Bu yazıya hiç niyetim yoktu. Ancak sosyal medyada dolaştığı söylenen şu cümlelere, eskilerin diliyle muttali oldum: “Müslümanlar Yahudilere, Hristiyanlara ve diğer din mensuplarına aralarında, kendi toplumlarında yaşama hakkı tanıdıklarına, onlarla 'iyilik ve adalet çerçevesinde' ilişkiler kurduklarına göre kendi insanlarından olup zaman içinde değerlerine, öz medeniyet ve kültürüne yabancılaşmış parçalarına bunu tanımayacaklar mı? Elbette tanıyacaklar. Referandum sürecinde 'Hayır' cephesinde yer alan insanların çoğunluğu işte bu 'yabancılaşmış parçamızdan' oluşuyor.” Bu cümleleri çok tehlikeli buldum. Onun için kısaca yazıyorum.
Önce şu “çoğunluğu” sözünü ele alalım. Referandumun sonuçlarına herkes saygı gösterecek. Beklentilerin aksine evet çıksa bile hayır cephesinin yüzde elliye çok yakın olacağı görülüyor. Bu cephenin çoğunluğu deyince on milyonlarla ifade edilebilecek bir nüfustan söz ediliyor. Dikkat: On milyonlarca vatandaşımızın yaşama hakkı tartışmaya açılıyor. Böyle bir yaklaşım dolaylı tehdit değil mi? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşama hakkını tartışmaya nasıl açarsınız? Kastını aşan bir ifade mi? Yoksa dil sürçmesi mi? Psikanalize göre, saydığım türden söylemler bilinçaltında gizli eğilimlerin dışavurumudur.
Hadi bunu geçtik, diyelim, geçebilirsek. Milletimiz, Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar, ve diğer din mensupları ve yabancılaşmışlar diye kategorilere ayrılıyor. Din temelinde yapılan bir bölme işlemi bu. Yabancılaşmış dediklerinin dini zikredilmiyor. Anlaşılan, onlar Müslüman sayılmıyor. Başkalarının Müslüman olup olmadıklarına siz nasıl karar verirsiniz? O kararı ulu Tanrı verecektir. Ya din ve vicdan özgürlüğü nerede kaldı? Bırakalım, insanlar dinsel inançlarını inandıkları, bildikleri gibi yaşasınlar. Din dayatmaya gelmez.
Gayrimüslim azınlık mensupları için söylenenler ayrı bir skandal. Demek biz onlara yaşama hakkı tanıyormuşuz. Ne kadar da cömertiz. Bu cümleler gayrimüslim vatandaşlarımıza yönelik ayırımcılıktır, onları ikinci sınıf vatandaş saymaktır.
Vurgulayalım: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsi yasa önünde eşittir. Hiçbiri ikinci sınıf değildir.
Cümleler bir de yabancılaşma tezi içeriyor. Türkiye’de sağcı olsun, solcu olsun birçok düşünür bu tür tezler üretmişlerdir. Genel olarak modernleşme sürecini bir yabancılaşma olarak görme eğilimine dayanan tezler. Elbette geçmişle bugün arasında sağlam zihin ve gönül köprüleri kurmak gerekir. Gerçek modernleşme de öyle olur. Modernleşmeyi Osmanlı başlatmıştır. Cumhuriyet bu modernleşmenin ürünüdür. Cumhuriyet tarihi içinde de evrim devam etmektedir. Üstünde durduğumuz cümlelerde, entelektüel bir tartışmanın ötesine geçiliyor. Modernleşmeden, batılılaşma anlamında daha çok etkilendiği düşünülen kesimler müslüman sayılmıyor. Referandumdan sonra bu kesimlerin tasfiye edilmesini tasarlayanlar varmış gibi, “Bırakın, onlara da yaşama hakkı tanıyalım” çağrısı yapılıyor. Böyle bir zihinsel tablonunu çizildiği yıl 2017 ve yer Türkiye Cumhuriyeti.
Türk toplumu insan hakları ve demokrasi alanında diğer müslüman toplumların önüne geçmişse, çeşitli kusurlarına rağmen, modernleşme süreci sayesindedir. Medeniyet, kültür kavramları, demokrasi, referandum, hepsi modernleşme sayesinde mümkün olmuştur. Osmanlı'da demokrasi ve referandum mu vardı? Biri de kalkıp, “Modernleşmeyi reddedenler de Türk ulusun tarihsel evrimine yabancı kalır.” diyemez mi?
Aslında, hiçbirimiz hiçbir şeye yabancılaşmış değiliz. Asıl önemli olan da biribirimize yabancılaşmamak. Modern bir toplumda bütün insanlar aynı tornadan çıkmaz. Farklı düşüncelerimiz, inanışlarımız, inançlarımızı yaşayış tarzlarımız var. Ancak hepimiz aynı milletin eşit parçalarıyız. Milletimizin özü birörneklik değildir, çoğulluktur. Farkılılıklarımızla daha zenginiz. Konuşa tartışa ülkemizi daha ileri götüreceğiz. Umarım, beni bu yazıya iten cümleler, referandum öncesinin hararetli tartışma ortamı içinde meydana gelen bir söz kazasından ibarettir. Ancak bu kazada kasıt olmadığı gösterilmezse durum vahim demektir.