26 Mart 2016

“Birlik ve beraberliğimiz”i kimler yok ediyor?

İster “terörist” ister vatan uğruna “şehit” olsun, ölüm hem ölen hem de yakınları için aynı ölümdür. Ölümde mertebe yoktur

“Şehitler ölmez, vatan bölünmez”, “kanı yerde kalmayacak”, “birlik ve beraberliğimize kast edenler”, vb. türünden tekrarlana tekrarlana aşınmış, kof sloganlara dönüşmüş şablon sözler; “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır/ Vatan eğer uğruna ölen varsa vatandır” gibi kanlı, hamasî mısralar… Muktedirlerin kendi güç ve iktidarları uğruna halkları birbirlerini kırmaya, ölüme, savaşa sürükleyebilmek için kullandıkları etkili araçlardır hepsi.

“Düşünen hayvan” diye bilinse de insan öncelikle “inanan yaratıktır”dır. Bu onun hem zayıf hem de yüce yanıdır. Seküler ya da dinî otoriteler, örgütler, devletler iktidarlarını kitlelerin iman, inanç ve değerlerini sömürerek perçinlerler. Mesela şehitlik en yüce mertebedir, vatan için, dava için ölmek-öldürmek, kan dökmek kahramanlıktır. Bu öğrenilmiş/öğretilmiş dinî-millî değerler kuşaklar boyunca aktarılır, toplumsal normlar haline gelir, dinî ve seküler eğitimlerin temelini oluşturur, kitlelerce içselleştirilir. Din ve devlet kurumları iktidar sahipleri adına bu normların bekçiliğini yapar ve onları kullanırlar.

 

Bilesiniz: Şehitler ölüyor

 

Sadece son bir haftada, sürmekte olan çatışmalarda en az on şehit verdik. Her biri; umutları, hayalleri, sevdikleri, aileleri, çocukları olan; savaşa isteye bayıla değil görev icabı gitmiş, gönderilmiş, çoğu genç, çoğu yoksul evlatlarımız. Televizyon ekranlarında cenaze törenlerini seyretmeye, o çocukların fotoğraflarına bakmaya dayanamıyorum, mecazî değil gerçek anlamda yüreğim yanıyor, hastalanıyorum. Tuz kuru çığırtkanların “şehitler ölmez” sloganları ve onları ölüme yazgılayanların “Şehitlerimiz oluyor ama bir’e on, karşı taraf etkisiz hale geliyor” türünden insan ve vicdan adına utanç veren sözleri daha bir beter dağlıyor içimi.

Çatışmaların güneydoğuda savaşa dönüştüğü Temmuz ayından bu yana, resmî açıklamalara göre asker-polis-güvenlikçi 400 den fazla şehidimiz var. İktidar görmezden bilmezden gelse de dört aylık bebekten yetmişlik kadına kadar 200 cıvarı sivil insanımız yaşamını yitirdi. Suruç’tan Ankara’ya, çeşitli yerlerde terör saldırılarında ölen 200’ü aşkın sivil bu hesabın dışında. Öte yandan, çatışmalarda (Cizre’de, Sur’da, Silvan’da, Şırnak’ta, Nusaybin’de, Yüksekova’da, başka yerlerde) yaşamlarını yitiren Kürt çocukları, Kürt gençleri -devletin “temizlediği” bölgelerden verdiği resmî rakamları toplayacak olursak- birkaç bini aşıyor. Kırsalda çatışmalarda, bombardımanlarda yok edilenlerin sayısını bile bilmiyoruz. Onlar da Kürtlerin şehitleri. Ve unutmayın, hepsi bizim insanlarımız, yurttaşlarımız .

İster “terörist” ister vatan uğruna “şehit” olsun, ölüm hem ölen hem de yakınları için aynı ölümdür. Ölümde mertebe yoktur.

 

Ve bilesiniz: Vatan bölünüyor

 

Düşünmeye, söylemeye dilimiz varmasa da, her şehitte, her ölümde, her yıkımda ülke gözlerimizin önünde bölünüyor. Bunca ölümün, bunca şehidin yüreklerde açtığı yaraya pansuman olsun diye, kitlelerin iktidara yönelecek öfkesini hafifletmek, muktedirlerin algı ve duygu yönlendirme operasyonuna destek sağlamak için her şehit cenazesinde tekrarlanan: “Onlar, birlik ve beraberliğimiz için şehit oldular” söylemi bir aldatmacadan ibarettir.

