Fransa’da, kansere, büyüme bozukluklarına veya bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olan ve teflonu da kapsayan “Sonsuz kirleticiler”in yasaklanmasıyla ilgili tartışmalar ile yasa değişikliği bizim medyanın pek de ilgisini çekmedi.
Yasa önerisinin Fransa parlamentosunda oylanacağı haberi, Akşam, Habertürk, ABC Haber ve Yeni Asır’ın da aralarında bulunduğu az sayıda medya kuruluşunda yayımlanabildi. Üstelik de Halktv.com.tr, olumsuz bir gelişme olacakmış gibi, “Ev hanımlarına kara haber: Teflon tavalar yasaklanıyor” başlığını koydu haberine.
Oysa “Sonsuz kirleticiler” denilen (per- ve polifloroalkil / PFAS) maddelerin Ocak 2026’dan itibaren yaşamın tüm alanlarında yasaklanmasını içeren yasa önerisi toplum sağlığıyla yakından ilgili.
“Sonsuz kirleticiler”in en yaygını ve günümüzde hemen her mutfağa giren teflon (PFOA / perflurooctanoic), ilk olarak Fransız şirketi olan ve ABD’de büyüyen kimya devi DuPont tarafından üretilmişti. Teflonun kanserojen etkisi, ABD’de araştırmacı gazetecilik ve hukuk mücadelesinin de konusu olmuştu. Avukat Robert Bilott'un, DuPont’a karşı verdiği mücadele, 2019’da vizyona giren “Karanlık Sular” (Dark Waters) adlı filminde senaryolaştırılmıştı.
Bu filmin de etkisiyle o günlerden beri teflonun (perfluorooctanoic acid) kanserojen etkisi dünyada tartışma konusu. Ama Türkiye’de medya, teflonun zararıyla hiç ilgilenmiyor; teflon reklamlarını yayımlamakta da beis görmüyor. Fakat hiç olmazsa Fransa’daki yasak girişimiyle ilgili haberlerde teflonun kanserojen etkisinden söz edilmeliydi. Haberlerin o tarafı eksikti.
Ayrıca Fransa’da yasağın parlamentoda oylanacağını haber yapanlar, oylamanın akıbetini bile izlemediler. Halbuki Fransa’nın en büyük teflon üreticisi Seb grubu, önerinin oylamasından önce yüzlerce çalışanının eline “Kızartma tavama dokunmayın” yazılı pankartı tutuşturup Ulusal Meclis önüne gönderdi.
Bir yandan da kulis faaliyeti yürüttüler. Sonunda çevreci parlamenterlerin hazırladığı yasa önerisi oybirliğiyle kabul edildi ama mutfak araç gereçleri yasak kapsamından çıkarıldı. Yasak kararı, Ocak 2026’da tekstil ve kozmetik ürünleri, Ocak 2030’da ise kilim, halı, kanepe kaplamaları ve dış mekan tekstilleri için geçerli olacak.
Teflon üreticileri şimdilik zafer kazandılar ama Fransa’da yasaklanacağını duyuran Türkiye medyası, bu gelişmeleri haber yapmadı. Yasağı haber verenler fikri takip yapıp da sonra ne olduğunu yayımlamadı. Böylece Fransa’da yasaklanacağı haberini okuyanlar, o bilgiyle kaldılar.
Vakit geçmiş değil, Türkiye’de medya, yasakla ilgili tartışmaları, yasak kararını tüm boyutlarıyla aktarmalı, teflon ve “Sonsuz kirleticiler” konusunda toplumu bilgilendirmeli.
Toplum sağlığını ve kamu yararını gözetmeyen gazetecilik de teflon tavalara benzer, hiçbir sorun yapışmaz üzerlerine. Gözlerini kapatıp reklamları almaya devam ederler.
Basın İlan’ın ayıplı yazıları
Karar’ın “Görüşler” sayfasının bu kadar yoğun yazıyla kaplandığını hiç görmemiştim. Upuzun yazı, puntosu da küçültülerek zorla tam sayfaya sığdırılmıştı. Uzun da bir başlığı vardı:
“Basın İlan Kurumu’nun gözünden: Gazeteciliğin, kağıttan internet sitesine yolculuğunun serencamı-2”
Başlıkta “2” denilince insan ilk yazının birkaç gün önce çıktığını sanıyor. Ama öyle değil, tam altı ay önce 25 Ağustos 2023’te yayımlanmış ilki. Daha da ilginci, ilk yazı Karar’da değil, Yeni Şafak’ta çıkmış. Farklı gazetede devam yazısı görmemiştim daha önce…
Her iki gazetede de Basın İlan Kurumu’nun (BİK) faaliyetleri anlatılıyor, kurumun reklamı yapılıyordu. Yazılar, BİK Kontrol Müdür Yardımcısı Özer Elikoğlu’nun imzasını taşıyordu.
Her şey ayan beyan ortada. BİK, basılı gazetelere resmi ilan ve reklamları dağıtan kurum. Yeni Şafak ve Karar da Basın İlan’dan resmi ilan ve reklam alan gazeteler. Böyle bir durumda o yazıları yayımlamama gibi bir tavırları olabilir mi? Elbette olamaz.
Basın İlan’ın, paranın gücünü kullanarak muhatabı durumundaki kurumlarda kendi reklamını yayımlatması ayıplı, etik dışı bir davranış. Çok gerekli görüyorlarsa, böyle “torpilli reklam yazısı” yayımlatacaklarına resmi ilan verselerdi.
Santos gelirken kraldı, giderken fos!
Futbol medyası bir kere olsun şaşırtsa sevineceğim. Ama olmuyor işte. Beklendiği gibi, Beşiktaş’ın teknik direktör Fernando Santos’un sözleşmesini feshetmesinden sonra karalama kampanyasına girişmekte gecikmediler:
“Kovulmak ister gibiydi (Akşam), Santos’u bitiren yanlışlar (Hürriyet), İşte Santos’u bitiren etkenler (Sabah), Tarihi fiyasko (Sözcü), Düşüşün faturası Santos’a kesildi (Karar), Beşiktaş’ın fabrika ayarlarını bozdu (Milliyet), Polonya’da bile daha çok kaldı (Posta), Santos da foss (Türkiye), Santos’un ipini kötü futbol çekti (Yeniçağ), Santos’un bileti kesildi (Yeni Şafak)”
Santos’un başarısız bir teknik direktör olduğunda ağız birliği etti bütün futbol medyası. Oysa çok değil, 9 Ocak’ta Beşiktaş’a gelişini duyururken Santos’a övgü yarışı içindeydiler:
“Kartal’ı mühendis uçuracak (Akşam), Enkaz takımları ayağa kaldırıyor (Hürriyet), Beşiktaş’ı hizaya getirecek hoca (Milliyet), Beşiktaş generalini buldu (Sabah), Patron geldi şov başlıyor (Türkiye), Kartal’a sürpriz ama yüksek kariyerlisi geldi (Yeniçağ).”
Santos gelirken çok az futbol yazarı eleştirdi, başarılı olamayacağını yazdı, söyledi. Onlardan biri Sabah’tan Bülent Timurlenk, “Boşta buldukları ilk teknik adam”, Türkiye’den Kemal Belgin de “Bu ülkede başarı göstermiş hiç Portekizli hoca hatırlamıyorum” diye yazdı o günlerde.
Aslında bu Santos’a özgü bir durum da değil. Maalesef bizim futbol medyasının genel tutumu böyle. Her daim gelene kral muamelesi yapıyorlar, göklere çıkarıyorlar; giderken de yerin dibine batırıyorlar, arkasından söylenmedik söz bırakmıyorlar.
Bayraktar’ı savunan yazarlar
AKP medyası için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar, onun kardeşi Haluk Bayraktar ile şirketleri Baykar dokunulmazlar kategorisinde. En küçük bir eleştiride bile hemen manşetler, karşı haberler yayımlıyorlar. Yazarlar da yücelten yazılar döşeniyorlar birbiri ardına.
Evren Barış Yavuz adlı iletişimci, Haluk ve Selçuk Bayraktar’ın da olduğu Filistin eyleminden bir fotoğrafı “İsrail’e jet yakıtı satıyorlar” yazarak paylaştığında anında hedef alındı. Özellikle Akşam’ın 11 Nisan’daki “Alçaklığı İBB üstlendi” manşetinden sonra Yavuz, tam 10 yıl önce yazdığı “Alevilerin neden bir PKK’si olmalıydı” yazısı gerekçe gösterilerek tutuklandı.
Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink’in Selçuk Bayraktar’ın Çukurca’daki bir fotoğrafının üzerine “Defol Kürdistan’dan” yazarak paylaşması da iktidar kalemşorlarını kızdırdı. Onu da muhatap alıp karşı yazılar yayımladılar.
Bayraktar kardeşleri en çok hangi yazarların savunduğunu görmek için son on günlük gazetelere baktım. Ahmet Hakan üç yazıyla birinci durumda. “Bayraktar’la uğraşmayın”, “Baykar Erdoğan’a yakın olmasaydı” ve “Bayraktar’a defol diyen bir Hollandalı”, başlıklı yazılar kaleme almış. Ali Saydam, “Ne istiyorlar Bayraktar’dan” ve “Bir bu eksikti” yazılarıyla ikinci sıradan izliyor onu. Hikmet Köksal, İbrahim Karataş, Tarkan Zengin, Faruk Önalan, Hikmet Genç ve İhsan Aktaş da birer yazıyla savunma çizgisine gelmişler.
Halbuki Bayraktar kardeşler, açıklamalar, erişim engellemeleri ve suç duyuruları ile muhalif medyaya şiddetle karşılık verip duruyor. Yine de bunca yazarın desteğe koşması manidar. Acaba savunan yazarlara ödül puanı mı veriyorlar, bilemedim…
Selvi’ye nefret söylemi
Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, “Osman Kavala’nın hapiste tutulmasının, Gezicilerin yıllarca hapis yatacak olmasının Türkiye’ye ne yararı var? AK Parti’ye ne fayda sağlıyor? Artık iklimin değişmesi ve baharın gelmesi gerekiyor” diye yazdı.
Bu yazıdan sonra MHP’den hakaretler yağdı Selvi’ye. En ağırı da MHP Sosyal Medya Sorumlusu Hüseyin Özkan’ın “Abdülkadir Selvi, yok hükmündedir. Çöptür. Kalem ve Kılıç artığıdır!” paylaşımıydı.
Selvi’nin Alevi olmasından hareketle söylenen bu söz, hakaretten de öte, açıkça nefret söylemi. Türk Ceza Kanunu’na göre de suç. Ama maalesef Özkan da biliyor ki, arkasında iktidar gücü olduğu için hakkında bir soruşturma bile açılmayacak, onun için dili fren tutmuyor.
Olayın bir de Selvi tarafı var ki o da MHP’liler gibi hukuku hiçe sayıyor; Kavala ve Gezi davası sanıklarının hapse atılmasına hukuk değil, iktidarın sağlayacağı fayda açısından bakıyor. Gazeteci, hukuka siyasi çıkarlara göre değil adalet açısından yaklaşır.
DHA’nın haberine itiraz
DHA’nın “Müze değil ‘deniz ürünleri mezarlığı” haberi, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin, “Deniz Biyolojisi Müzesi”ni konu alıyordu:
“Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin bir çalışanının doktora tezi kapsamında denizden yakalanıp, kimyasal su içerisinde sergilendiği Deniz Biyoloji Müzesi'ndeki 500'e yakın, tamamı deforme olmuş deniz canlılarının tahliyesine karar verildi. Müze adı altındaki serginin gezdirildiği çocukların korkunç, ürpertici yorumları dikkati çekti.”
Deniz Bilimleri Eğitim ve Araştırma Merkezi’ne dönüştürülen müzenin koleksiyon sahibi Elif Özgür, haber hazırlanırken kendisinin görüşünün alınmadığı gerekçesiyle bana da başvurdu. Özgür, haberdeki eleştirilere karşı özetle şu görüşü dile getirdi:
“Bu haber, yargı süreci devam ederken koleksiyonu kamuoyu nezdinde karalamaya ve mesleki kariyerimi gölgelemeye yöneliktir. Müzeye gelen çocuklar üzülmüş ve korkmuş şeklinde argümanlar üretilmiş. Biz müzeye gelen çocuklara ilk bunu anlatarak başlıyoruz. Bilimsel çalışmalar bireyi değil popülasyonu korur.
Çocuklara ve gençlere kazandırmak istediğimiz de bu bilimsel yaklaşım ve anlayıştır. Onlara ziyaret ettikleri yeri ‘mezarlık’ olarak tanımlayarak açıklamak ile ‘bilimsel araştırmalar sonucu elde edilen örnekler’ olarak açıklamak arasında ciddi bir zihniyet ve anlayış farkı vardır.”
Tek cümleyle:
- Milli Savunma Bakanlığı’nın, “savunma muhabirliği eğitimi” vermesi, gazetecileri, bakanlığın “Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği”nin uzantısı haline getirme çabasıydı.
- NTV, Avustralya’da Gazze destekçisi bir papazın bıçakla saldırıya uğradığı sahneyi defalarca tekrarlayarak bir cinayet girişimini şiddet pornosuna dönüştürdü.
- İktidar medyası Kobani davasının duruşmasını görmezden gelirken, Türkiye gazetesi sadece CHP heyetinin davayı izlemesini haber yaptı.
- Akşam, Çekmeköy Belediye Başkanı Orhan Çerkez’in açıkça yalanlamasına rağmen, Onursal Adıgüzel’in eşiyle ilgili “Başkan’ın eşi Başkan Yardımcısı” haberi yayımladı.
- Sözcü’nün, “İsviçre’den Türk maden suyunu tüketmeme uyarısı” haberinde uyarının gerekçesi ve ilgili şirketin açıklaması eksikti.
- Yiyecek ve içecek satılan yerlerde KDV oranlarının artırıldığı haberleri yanlıştı; bu oranlar Cumhurbaşkanı Erdoğan kararıyla 7 Temmuz 2023’te zaten artırılmıştı.
- İHA’nın “Katletti, oğlunu arayıp haber verdi” haberinde öldüren adam ile öldürdüğü eşinin yüzleri açık fotoğrafı hatta adreslerine yer verilmesine rağmen soyadları kodlandı.
- İktidar medyası, İzmir’de grevde olan Lezita işçilerinin, grev kırıcılara karşı açtıkları davayı kazanmasını ve jandarmanın işçilere zor kullanmasını yok saydı.
- Sabah’ın, tek yanlı hazırladığı “Uğur Dündar’a babalık davası” haberini, Türkiye, Takvim ve Yeni Akit’in, Uğur Dündar’ın “DNA testinde babalık iddiasının reddedildiği” açıklamasını yok sayarak sürdürmeleri yanlıştı.
- Cumhuriyet, İstanbul Gaziosmanpaşa’daki toprak kaymasına orada bir süredir devam eden TOKİ inşaatının neden olduğunu yazdı ama AA, DHA ve İHA haberlerinde bu bilgi yoktu.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Faruk Bildirici kimdir?
Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.
Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.
Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.
31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.
TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.
19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi.
Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.
Yayımlanan kitapları:
Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021)
|