09 Kasım 2012

ABD seçimleri ne anlama geliyor?

Romney, seçim kampanyası boyunca, başarılı iş adamı kimliğini ön planda tuttu ve iş adamı olarak ekonomik sorunları kendisinin çözebileceğini iddia etti...

 

Amerika Birleşik Devletleri’nde Başkanlık seçimlerini Demokrat Parti’nin adayı Barack Obama kazandı. Böylece Obama ikinci kez üst üste ABD Başkanı seçildi.

Demokrat Parti’den daha muhafazakar olan Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Mitt Romney ise seçimi kaybetti. Yüzlerce milyonluk serveti olan işadamı Romney, Obama ile başabaş bir yarış çıkartmayı başarsa da, seçimi kazanamadı.

Romney, seçim kampanyası boyunca, başarılı iş adamı kimliğini ön planda tuttu ve iş adamı olarak ekonomik sorunları kendisinin çözebileceğini iddia etti. Romney, savunma sanayi bütçesini arttıracağını, gelir vergilerini düşüreceğini, serbest piyasa ekonomisinin kurallarını işleteceğini, devletçi müdahaleleri asgari düzeye çekeceğini, Obama’nın sağlık reformu projesine de karşı olduğunu açıkladı.

Obama ise, şirket patronu olmakla ülke yönetmenin ayrı şeyler olduğunu vurguladı, halkın eğitim ve sağlık gereksinimleri üzerinde durdu, artık eskimiş olan Bush döneminin yöntemleriyle ekonomik krizin çözülemeyeceğini, eski sistemin ekonomik krizin ve işsizliğin nedeni olduğunu, ABD’nin geriye değil, ileriye doğru yol alması gerektiğini söyledi.

İki adayın kampanyalarında dikkat çeken bir unsur da şuydu: Romney’in kampanyalarına katılan destekçilerin arasında çok az Afrika, Asya ve Latin Amerika kökenli insan vardı. Destekçilerin çoğu beyazdı ve ABD’nin çoğulcu etnik yapısını yansıtmıyordu. Romney’in kampanyalarında sanki adı konmamış bir ırkçılık söz konusuydu. Obama’nın kampanyalarındaki destekçiler ise, beyazlarla birlikte, Afrika, Asya ve Latin Amerika kökenli vatandaşları da kapsıyordu ve Amerika’nın renkli mozağini daha fazla yansıtıyordu.

Nitekim seçimlerden sonra da, ABD’de yaşayan Afrika, Asya ve Latin Amerika kökenlilerin ezici bir çoğunluğunun Obama’ya oy verdiği ortaya çıktı. Ayrıca Obama, Batı’daki, Doğu’daki ve Kuzey’deki kıyı eyaletlerinde ve New York, Chicago, Los Angeles, Philadelphia gibi büyük kentlerde Romney’den çok daha fazla oy alırken, Romney genellikle, Atlantik Okyanusu’na, Pasifik Okyanusu’na ve kuzeydeki Büyük Göller’e kıyısı olmayan, orta bölgedeki, içe kapalı, kırsal ve muhafazakar kara eyaletlerinde, Obama’dan daha fazla oy aldı. Bir önceki seçimde de benzer bir tablo ortaya çıkmıştı. Bu anlamda, ABD’de, Türkiye’dekine benzer, coğrafi bağlamda siyasi bir bölünmenin söz konusu olduğu da söylenebilir.

Başka ilginç bir nokta ise, Obama’nın açık bir biçimde, homoseksüellerin haklarına sahip çıkmasıydı. Obama, homoseksüel evliliklere taraftar olduğunu söyledi, gaylerin ve lezbiyenlerin haklarına sahip çıktığını, “gay” ve “lezbiyen” sözcüklerini açıkça ve yüksek ses tonuyla kullanarak beyan etti, ayrıca kadınların kürtaj hakkını savundu. Romney ise homoseksüellerin hakları konusunda kafasını kuma gömdü, kürtajı sınırlamaktan söz etti. Ancak buna rağmen, ABD halkı Obama’yı tercih etti. Bu da ABD halkının ve siyasetinin aslında, Türkiye halkına ve siyasetine göre, ne kadar ileri bir noktada durduğunu ortaya koyan önemli göstergelerden bir tanesi oldu.

Bir başka fark da dış politika alanında yaşandı. Romney, daha önce Cumhuriyetçi Parti’den Devlet Başkanı seçilen George Bush ile karşılaştırıldığında, dış politika alanında, Obama’ya daha yakın dursa da, Bush kadar müdahaleci ve emperyalist bir dış politika izlemediği izlenimi yaratmaya çalıştıysa da, dış politika alanında daha aktif ve dünyada lider konumda olunması gerektiğinden, Libya’da edilgen kalındığından, İsrail ile yeterli bir yakınlaşmanın gerçekleşmediğinden söz etti ve kampanya boyunca Obama’yı eleştirdi. Romney’in savunma sanayi bütçesini, yani silah sanayi bütçesini arttırmaktan söz etmesiyle, bu yaklaşımı bir bütün olarak ele alındığında, aslında Bush zihniyetinden çok da uzak olmadığı, ABD’nin başka ülkelere müdahaleci tutumundan bıkmış olan Amerikan halkının tepkilerini üzerine çekmemek için, Bush’un keskin söylemlerini yumuşattığı söylenebilir.

Nitekim, George Bush-George Bush Jr. çizgisindeki dış politika ile Bill Clinton-Barack Obama çizgisindeki dış politikanın özdeş olduğunu savunmak olanaklı değildir. ABD’nin dış politikasının tek bir çizgide olduğunu savunan Türkiye’deki yorumcular büyük bir yanılgı içerisindedirler. Bu Soğuk Savaş döneminde geçerli bir tez olabilirdi, ancak artık bu tez geçerliliğini yitirmiştir.

Obama göreve gelir gelmez ABD’nin Irak’tan askerlerini çekeceğini söyledi ve sözünü tutarak ABD askerlerini Irak’tan çekti ve Bush yönetiminin Irak politikasını açık bir biçimde eleştirdi. Obama, Guantanamo’daki esir kampını henüz kapatamamış olsa da, bu kampı kapatacağını en azından beyan etti; ayrıca ABD’nin Afganistan’dan da askerlerini çekeceğini açıkladı. Obama, Bush yönetimi ile karşılaştırıldığında, Filistin ile daha yakın ilişkiler içine girdi, zaman zaman İsrail’deki muhafazakar Netanyahu-Lieberman yönetimini eleştirdi, ABD-Arap ilişkilerini, İsrail’in tekelinden çıkartmaya çalıştı. Nitekim İsrail yönetimi de, üstü kapalı bir biçimde, seçim kampanyası boyunca, Obama için değil, Romney için çalıştı.

Obama hükümeti, İran, Libya, Suriye ve Arabistan Yarımadası’ndaki krallıklar konusunda yıllarca yanlış politikalar izlemiş olsa da, Libya’daki ABD Büyükelçiliği’ne karşı İslamcı fanatikler tarafından yapılan saldırılardan sonra, “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürece de kuşkuyla bakmaya başladı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamalardan bir tanesinde, Suriye’deki muhalefetin yeniden yapılandırılması ve kendi içinde İslamcı, köktendinci unsurları barındırmaması gerektiğinden söz etti. Bu, ABD’nin “Arap Baharı” politikasında bir kırılma noktası mıdır, değil midir, bunu söylemek için çok erken; ancak en azından, bunun telafuz edilmiş olması bile, küçük de olsa, bir adımdır.

Son seçimlerin ardından, ABD’nin karar organlarındaki güç dağılımına baktığımızda ise, Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçi Parti’nin daha fazla sandalye çıkarttığını; Senato’da Demokrat Parti’nin daha fazla sandalye çıkarttığını, ancak tek başına yasal düzenleme yapabilmesi için gerekli 60 sandalyeyi bulamadığını görüyoruz. Bu nedenle, bundan sonra da Obama’nın işi kolay olmayacak.

Ancak sonuçta, Cumhuriyetçi Parti’nin, bu sefer Romney vasıtasıyla, CIA ve Pentagon içindeki “derin devletle”, silah tüccarlarıyla ve büyük sermayeyle kurduğu ittifak, bir kez daha, önemli bir yara almış oldu.

ABD’yi tek boyutlu etiketlerle ve sloganlarla genellemeye çalışan Türkiye’deki egemen zihniyetin aksine, ABD içindeki mücadele ve farklılıklar, önümüzdeki yıllarda da devam edecektir.

Bir yandan da, Obama’dan bağımsız olarak, “Wall Street’i İşgal Et” adlı Anti-Kapitalist eylemler de, ABD’de, önümüzdeki yıllarda sürecektir.

Türkiye’deki “Amerikancılar” ve “Anti-Amerikancılar” kış uykusunda uyumaya devam ededursunlar, ABD, yakın bir gelecekte, Türkiye’den farklı olarak, birçok şeye gebedir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...