Gerçeği görmeye ve gerçekle yüzleşmeye cesaret edelim: Bu ülke halklarının birliği, beraberliği, dostluğu, kardeşliği iktidarın baskı, zulüm, savaş siyasetiyle kısa dönemde kolay kolay onarılamayacak, yeniden kurulamayacak düzeyde tahrip edildi. Çatışmalarda her ölen, öldüren, öldürülen kişi, ister şehit ister Kürt (devletin diliyle) terörist olsun, birlik ve beraberlikten ne kalmışsa onu da katlediyor, bitiriyor. Tanklarla girilen, zorla boşaltılan mahallelerde, bombalarla çökertilen, yakılan binaların altında, bodrumlarda ezilerek yanarak ölen insanlar (hendekçi çocuklar da olsa, PKK’li gerilla da olsa) özleyip de beceremediğimiz birlik ve beraberliğimizi boş söze dönüştürüyor. O mahallelerde devlet güçlerince “Türk’ün gücünü göstermek için” duvarlara yazılan halkı aşağılayan, mahremine tecavüz eden, hakaret eden, onurunu zedeleyen iğrençlikler, sokaklarda sürüklenen çıplak bedenler, gözleri çıkarılmış, uzuvları kopmuş cesetler, birlik ve beraberliğimizi yok etmekle kalmıyor, kin ve düşmanlığı körüklüyor. Devletin cinnet siyasetine silahlı Kürt hareketinin cevabı da şiddet ve terör oluyor. Aynı kin, nefret, ölüm havuzuna birlikte su taşıyorlar.

Gerçeği görelim! Vatanın bölünmezliğini, milletin birlik ve beraberliğini sağlamak için sürdürüldüğü söylenen ve buna inanmamız istenen savaş; vatanı, milleti, insanlarımızı, yüreklerimizi bölüyor. Bölündükçe düşmanlık, intikamcılık, nefret her iki tarafta da yaygınlaşıyor. Barış istemek, çatışmaları sona erdirin demek devlet/ iktidar nezdinde artık mahkemelik hapishanelik suç kabul edilirken, aynı şekilde Kürt silahlı hareketinin tepelerinde ve silahlı mücadeleye çekilmiş genç kadrolarda da barış söylemleri cevapsız kalıyor. PKK’nin şu veya bu kollarının sivillere yönelen terör eylemleri, o cenahta övgü ve alkışla karşılanabiliyor. Varılan vahim nokta bu…

Savaşın bütün acılarını yaşayan mazlum Kürt halkından, bir de Türkiye’nin bir avuç ama’sız barışçı ve demokratından başka kimsenin birlik, beraberlik, barış, kardeşlik, çözüm gibi derdi yok. Savaşan taraflar (devlet/iktidar ve PKK), “son terörist temizlenene kadar” ya da “TC devletini dize getirene kadar” aymazlığıyla halkları ve ülkeyi felakete sürüklüyorlar. Ölümler, yıkımlar, şehitler, halklar umurlarında değil.

Muhalefet adı verilen siyasal kesimler ise yangına benzinle gitmekle meşguller. MHP, az öldürdünüz, az yıktınız, az zulüm yaptınız, daha fazlası için arkanızdayız havasında; şoven milliyetçiliği, Kürt düşmanlığını kışkırtmakla ve bu konuda iktidarla yarışmakla meşgul. CHP’ye gelince; barış ve çözüm için kahramanca mücadele eden az sayıda milletvekili ve tabanda kıpırdanan ama hâlâ suskunluğunu koruyan özgürlükçü bir kesim dışında, laf yapıp top çevirmekle meşgul. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, AKP’nin iktidarı boyunca en önemli, cesur ve hayırlı adımı olan çözüm sürecini hedef almış, Erdoğan ve kadrolarına “niye sonuna kadar götürmediniz, niye çark ettiniz, niye masayı devirdiniz, vaadlerinizi neden yerine getirmediniz” diye yüklenmek yerine, bir zamanlar neden barışçı ve müzakereci çözüme niyetlenildiğini sorguluyor. İktidarı; iyi yaptınız ama sonunu getiremediniz, masaya yeniden oturulsun, yanlışları birlikte düzeltelim diye sıkıştırmak yerine, çözüm siyasetinin sorumlularından PKK ile işbirliği yaptıkları için hesap sorulmasını istiyor.

Uyanalım! Bu ülkeyi ve milleti Türk ve Kürt halkları değil, vatanın-milletin bölünmez bütünlüğünü savunur görünenlerin kendi iktidarları uğruna sürdürdükleri savaş bölüyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum