına karşı Rojava Kürtlerine tam destek vermek, Barzani yönetiminin de aynı desteği vermesini sağlamak. Yani, AKP’nin çıkar ortaklığı bulunan “cici Kürt” Barzani’yi kafakola alıp “kötü Kürt” Rojavalıları birlikte ezme planından vazgeçip bölgede ortak tehlike olan İslamî Cihatçılara karşı Kürt birliğine katkıda bulunmak.

Kimse, nasıl olur, teknik olarak nasıl yapılır falan demesin. Cihatçılar yıllardır nasıl desteklendi, nasıl beslendi, silahlandırıldıysa öyle olur, (ki iktidardakilerin bu işte pek mahir oldukları anlaşılıyor). Hükümetin PKK’nin güçlenmesinden, ağır silahların Türkiye’ye dönmesinden duyduğu kaygı biliniyor. Ama hatırlayalım: IŞİD’e her çeşit silah ve mühimmat doğrudan ya da dolaylı sağlanırken  ağır silahların Türkiye’ye yöneleceğinden korkulmamıştı. Şu anda o silahlar bizim sınırlarımız döndü ve o sınırları Irak’da Barzani kuvvetleri, Suriye’de Rojava Kürtleri varlıklarıyla, mücadeleleriyle savunuyorlar.

Diyelim ki ben saçmalıyorum, diyelim ki “Türkiye PKK’yi silahlandırmalı” diyen Demirtaş ve Kürt hareketi kendi siyasî emelleri doğrultusunda olmayacak taleplerde bulunuyor. O zaman, AKP kurucularından ve AKP’nin ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış’a kulak verin. Taraf gazetesindeki söyleşisinde “PKK’nin yurtdışında silahlandırılmasına, Türkiye’de ise silahsızlandırılmasına ihtiyaç var.....Bu iki zıt şey kombine edilebilir........realiteyi kabul etmek gerek” diyor Yakış. Böyle düşündüğü halde yüksek sesle söylemeye cesaret edemeyen pek çok kişi olduğunu da biliyorum.

Çözüm Süreci tam da bu işte

Çözümü, Kürtlere sus payı ihsanda bulunmak, Kürt hareketini pasifize etmek için vaadlerle oyalamak olarak anlarsanız, PKK’nin silahlandırılması, Rojova’ya sahip çıkılması, Kobani’nin savunmasının güçlendirilmesi, en azından IŞİD’e fırsat tanımaktan vazgeçilmesi gibi talepler/siyasetler anlamsız, imkânsız gelebilir. Ama Kürt sorununu gerçekten de barışçı yoldan, Kürt halkının hak ve adalet taleplerini karşılayarak, güven yaratarak çözmek istiyorsanız PKK, PYD, vb. dahil bölge realitesini görmek zorundasınız. Çözümün ilk adımı karşılıklı güven ortamının yaratılmasından geçiyor. Yakış’ın “Bu iki zıt şey kombine edilebilir” dediği tam da bu. Süreç, iki yıl önce umulduğu gibi süratle ve iyi niyetle yürütülebilseydi, PKK silahlarını çoktan Türkiye dışına çıkarmış olacaktı. Bunun yaratacağı rahatlama ve güven ortamında Türkiye dışına çıkmış PKK güçlerinin, şu sırada bölgede yaşanan olağanüstü durumda, Türkiye tarafından desteklenmesi ve hatta silahlandırılmasında kuşku ve çekince kalmayacaktı. Güven karşılıklı bir duygu ve pozisyondur. “İki zıt şeyin” birarada yürütülmesinin açık ifadesi, barış sürecinin başarıya ulaşmasının olmazsa olmaz koşulu “güven”in tesisi ve ortak düşmana karşı ortak mücadelenin getireceği dayanışma ortamıdır.

Böyle bir imkân sürecin mimarı olmakla övünen AKP iktidarının eline, sürecin başlarında Rojava’da özgürlük hareketi yükseldiği sırada geçti. PYD lideri Salih Müslim bu imkânı AKP kurmaylarına gümüş tepsi içinde, dostluk, yardım hatta ağabeylik talepleriyle sundu. Ne var ki, sadece AKP liderliği değil, bütün muhalefet, hatta çeşitli iç hesaplar nedeniyle olmalı, Kürt siyasal hareketinin kimi kesimleri bile duymazdan, anlamazdan geldi.

Bütün imkânları, umutları heba edip, IŞİD’e karşı bölgede ve ülke içinde çaresiz kalmaya doğru gittiğimiz şu günlerde, eğer acilen ayılıp cesur bir politik manevrayla vites değiştirilmezse korkarım IŞ(İD)e komşu olacağız ve korkarım ne çözüm ne de barış umudu kalacak.   

Yazarın Diğer Yazıları

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum