Mesud Barzani, babası gibi efsane olmak isterken, bazı yorumlara göre, kestane olmak üzere.
Referandum vesilesiyle ip germe politikası izleyen Barzani, ipi nerede gevşetmesi gerektiğini hesap edemeyerek büyük bir yanlış yaptı. Genellikle çevre devletlerini birbirine karşı oynarak bekasını sağlayan Barzani, bu kez, çevre ülkelerin kendisine karşı birleştirmeyi becerdi (!). Onyıllardır Irak kürtlerinin geleneksel politikası çevre ülkelerini birbirine karşı oynamaktır. Buna karşılık çevre ülkelerinin geleneksel politikası da Kürt hiziplerini birbirine karşı oynamaktır. Bunu en iyi beceren İran’dır. Nitekim, kendi ülkesinde Kasumlu’yu nisbeten sessizce tarihe gömmüş olan İran, bu kez de, komşu ülkede yapacağını yaptı. Hem de, kendi ülkesindeki kürtlerin Barzani’yi sokak gösterileriyle desteklemesine rağmen ve Barzani ile görüşmeleri kesmeden bunu becerdi. Bölgenin, hatta İran’ın uzun vadede hayrına olup olmadığı ayrı konu, ama teknik açıdan yabana atılmayacak bir dış ilişkiler başarısı.
Barzani’nin yanlışının önemli bir parçası da Kerkük üstündeki ısrarı oldu. Kimse Kerkük’ü ona bırakmaz. Oysa Kerkük’te, Kürdistan özerk Bölgesiyle birleşmeyecek özel bir yönetim kurulmasını talep etseydi, hem kendisini destekleyenler çıkar, hem de böyle bir düzenleme Kerkük’teki Kürt nüfusunun oranı nedeniyle uzun vadede kendi lehine olabilirdi. Yaptığı vahim yanlışlara rağmen, Barzani ve ailesinin tarih sahnesinden çekileceklerin sanmıyorum. Rusya’nın ve İran’ın da bu tür niyetleri olduğunu söylemek güç. Belki bir tedip dönemi yaşanabilir, ama Talebani / Barzani çekişmesinin devamı hepsinin lehinedir.
Öte yandan, Barzani, umarız, Bernard Kouchner, Bernard Henri – Levy gibi uçukların dolduruşuna bir daha itibar etmez.
Barzani’yi bizim de kızgınlıkla defterden silmeye çalışamamıza gerek yok. Asıl vahim olan, (Rusya’nın güneyimizde de komşumuz haline gelmesine ilaveten) İran nüfuzunun yayılmasıdır. İsrail’in bunu göremeyerek Barzani’yi gaza getirmesi ayrı bir vahim yanlış olmuştur. İsrail’in Irak Kürtleriyle eskiye dayanan ilişkilerini herkes bilir. Ayrıca İsrail’in Kürt kartını, kendisine iyi gözle bakmayan bölge ülkelerine karşı gerektiğinde oynayabilmek üzere güçlendirmeyi düşündüğü de anlaşılıyor. Ne var ki, İsrail’in geleceğe bakarken hesap etmesi gereken başka ihtimalle de var. Ya günün birinde İran’ın başına Iraklı şiilerin de taklit mercii olarak görüp, nerdeyse mutlak itaat içine gireceği bir rehber geçerse, ne olacak? Zaten Tahran ile Akdeniz arasında Devrim Muhafızları, Haşdi Şabi (Humpty Dumpty kadar sempatik bir isim değil bu), Hizbullah kemeri oluşmuş durumda. Irak iyice İran nüfuzu altına girerse, İsrail, tepesine inmeye hazır bir şii çekicinin varlığından rahatsız olmayacak mı? Bağımsız bir Kürdistan mı önleyecek İsrail’e yönelik bu varoluşsal tehditi? Keşke Türkiye ile İsrail bu meseleleri derinlemesine görüşebilse...
Bağırıp çağırmalarımız bir yana, Kuzey Irak’da meydanı İran’a bırakacağımızı pek sanmıyor, beklemiyorum. Elimizde ciddi kozlar bulunuyor. Herhalde, çeşitli yöntemler kullanarak, İran ile Irak’ı bizimle işbirliğine, eski deyimle, imale etmeye yöneleceğiz.
Bazen insan düş kuruyor. Keşke, diyor, bölge ülkeleri ve toplumları müsait olsa da, dört ülke arasında bir yandan toprak bütünlüğü, öbür yandan insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine dayalı sınıraşırı işbirliği konseyi kurulabilse?
Aslında böyle bir düşe en yakın ülke, batılı yönü nedeniyle Türkiye. Ancak, Rakka’da olanlar ulusal güvenliğimize ve toprak bütünlüğümüze yönelik tehdidin güçlendiğini gösteriyor. O noktaya nasıl gelindiği, Suriye politikamız ayrı bir konu, ama Rakka’daki gelişme bizi, yöneticimiz kim olursa olsun, daha kuşkucu kılacaktır.
Güneydoğu sınırlarımızın ötesinde, bizi de içine çeken ve içinden nasıl çıkacağımızı henüz bilemediğimiz bir girdap oluştu. Bu durumda en önemli güvencemiz, kendi kürt vatandaşlarımızın desteği olmalıdır. Bunu sağlama bağlamanın yolu da demokrasiyi ve insan haklarını güçlendirerek, devlet ile vatandaş arasındaki bağı sağlamlaştırmaktır.