16 Haziran 2018

Gaza'mız mübarek olsun

Hamas ne yaparsa yapsın, İsrail buna karşı orantısız güç kullanımında o kadar ileri gidiyor ki, şiddet canavarca boyutlara kolayca ulaşabiliyor

BM Genel Kurulu’nda iki gün önce Gazze olaylarıyla ilgili önemli bir karar kabul edildi. Karar Genel Kurul’un olağanüstü toplantısında alındı. Toplantının düzenlenmesine ve karara gene Türkiye (İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı olarak) ve Arap Ligi Dönem Başkanı olarak Cezayir öncülük etti. Gene özel bir prosedür sonucu kabul edilen, dolayısıyla belli bir ağırlığı olan kararın ciddi bir oy farkıyla kabul edilmesi bence güzel bir diplomatik başarı oldu.

Kararın önemli bir yönü ihtilafın tarafları arasında belirli bir denge arayışını yansıtmasıdır. Üstü kapalı olarak Hamas’ın dikkati çekiliyor, ayrıca Gaza’dan İsrail’e roket atılmasına karşı çıkılıyor. ABD’nın kararda Hamas’ın kınanmasına yönelik değişiklik önerisine de 62 ülke evet oyu vermiş, hayır diyenler daha az, ancak üçte iki çoğunluk sağlanamadığı için bu öneri kabul edilmemiş. Bütün bunları Hamas’ın ciddi bir uyarı olarak görmesi beklenir. Daha önce, bir söyleşide ifade ettiğim gibi, Hamas bir melekler cemiyeti değildir.

Ancak, Hamas ne yaparsa yapsın, İsrail buna karşı orantısız güç kullanımında o kadar ileri gidiyor ki, son olaylarda olduğu gibi şiddet canavarca boyutlara kolayca ulaşabiliyor. İsrail bu orantısız güç kullanımı alışkanlığından vazgeçebileceğine dair hiç bir umut da vermiyor. Dolayısıyla birincil sorun İsrail’in orantısız güç kullanımı ve buna karşı Filistinlilerin nasıl korunabileceği oluyor.

Karar bu bakımdan özel bir taşıyor. BM Genel Sekreteri’nin hazırlaması öngörülen raporda, Filistin halkını korumak için uluslararası bir koruma mekanizması kurulmasına dair tavsiyeler yapılması da isteniyor. Kısa bir süre önce Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurmuştu. Bu adımdan sonra, uluslararası koruma mekanizması fikrinin bir BM kararına böyle girmesi ikinci önemli adım oldu.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Filistin konusu uluslararası camiayı ilgilendiren ve uluslararası planda götürülmesi gereken bir konudur. Türkiye bu bakımdan BM’de ciddi bir çizgi izlemiştir. Bence ikili ilişkileri ayrı tutmak gerekir. Bana sorarsanız, büyükelçilerin karşılıklı olarak görevlerine dönmelerinin bir sakıncası yoktur.

İsrail ile turizm, ticaret ve diğer alanlardaki ilişkilerimizi Filistin konusuna orantısız bir şekilde bağlamayı da doğru bulmuyorum. Bunlar daha çok iç politikada kazanç sağlayacağı düşünülerek gösterilen tepkilerdir. Toplumda ideolojik yönü güçlü dar bir kesimin dışında ciddi bir karşılığı olduğunu da sanmıyorum.

Geçmişteki tecrübelerimizden belli. Bizim hem israil hem de Filistin ile konuşabilmemiz, Hamas üzerinde de etkili olabilmemiz gerekir. İki taraf da bize güvenir, bizi dinlerse, bu tür olayların bir daha çıkmaması için gerekli önleyici diplomasi işini yapabiliriz (Bu, sahada her gün faal olmakla, dolayısıyla tam diplomatik kadrolarla yapılabilecek bir iştir). Filistin’e yardım faaliyetlerimizi de daha rahatça yürütürüz. İsrail de bize tepki olarak Kıbrıslı rumlarla, Yunanistan’la münasebetsiz bağlantılar kurmaya gerek duymaz.

Bakalım seçimlerden sonra dış politikamızın rasyonel boyutu ne kadar güçlenebilecek?

İyi Bayramlar!

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa ile gereksiz bir sorun

Fransız okullarına çocuğunu gönderen Türk vatandaşlarının arasında, öğrendiğimize göre, Aile Bakanımız da var. Ancak, gene söylendiğine göre, Aile Bakanımızın Belçika vatandaşlığı da varmış. O zaman çocukları Belçika vatandaşı olarak okulda kalabilirler

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

"
"