01 Temmuz 2011

Türkiye’de adaletin çöküşü

Platon haklıydı. Sokrates’i ölüme mahkum eden Atina meclisindeki çoğunluk oyları nasıl adalet getirmediyse, yüzde 50 oy da adalet getirmedi!

Adalet insanoğlunun en temel ve yaşamsal erdemlerinden birisidir. Antik Çağ’dan beri filozoflar, düşünürler adalet üzerine kuramlar geliştirmiştir. Platon, Aristoteles, Epikuros, Spinoza, Locke, Hobbes, Rousseau, Hume, Kant, Marx gibi birçok filozof adalet kavramı üzerine derinlemesine düşünceler ortaya koymuşlardır. Bu filozoflar kendi içlerinde farklı perspektifler geliştirmiş olsalar da, adaletin “güçlü olan haklıdır” anlayışıyla özdeşleştirilemeyeceği konusunda hemfikirlerdi. Haklı ve adil olmanın ölçütünün güçlü ve iktidarda olmakla ilişkilendirilemeyeceği tezi daha milattan önce 300’lü ve 400’lü yıllarda Antik Yunan filozofu Platon tarafından dile getirilmişti. Yani yaklaşık 2400 yıl önce.

2011 Türkiye’sine baktığımızda ise utanç verici bir tablo ile karşı karşıyayız. Türkiye’de adalet çökmüştür. Türkiye’de yargı bağımsızlığı kalmamıştır. Türkiye’de yargı, yasa kamuflajı altında siyasallaşmıştır. Türkiye’de yer yer sivil diktatörlüğün uzantısı olduğu izlenimi veren bir yargı vardır. Aynen 12 Mart ve 12 Eylül askeri diktatörlüklerinde söz konusu olduğu gibi. O zamanki yargı nasıl adaletten yoksun, adalet dağıtan değil, zulüm dağıtan bir yargı ise, bugün de yargının AKP’nin sivil diktatörlüğüne uyan cephesinde adalet değil zulüm ve adaletsizlik dağıtılmaktadır. Kimse televizyonlara çıkıp “Yargı bağımsızdır” ve  “Türk adaletine güveniyoruz” biçiminde palavralar atmasın, halkı kandırmaya ve yalan söylemeye kalkmasın!


Adaletin çöktüğü bir ülkede her şey çökmüş demektir. Adaletin çöktüğü ülke dibe vurmuş demektir. O ülkede ne kadar çok gökdelen, alt geçit, üst geçit, köprü, karayolu, kavşak, tünel, ithalat ürünleri olursa olsun hiç farketmez, adalet yoksa o ülke bitmiş demektir. Çünkü adalet devletin ve toplumun en temelinde olan kavramdır. Toplumsal yaşam ancak adalet, eşitlik ve özgürlük olduğu sürece anlamlı olabilir. Bu kavramlardan bağımsız bir toplumsal model olamaz, sadece bir çoban-sürü modeli olabilir.


Adaletin temel güvencesi de anayasa, yasalar ve onları uygulayan yargıçlardır. Anayasanızın ve yasalarınızın içinde adalet değil adaletsizlik varsa, yani anayasanız ve yasalarınız adil değilse, istediğiniz kadar hukuk devleti olun, istediğiniz kadar anayasaya ve yasalara uygun karar alın, bu hiçbir işe yaramaz. Onun içindir ki hukuk devleti olmak gereklidir ancak yeterli değildir. Hukuk devletini oluşturan anayasa ve yasalar adalet, eşitlik ve özgürlük dağıtmıyorsa, hukuk devleti olmanın da hiçbir anlamı ve önemi yoktur. O nedenle demokratik, adil bir hukuk devleti olmaktır esas olan, tek başına hukuk devleti olmak hiçbir işe yaramaz.

“Ergenekon” adı verilen ve büyük bir kısmı saçmalık, zırvalık ve safsata içeren yargılama süreciyle birlikte adalete olan güven zaten yeterince sarsılmıştı. Ümraniye’de ele geçen el bombalarından yola çıkılarak, üniversite öğretim üyeleri, siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, sivil toplum örgütü yöneticileri bu çerçevede göz altına alınmış, tutuklanmış, tutukluluk süreleri de yıllarca devam ettiği için adeta cezaya dönüşmüştü. Somut olarak neyle suçlandığını bilmeyen kişiler yıllarca hapis yattılar, hâlâ da yatıyorlar. Ciddi ve gayrıciddi ayrımı yapılmaksızın, her ihbar iddiası ve açık veya gizli tanık ciddiye alınarak  binlerce sayfalık şişirilmiş iddianameler hazırlandı, böylece yargı süreci uzadı, söz konusu kişiler darbe planlamakla, terör örgütü üyesi olmakla suçlandı, onlara potansiyel suçlu muamelesi yapıldı ve ailelerinden, çocuklarından uzak, yıllarca hapiste yatmaları sağlandı. Onları zindanlara gönderen AKP’nin siyasetçileri, medya üyeleri, polisleri, savcıları ve yargıçları ise eve geldiklerinde rahat koltuklarında kahvelerini, çaylarını yudumladılar, televizyon seyrettiler, aileleriyle ve dostlarıyla vakit geçirdiler. Hiç mi vicdanları sızlamadı hep merak etmişimdir! Birileri hapiste dört duvar arasına kapatılmışken, onlar özgürlüğün tadını 2-3 yıl boyunca nasıl çıkarttılar? Bundan özel bir zevk mi aldılar, yoksa vicdanları sızladı mı, akıllarının bir köşesinden “Acaba abarttık mı, yanlış mı yaptık?” sorusu geçti mi?


Bu rezillik yetmiyormuş gibi şimdi de milletin oyu ile seçilen, ancak “Ergenekon” ve “Balyoz” sürecinden dolayı hapiste yatan Cumhuriyet Gazetesi eski Ankara Temsilcisi, köşe yazarı Mustafa Balbay, Başkent Üniversitesi Kurucusu, eski Rektörü, Tıp Profesörü Mehmet Haberal ve emekli Korgeneral Engin Alan’ın hapisten çıkmaları ve TBMM’de görevlerinin başına geçmeleri yargıç kararıyla engellendi, yargı, milletin iradesini gasp ederek, yine adaletsizlik dağıttı.


Bu çok büyük bir demokrasi skandalıdır, büyük bir rezalettir, yargı adına utanç verici bir durumdur. CHP’nin tavrı da tamamıyla doğrudur, hatta yetersizdir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sözlü olarak kamuoyuna açık bir beyanla TBMM’de yasama yoluyla, yargıda da atama yoluyla bu sorunun çözülmesi konusundaki kararlılığını sergilemeden, CHP sadece yemin etmemekle kalmamalı, meclisi boykot etmeli, meclise hiç gelmemeliydi. Çünkü demokratik bilince sahip hiçbir milletvekili, böyle bir meclis şarlatanlığını ve demokrasiye yargı tarafından indirilmiş darbeyi kabul edemez, içine sindiremez. Suçlu mu suçsuz mu olduğu belli olmayan, hakkında mahkûmiyet kararı olmayan, yasa önünde masum olan, ayrıca tutuksuz yargılanacağına yıllarca haksız yere tutuklu kalan, tutukluluk süresi artık cezaya dönüşen ve halk oyu ile seçilen milletvekilleri hapiste tutulacak, TBMM’deki görevlerini icra etmeleri engellenecek! Bu adalet değil, faşizmi andıran anti-demokratik bir zihniyettir!


Yasalarda bir sorun olduğu açıktır; yasaların değişmesi şart; bunu yapacak olan da TBMM. Ancak yasalar aynı zamanda yoruma da açıktır. Yargıçlar bu çerçevede, söz konusu kişilerin yurtdışına kaçmak veya delilleri karartmak gibi eylemlerde bulunmayacaklarına kanaat getirerek, onları serbest bırakabilirdi. Nedir, bu kişiler tecavüzcü mü, katil mi, terörist mi, mafya ve çete üyesi mi, uyuşturucu kaçakçısı mı?! Nedir bu rezalet! Nerede sözde demokrasi şampiyonu AKP, nerede Avrupa Birliği ve ABD?! Nerede Türkiye’nin üniversiteleri, aydınları, yazarları, düşünürleri?!


Bu despotizm nereye kadar gider, bununla ellerine ne geçer, neyi engellemiş olurlar, o da ayrı bir konu. Bu insanlar hapiste yatınca onların düşünceleri de yok mu oluyor, düşünceler buharlaşıyor mu? Biri gider, öteki gelir, düşünce kimsenin tekelinde değil ki. Düşünce hapishaneye girmez ki, siz düşünceyi düşüneni hapishaneye atsanız bile o düşünce özgürce ortada dilden dile dolaşır, rüzgar gibi, fırtına gibi yayılır. Yoksa bu despotizmin ve zulümün kaynağında sadece kin, nefret ve intikam duygusu mu var?


Toplumun adalete olan güvenini yitirdiği yerde her şey bitmiş demektir. Bu nedenle adalet değil adaletsizlik dağıtan bu despotik anlayışın Başbakanı, bakanları, milletvekilleri, müsteşarları, bakan yardımcıları, kurul başkanları ve üyeleri, savcıları, yargıçları tarihe demokrasiye indirdikleri bu darbe ile geçeceklerdir. Yıllar sonra yargıda sergilenen bazı tavırlar sivil diktatörlüğün uzantısı olarak hatırlanacaktır. Türkiye, askeri yönetim dönemleri hariç, hiç bu kadar dibe vurmamıştı.


Platon haklıydı. Sokrates’i ölüme mahkum eden Atina meclisindeki çoğunluk oyları nasıl adalet getirmediyse, yüzde 50 oy da adalet getirmedi!

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...