Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) 25 Nisan 2017 günü Türkiye’yi insan hakları ve demokrasi açısından yeniden denetim altına almaya karar verdi. Türkiye’nin, Avrupa ve uluslararası forumlarda insan hakları ve demokrasi kusurları yüzünden bu tür muameleye maruz kalmasının ne kadar üzücü, can sıkıcı olduğunu bilemezsiniz. Elbette, eğer devekuşu gibi kafanızı kuma gömüp Türkiye’nin ötesinde bir Avrupa, bir dünya olduğunu görüyorsanız, bilirsiniz. Ne yazık ki, tiyatro tarihimizin en popüler topluluğunun adının “Devekuşu Kabare” olması boşuna değildi.
Eskiye döndük. Eskiden de bu tür kararlar alınınca acı acı açıklamalar yapardık. Özellikle Avrupalıların bizim terörle mücadelemizi anlamadıklarını, hatta teröre destek olduklarını söylerdik. Olumsuz görünüşlü tedbirleri terör yüzünden aldığımızı anlatırdık. Daha yüksek standartlı mevzuat ve uygulama için bize anlayış gösterilmesini ve zaman verilmesini isterdik. 25 Nisan 2017 AKPM görüşmelerini kısmen izledim. Türk heyeti üyelerinin aşağı yukarı eskiden yaptıklarımıza benzer savunma konuşmaları yaptıklarını dinledim. Güya eskiden askeri vesayet dönemiydi ve güya biz o dönemden çıkıp sivil demokrasiye geçmiştik. Gene eskisi gibi eleştiriliyoruz ve kara listeye alınmış durumdayız. Arada neler olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü hepimiz buradaydık.
Bu kez işimiz eskisinden daha zor olabilir. Çünkü eskiden Batı’dan kopmayı istemiyorduk. Reform sözü veriyor, ancak bu sözleri yerine getirmekte duruma göre bilinçli olarak gecikiyorduk. Avrupa açısından da bizim Batı’dan kopabileceğimiz düşünülmüyordu bile. Bizi dışlamak isteyen de yoktu. Bir kısım bizi tam olarak entegre etmeye çalışırken, bir kısım da mesafeli ilişkiyi tercih ediyordu. Tartışılan şey bizim Avrupa ile ilişkimizin şekli idi. Bugün biz, Avrupa’dan kopabileceğimizi söylüyoruz. Reforme ediyoruz diye deforme ediyoruz ve Avrupa’nın bize inanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Eskiden demokrasiye dönüş takvimleri verirdik. Reformlar için yol haritaları yapardık. O çabalar sonucu Türkiye denetim altında bir ülke olmaktan çıkmış ve AB ile müzakerelere başlayabilmişti. AKPM, bizim denetimden çıkmamız için birçok adım atmamızı bu kez de istiyor. Bu adımları atacak mıyız? O adımları atmak için önce onların gerekliliğine inanmamız lâzım. İnanıyor muyuz?
Bu kez işimiz eskisinden daha zor olabilir. Çünkü Avrupa da değişti. Türkiye’yi Avrupa’ya entegre etmek isteyenler de, bunun olabileceğine inananlar da çok azaldı. Tarih ve coğrafyadan gelen stratejik önem ve değerimiz var. Avrupa’nın bize ihtiyaç duyduğu göç, Orta Doğu konuları var. Dolayısıyla bizi dışlamak istemezler, “ne halleri varsa görsünler” en azından bu aşamada demezler. Ne ki, artık Türkiye ile bir Batı ülkesi olarak işbirliği yapmak başka, mecburen işbirliği yapmak başka şey. Bu çerçevede AB’nin Türkiye ile müzakereleri askıya alıp almama kararı önemli bir ölçüt olacaktır. Umarız olumsuzluk o noktaya varmaz.
Eğer AKPM denetim sürecini ciddiye almazsak, AB ile müzakereler, önümüzdeki günlerde ya da kısa dönemde olmasa bile ilerde askıya alınabilir. O nedenle, beklentimiz, bütün siyasi gürültü patırtının ötesinde, Avrupa Konseyi ve AKPM ile rasyonel ve olumlu sonuçlar verecek bir teşriki mesaiye başlanmasıdır. Onların her dediğini yapmak gerekmez ama bir orta yol bulmak gerekir. Bunun, AB ile ilişkilerimize de olumlu yansımaları olur.
Elbette, “Rusya da denetim altında. Ne olmuş yani!” de diyebiliriz. İşte o zaman devekuşu kabare tiyatrosunu milletçe yeniden kurmuş oluruz.