11 Ocak 2016

Sayın Başbakan, Sayın İçişleri Bakanı, "Çocuklarımız ölmesin" demek suçsa, hepimizi tutuklatın!

"İnsanlar ölmesin demenin, ülkenin bir bölgesinde yaşanan acılara dikkat çekmenin terör suçu sayıldığına ilk kez şahit oluyorum"

Bir televizyon programına bağlanarak, “Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar televizyon ekranlarında farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, analar ağlamasın” diyen Ayşe Çelik adlı bir yurttaş ve programın yapımcısı, sunucusu hakkında terör propagandası yapmaktan soruşturma açıldığını duyduğumda gerçekten inanamadım. Ortalıkta o kadar çok yalan, o kadar çok provoktif haber, duyum, söylenti var ki, bu da onlardan biridir diye düşündüm. Meğer gerçekmiş! Gerçek olduğu açıklanınca, terör propagandası yapıldığı iddia edilen programı youtube’tan izledim. Ve o anda, aklımdan ilk geçen şey, avaz avaz sokağa çıkmak, “Nereye gittiğimizin, neler olduğunun farkında mısınız!” diye haykırarak ilk bulduğum meydanda kendimi yakmak oldu.

Kadın çıldırmış, hezeyan halinde, ne yaptığının farkında değil diye düşünebilirsiniz. Haklı da olabilirsiniz, çünkü bu ülkenin ahlaklı, vicdanlı insanlarını çıldırtmaktasınız. Bunca hukuksuzluk, bunca zulüm, bunca ölüm karşısında çaresizlikten çıldırıyoruz. “Durun bir, görün bir, ölümün değil hayatın, savaşın değil barışın yanında yer alın, yakında birbirimizin boğazına sarılacağız, farkında mısınız” diye yeterince yüksek sesle haykıramamaktan, haykırdığımızda sesimizi duyuramamaktan çıldırıyoruz.

Geçen haftaydı, 6 Ocak’tı. Çok farklı görüşlerden, çok farklı kesimlerden on bir yurttaş, “Sorumlu da, yetkili de sizsiniz; kanı, savaşı durdurmak elinizde” demek, bölgeden izlenimlerimizi aktarmak için Başbakanlıktaydık. Bizi kabul ettiniz. Masanın başında oturuyordunuz Sayın Başbakan. Ben sağınızdaydım, tam karşımda İçişleri Bakanı Ala vardı. O gün İçişleri Bakanı’nızla, danışmanlarınızla birlikte bizleri iki saate kadar yakın dinlediniz. Ayşe Çelik adlı yurttaşın Beyaz Şov’da dile getirdiği o birkaç sözü, neredeyse kelimesi kelimesine bizler doğrudan size ve sayın bakanlarınıza söyledik. (Bundan da bir terör örgütü falan çıkarmaya kalkışılır diye, bu sözleri 30 Aralık’ta yüzü aşkın aydınla, sanatçıyla Diyarbakır’a geldiğimizde de söylediğimizi belirteyim. Yani kim olduğunu bilmediğimiz Ayşe Çelik’le hiçbir bağlantımız yoktur. Neme lazım! Her musibete karşı tedbirimi almış olayım ben.)

Sizinle buluşmamızda, televizyonlarda izlenenlerin, resmi açıklamaların bölgede yaşanan gerçeği yansıtmadığını; bölgede yaşananların gösterildiği gibi olmadığını örneklerle, tanıklıklarla anlattık. “Aslolan hayattır, silahlar sussun, insanlar ölmesin, müzakerelere başlansın, yoksa çok vahim günlere, içsavaşa doğru gidiyoruz” dedik. Şimdi düşünüyorum da, meğer ucuz kurtulmuşuz, terör propagandası yapmaktan hakim karşısına çıkarılmamız işten bile değilmiş.

Savaşı ölümü savunmak meşru, barışı savunmak terörizm

Sizin için de üzülüyorum. İnsanlar ölmesin, çatışmalar durdurulsun, bölgenin ne halde olduğunu bilin, demenin terör propagandası sayıldığı bir ülkenin Başbakanısınız. Farkında mısınız tarihin bugünleri nasıl yazacağının ve sizi nasıl bir yere yerleştireceğinin? İktidarınızın, demokrasinin ve özgürlüklerin teminatı olduğunu, sivillerin çatışmada zarar görmemesi için azami dikkat gösterildiğini falan anlattınız bize. Söylediklerinize inanıyordunuz herhalde. Ama bölgede sivil neredeyse kalmadı ki Sayın Başbakan; kimisi öldürüldü, kimisi ellerinde kendi ülkelerinin kendi güvenlik güçlerine karşı beyaz bayrak, beyaz yemeni sallayarak yıkıntılar arasından yurtlarını terkettiler.( Ben kendi adıma olduğu kadar sizler, bu ülkeyi yönetenler adına da utandım bu manzaradan.)

Daha da utanç verici olan, kanalın (Kanal D) ve Beyaz’ın (hem de babasının polis olduğunu söyleyerek) özür dilemesiydi. Neyin özrü? İnsanlar ölmesin, analar ağlamasın, bölgede yaşananların farkında mısınız, diyen birinin programa bağlanmasının mı? Neyin özrü? Barış istenmesine birkaç dakika imkân tanınmasının mı? Yanlış anlamayın; utanç verici olan kanalın veya Beyaz’ın özrü değil, onları özür dilemeye iten korku, panik, tehdit atmosferiydi. Utanç verici olan bu atmosferi yaratan iktidarınızdı. Daha da acısı ve umut kırıcısı, savaş bitsin, insanlar ölmesin diyenlere, bölgede yaşananları tarafsızlıkla aktarmaya çalışanlara uygulanan linç kampanyaları karşısında sessiz, iktidarsız duruşunuzdu.

75 yaşındayım, bu ülkede çatışmaları, darbeleri, en sert siyasal çalkantıları, askerî diktatörlüğü, devlet şiddetini, zorbalığı, her çeşit özgürlük ihlalini yaşadım. İnsanlar ölmesin demenin, ülkenin bir bölgesinde yaşanan acılara dikkat çekmenin terör suçu sayıldığına ilk kez şahit oluyorum. Eğer bir iftihar vesilesi olacaksa, böyle bir ilke imza attığınız için övünebilirsiniz.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum