04 Ocak 2013
Ateistlerin ve agnostiklerin baskı altında tutulduğu bir ülkede demokrasiden söz etmek olanaklı değildir. Dindarlar, örneğin Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler kendilerini nasıl özgürce ifade edebiliyorlarsa, dinsizler, ateistler ve agnostikler de aynı biçimde kendilerini özgürce ifade edebilmelidirler.
Pekiyi, Türkiye’de böyle bir durumdan söz edilebilir mi?
Bugün Taksim meydanına birisi çıksa, “Allah vardır!” diye bağırsa, kimse o vatandaşa dokunmaz. Belki bazıları, “Allah’ın varlığı zaten aşikar, ne diye bağırıyorsun?” diyerek, bu kişiye deli muamelesi yapabilir. Ancak karşılaşacağı en kötü senaryo budur; bunun ötesine geçmez.
Bugün Taksim meydanına birisi çıksa, “Allah yoktur!” diye bağırsa, birkaç dakika içinde bu kişinin etrafında oluşan kalabalık onu tartaklamaya başlar, onu dövmeye başlar, hatta onu linç bile edebilir. İstanbul’un Ümraniye, Dudullu, Gaziosmanpaşa, Sultanbeyli gibi ilçelerinde değil; Erzurum’da, Erzincan’da, Şanlıurfa’da, Yozgat’ta, Kayseri’de, Konya’da değil; İstanbul’un ve Türkiye’nin en modern ve çoğulcu ilçelerinden birisi olan Beyoğlu’nda, Taksim Meydanı’nda, ateist çağrı yapan vatandaşın başına gelecek olan budur.
Nitekim yılın her günü, günde beş vakit ezan sesi eşliğinde, Allah’ın yüce olduğu ve Muhammed’in de onun peygamberi olduğu tüm halka sesli bir biçimde duyurulmaktadır. Herkes dindar olmadığı ve bunu dinlemek zorunda da olmadığı halde, kimse cami minarelerinin hoparlörlerini parçalamıyor, imamların üzerine yürümüyor.
Oysa bir kişi günde beş kez bir hoparlörden, “Allah yoktur! Muhammed de Allah’ın peygamberi değildir!” diye bir duyuru yapsa, o kişinin sağ kalma olasılığı çok düşüktür. Söz konusu kişi en iyi ihtimalle tutuklanır ve kendisini hapishanede bulur.
İşte böyle bir ülkede demokrasinin varlığından, temel insan haklarından, düşünce ve ifade özgürlüğünden söz etmek olanaklı değildir. Böyle bir ülkede din, tek ve mutlak gerçek olmak iddiasıyla, toplumsal yaşamı tamamıyla baskı altına almıştır.
Televizyonlarda ateizmin ve agnostisizmin yeterince tartışılamadığı, sadece din propagandasının yapıldığı bir ülkede, demokrasiden, temel insan haklarından, düşünce ve ifade özgürlüğünden söz etmek olanaklı değildir.
Ateistlere ve agnostiklere yönelik mahalle baskısıyla devlet baskısının ortak hareket ettiği bir ülkede, demokrasiden, temel insan haklarından, düşünce ve ifade özgürlüğünden söz etmek olanaklı değildir.
Oysa ateizm nedir? Tanrı’nın var olmadığını savunan felsefi bir kuramdır. Agnostisizm nedir? Tanrı’nın var olup olmadığının bilinemeyeceğini savunan felsefi bir kuramdır.
Bu kuramları Sextus Empiricus, David Hume, Denis Diderot, Baron D’Holbach, Auguste Comte, Pierre Joseph Proudhon, Karl Marx, Arthur Schopenhauer, Friedrich Nietzsche, Rudolf Carnap, John Dewey, Moritz Schlick, Karl Popper, George Santayana, Antonio Gramsci, Jean-Paul Sartre, Bertrand Russell, Gilles Deleuze, Noam Chomsky, Michel Foucault gibi birçok filozof savunmuştur.
Bu kuramları Ludwig Feuerbach, Sigmund Freud, Jacques Lacan, Claude-Levi Strauss, B. F. Skinner, Thomas Edison, Erich Fromm, Pierre-Simon Laplace, Ernst Mach, Ivan Pavlov, Henri Poincare, Carl Sagan, Andrei Sakharov, Stephen Hawking, Richard Dawkins gibi birçok bilim adamı savunmuştur.
Bu kuramları Isaac Asimov, Charles Bukowski, Albert Camus, Anton Chekhov, Henrik Ibsen, Marcel Proust, George Bernard Shaw, Terry Eagleton, George Eliot, Virginia Woolf, Franz Kafka, Arthur Miller, Pablo Neruda, Nazım Hikmet, Harold Pinter gibi birçok edebiyatçı savunmuştur.
Bu kuramları Bela Bartok, Hector Berlioz, Georges Bizet, Nikolai Rimsky-Korsakov, Giuseppe Verdi, Sergei Prokofiev, Maurive Ravel gibi birçok klasik müzik bestecisi, Björk, Brian Eno, Bob Geldof, David Gilmour (Pink Floyd), Billy Joel, Robert Smith (The Cure), Charlie Parker, Björn Ulvaeus (Abba), Roger Waters (Pink Flyod), Frank Zappa ve Shirley Manson (Garbage) gibi pop, rock ve jazz alanında çalışan birçok müzisyen savunmuştur.
Bu kuramları Woody Allen, Robert Altman, Michelangelo Antonioni, Robert Bresson, Luis Bunuel, Sergei Eisenstein, Francois Truffaut, John Huston, Roman Polanski, Roberto Rossellini, Stanley Kubrick, Werner Herzog, Derek Jarman gibi birçok sinema yönetmeni, Marlene Dietrich, Peter Fonda, Jodie Foster, Katharine Hepburn, Gene Kelly, Burt Lancaster, Bruce Lee, John Malkovich, Brad Pitt, Keanu Reeves, Emma Thompson gibi birçok oyuncu savunmuştur.
Bu kuramları Henri Matisse, Claude Monet, Pablo Picasso, Mark Rothko, Vincent van Gogh gibi birçok ressam savunmuştur.
Tanrı’ya ve dine kuşkuyla bakan bu insanlar, kendi alanlarında dünyanın en yetenekli ve en önemli insanları arasında yer almaktadırlar. Elbette aynı yetenekte ve önemde Tanrı’ya ve dine inanan birçok başka kişi de tarihte yerini almıştır. Ancak sonuçta, Tanrı’ya inanç, kategorik ve mutlak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmamaktadır. Bunun aksi bir durum ancak geri kalmış ülkelerde, örneğin Türkiye gibi ülkelerde geçerli olabilir.
Türkiye’de ateist veya agnostik olduğunu söyleyen, yaşamını riske atmaktadır. Nitekim Türkiye’nin en önde gelen yazarlarından birisi olan Aziz Nesin ateist olduğunu söylediği için Sivas’ta saldırıya uğradı, canını zor kurtardı. Bir zamanlar imamlık ve müftülük yapan, daha sonra dini eleştirip ateizmi seçen yazar Turan Dursun suikaste kurban gitti ve öldürüldü. Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli müzisyenlerden birisi olan Fazıl Say ateist olduğunu açıkladı, başına gelmedik iş kalmadı; Ömer Hayyam’ın şiirlerini internette paylaştığı için bile, hakkında dava açıldı. Türkiye’de ateist veya agnostik olduğunu açıklayan birçok bilim adamı, düşünür, yazar, üniversite öğretim elemanı, öğretmen, öğrenci çeşitli baskılara, hakaretlere, tehditlere, hedef göstermelere maruz kaldı.
Siz hiç Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde, birisinin ateist veya agnostik olmasından dolayı, böyle bir baskıya maruz kaldığını gördünüz mü?
Orta Çağ’da veya onu izleyen devrim süreçlerinde örnekleri vardır, ancak günümüzde böyle bir örnek bulmak çok zordur! Daha doğrusu böyle bir baskı varsa da, bu yine köktendinci Müslümanlar tarafından uygulanmaktadır. Dinsiz olduğu bilinen ve İslam’da kadının rolünü eleştiren bir film yapan Hollandalı yönetmen Theo van Gogh, bu nedenle sokak ortasında, radikal bir İslamcı terörist tarafından öldürülmüştür! Köktendinci Müslümanlar, Orta Çağ zihniyetini, Avrupa’ya yeniden ihraç etmeye kalkmaktadırlar!
Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da, Hıristiyanlar ve Museviler, ateistlerden ve agnostiklerden hoşlanmasalar da, ateistler ve agnostikler de Hıristiyanlardan ve Musevilerden hoşlanmasalar da, söz konusu kesimler birbirlerini baskı altında tutmaya çalışmıyorlar, insan ister dindar olsun, ister dinsiz olsun, din konusunu kişisel bir özgürlük konusu olarak algılıyorlar.
Türkiye’de ise herkes Müslüman olmak zorunda; Müslüman değilse de, Hıristiyan veya Musevi olmak zorunda! İnsanların ateist veya agnostik olmaya hakkı yok!
Üstelik bir de, ateistlere ve agnostiklere ahlaksız insanlar olarak bakmak gibi genel bir eğilim var! Türkiye’de bir ateist ve agnostik canını kurtarsa bile, zavallı ve ahlaksız bir insan muamelesi, hatta satanist kişi muamelesi görür! Satanist veya ateist fark etmez, ikisi de “ist”le bitiyor nasıl olsa!
Türkiye’de kimse, ahlakın dinin tekelinde olmadığını bilmez. Çünkü çocukluktan itibaren, din ve ahlak konuları, okuldaki dersler de dahil olmak üzere, paralel öğretilir! Adı üstünde: “Din ve Ahlak Bilgisi” dersi. Sanki ahlak kavramı tektanrıcı dinlerle birlikte ortaya çıkmış gibi uydurma bir ahlak tarihi anlatılır çocuklara.
Oysa ahlak, yazılı kaynaklara göre, tektanrıcı dinlerin ortaya çıkmasından binlerce yıl önce, yazılı kaynakların ötesine de geçecek olursak, muhtemelen onbinlerce yıl önce zaten vardı. Sadece genel olarak ahlak değil, tektanrıcı dinlerin bazı ahlaki değerleri de bu dinler ortaya çıkmadan önce zaten vardı.
Daha yakın bir geçmişe bakacak olsak bile, M.Ö. 5. ve 4. Yüzyılda, yaklaşık 2400 yıl önce yaşamış olan Platon , Aristoteles ve Epikuros gibi Antik Yunan filozofları, tektanrıcılıktan tamamıyla bağımsız olarak, adalet üzerine, ahlak üzerine, iyilik üzerine, erdem üzerine, dostluk üzerine yüzlerce sayfalık kitaplar yazmışlardı. Bu dönemde Musevilik Orta Doğu’da ufak bir coğrafya ile sınırlı bir azınlık diniydi ve Antik Yunan’daki egemen din değildi; çoğu filozofun bu dinden haberi bile yoktu. Hıristiyanlık ve Müslümanlık ise daha ortaya bile çıkmamıştı; Hıristiyanlık Platon’dan yaklaşık 400 yıl sonra, Müslümanlık da Platon’dan yaklaşık 1000 yıl sonra ortaya çıktı. Platon, Aristoteles, Epikuros gibi filozoflar Musevi, Hıristiyan veya Müslüman değildi; ancak ahlak, adalet, iyilik, erdem, dostluk üzerinden bir yaşam biçimi ortaya koymuşlardı.
Tektanrıcı bir kültürde yetişen birçok filozof ve düşünür için de aynı şey geçerlidir. Hume, Marx, Sartre, Russell gibi düşünürler, dindar olmadıkları halde, dinsiz oldukları halde, Tanrı’ya da inanmadıkları halde, adalet üzerine, eşitlik üzerine, ahlak üzerine, iyilik üzerine yıllarca düşünmüşler, bu doğrultuda binlerce sayfalık tezler ortaya koymuşlar, yaşamlarını, aynen Platon, Aristoteles ve Epikuros gibi, daha ahlaklı, daha adil bir dünyanın oluşmasına adamışlardır. Elbette aynı işi bazı dindar filozoflar da yapmışlardır; ancak sonuçta, ahlak ve adalet, hiçbir zaman dinin tekelinde olmamıştır. Buna rağmen Türkiye’de, hem eğitim sisteminde, hem aile içi eğitimde, hem de medyada, olgular çarpıtılmakta, gerçekler örtbas edilmekte, dinden bağımsız bir ahlakın olamayacağı yalanı pompalanmaktadır.
Böylece, bağnaz dindar bakış açısına göre, yukarıda saydığımız tüm değerli isimler gibi birçok insan, sadece ateist veya agnostik oldukları için, bir anda değersiz insan statüsüne düşmektedir. Amerikan Bilimler Akademisi üyelerinin %93’ünün ateist olduğu dikkate alınacak olursa, bu bilim adamları da değersiz insan statüsüne düşmektedir! Hatta üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği’ni bile değersiz kılabilir bu bağnaz ve dogmatik bakış açısı!
Nasıl mı?
Çünkü Avrupa Birliği’nin en önemli kamuoyu araştırma kurumlarından birisi olan “Eurobarometer”in 2005 yılında gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, İsveç’in %77’si, Danimarka’nın %69’u, Norveç’in %68’i, Fransa ve Hollanda’nın %66’sı, Britanya’nın %62’si, Finlandiya’nın % 59’u, Belçika’nın %57’si, Almanya’nın %53’ü, İsviçre’nin %52’si, Avusturya’nın %46’sı, İspanya’nın %41’i, İtalya’nın %26’sı Tanrı’nın varlığına inanmıyor.
Aynı araştırma kurumuna göre Tanrı’ya inanmayanların oranı Türkiye’de % 5. Türkiye bu konuda Kıbrıs ve Malta ile birlikte en üst sıralarda.
Gelişmişlik düzeyiyle dinsizlik arasında zorunlu bir bağlantı var mıdır yok mudur, yoksa bu bir tesadüf müdür, o ayrı bir tartışma konusudur. Ancak sonuçta, din konusunda, Avrupa Birliği’nde daha çoğulcu bir anlayış egemen, Türkiye’de ise daha homojen ve daha tek boyutlu bir anlayış egemen.
Neden?
Çünkü ateizm, agnostisizm, dinsizlik sürekli baskı altında tutuluyor da ondan! Dini bir çerçevenin dışına çıkmak olanaklı değil. Fiilen bunu yapsanız da, bunu hiçbir zaman beyan etmeyeceksiniz, hatta mümkünse, yaptığınız her şeyi din adına yaptığınızı beyan edeceksiniz veya din konusunda hiç konuşmayacaksınız, susacaksınız, susarak yaşayacaksınız ve sessizce dini çerçevenin dışına çıkmanın yollarını arayacaksınız! Dindarlar sürekli gürültü patırtı yaparak bağırsa da, dinsizler hep sessiz kalıp susacaklar!
Aksi halde dinsizlik kötü emsal olur, kötü örnek olur, vatandaşlar dinden çıkar, toplum da, devlet de çöker! Sanki şu anda toplum çok sağlam, devlet çok sağlam, insanlar çok ahlaklıymış gibi!
Avrupa Birliği nüfusunun yaklaşık yarısı dinsiz, ona rağmen orada, Türkiye’deki kadar çok sahtekarlık ve yolsuzluk yok! Avrupa Birliği nüfusunun yaklaşık yarısı dinsiz, ona rağmen orada, Türkiye’deki kadar çok insan hakları ihlali yok! Avrupa Birliği nüfusunun yaklaşık yarısı dinsiz, ona rağmen orada, Türkiye’deki kadar çok sosyal adaletsizlik yok!
Acaba neden?
Türkiye’de ateizm, agnostisizm, dinsizlik baskı altında. Oysa dünya nüfusunun yaklaşık %16’sı kendisini herhangi bir dine ait görmüyor. Yani dünyada yaklaşık 1 milyar dinsiz insan var. Bu kişilerin içinde ateistler ve agnostiklerle birlikte, dinsiz teistlerin de olduğu tahmin ediliyor.
Hıristiyanlar %29 ile en büyük grup, Müslümanlar %24 ile ikinci büyük grup, dinsizler ise %16 ile üçüncü büyük grup. Geriye kalan %30 ise büyük ölçüde Hinduistler, Budistler, Taocular ve Şintoistler arasında bölünmüş durumda. Museviler ise yok denecek kadar az: %0.2. (Yüzdeler konusunda farklı araştırma kurumları farklı sayılar ortaya koysalar da, sıralama genelde değişmiyor).
Sonuçta sadece Avrupa Birliği değil, dünya açısından da baktığımızda, ateistleri ve agnostikleri de içeren 1 milyardan fazla dinsiz insandan söz ediyoruz. Ancak Türkiye’de, dinsizliği tartışma konusu yapmak bile “ayıp”, “günah”, “yanlış”, “yasak” ve “kötü”.
Türkiye’de örgütlenmeye çalışan ateistler ve agnostikler sürekli baskı ve tehdit altındalar. Türkiye’de dindarların “dini hizmetler” kategorisinde kurduğu on binlerce dernek ve vakıf var, ancak ateistlerin ve agnostiklerin bir tek derneği, bir tek vakfı bile yok. İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı verilerine göre, Türkiye’de din temelinde hizmet veren yaklaşık 16 bin dernek var. Bu kategori, spor alanında hizmet veren derneklerle birlikte, en üst sıradaki kategori. Onun arkasından yardımlaşma, kalkınma, (ki bu ikisinin de büyük çoğunluğu hemşehri dernekleridir), mesleki dayanışma gibi kategoriler geliyor. Bırakın ateizmi ve agnostisizmi, felsefe, sanat ve bilim gibi, uygarlığın temel taşları sayılan üst başlıklar ve alanlar, kategori dahilinde bile değil; o kadar azlar ki, bir yüzdeyle bile ifade bulamıyorlar. Çünkü Türkiye’de dernekçilik demek, Türkiye’de sivil toplum demek, spor demek, din demek, hemşehricilik demektir!
Bunun da ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her öğrenci, ailesi ve/veya kendisi ateist veya agnostik bile olsa, okulda din dersini almak zorundadır! Bu derste, felsefede de, bilimde de tamamıyla tartışma konusu olan Allah’ın varlığı, Allah’ın özellikleri, evrenin Allah tarafından yaratılmışlığı, ruhun ölümsüzlüğü, peygamberlik, vahiy, mucizeler, kıyamet gibi birçok iddia, mutlak gerçeklermiş gibi anlatılmaktadır! Hatta sınav sorularında, tektanrıcı dinlerin bu tezlerine aykırı bir yanıt verirseniz, sınavdan ve dersten kalırsınız! Felsefedeki ateizm ve agnostisizm kuramı, bu derste kategorik olarak sıfırlanmaktadır! Bu ders, sanki Hume’un, Marx’ın, Feuerbach’ın, Nietzsche’nin, Sartre’ın, Russell’ın, Freud’un argümanları tarihte hiç var olmamış, bu kişiler hiç yaşamamış gibi yürütülmektedir!
Örneğin Matematik dersi sınavında, “2+2=?” sorusuna “4” yanıtını vermek nasıl doğru yanıt vermek için zorunluysa, Fen Bilgisi dersi sınavında, “Dünya mı güneşin etrafında dönmektedir, yoksa güneş mi dünyanın etrafında dönmektedir?” sorusuna “Dünya güneşin etrafında dönmektedir” yanıtını vermek nasıl doğru yanıt vermek için zorunluysa, Din ve Ahlak Bilgisi dersinde de, “Evreni kim yaratmıştır?” sorusuna “Allah” yanıtını vermek, “doğru” yanıt vermiş olmak için zorunlu hale gelmektedir! Tabii tek bir farkla ki, buradaki zorunluluk “a priori” veya “a posteriori” bir zorunluluk değil, siyasetçilerin, yöneticilerin, ailelerin, öğretmenlerin yapay bir biçimde yarattıkları fiili bir zorunluluktur; daha doğrusu fiili bir zorlama ve dayatmadır!
Böylece öğrenci daha genç yaşta, olguyla kurguyu birbirine karıştırma becerisini geliştirmektedir! Böylece Matematik, Bilim, Felsefe, Din, hepsi aynı çorbada bir bulamaç haline gelmektedir!
Her şeye rağmen, Türkiye’deki ateistler, agnostikler, dinsizler ve dine eleştirel bakanlar, yoğun bir baskı ortamında yaşasalar da ve büyük haksızlıklara uğrasalar da; bu kesimler örgütlenmekte büyük güçlüklerle karşılaşsalar da, internet ortamında, www.ateizm.org, www.ateistforum.org, www.dusuncedunyasi.net, www.bilimvedin.net, www.agnostik.org, www.bilimfelsefedin.org, www.turandursun.com, www.mucizeyalanlari.com, www.ateizm.blogspot.com, www.pozitifateizm.wordpress.com gibi web siteleri ve bloglar üzerinden seslerini çıkartmaya çalışmaktadırlar.
Tabii bu siteler de sık sık aleyhte yargı kararlarıyla veya lehte yargı kararlarına rağmen kapatılmaktadırlar; dinci yobaz çevrelerin dava konusu haline gelmektedirler; site yöneticileri ve yazarları da sürekli tehdit, hedef gösterme, hakaret gibi baskıların altında çalışmaktadırlar; zaman zaman kimliklerini bile gizlemek zorunda kalmaktadırlar.
Çünkü dinciler, dindar olan kişinin dinsiz olan kişinin inancını “rencide edebileceğini ve aşağılayabileceğini” hiç düşünmeksizin, sürekli ve sadece dinsiz olan kişinin dindar olan kişiyi “rencide ettiğine ve aşağıladığına” dogmatik bir biçiminde inanmış ve saplanmış durumdalardır. Bu nasıl despotik ve dogmatik bir “rencide olmak ve aşağılanmak” sürecidir ki, “rencide olan ve aşağılanan” hep dinci kesim olarak karşımıza çıkmaktadır; tahammülsüz olan hep dinci kesim olarak karşımıza çıkmaktadır! Din hariç her şeye dokunulabilir, ancak din mutlak bir dokunulmazlığa sahiptir! Anlayış bu! Din sorgulanamaz olan mutlak bir “gerçektir”, daha doğrusu mutlak bir tabudur! Böylesine ilkel bir bakış açısı hakim Türkiye’de.
En kötümser bakış açısıyla, Orta Çağ’da Avrupa’da ne yaşanıyorsa, Türkiye’de bugün de o yaşanıyor!
En iyimser bakış açısıyla, “Rönesans” ve “Aydınlanma” hareketiyle başlayan devrim sürecinde Avrupa’da ne yaşanıyorsa, bugün de Türkiye’de o yaşanıyor!
Her koşulda, tarihsel süreç bizi, uzun vadede iyimser olmaya götürecektir!
Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor
Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi
İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...
© Tüm hakları saklıdır.