24 Haziran 2017

Zırhlı araçlar neden hep Kürtlere çarpar?

TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Silopi’de Furkan ve Muhammed’in öldüğü “kaza”ya ilişkin bir rapor hazırlamak üzere 15 Haziran’da toplandı

Sadece son 1 hafta içerisinde Lice’de zırhlı aracın çapması sonucu 8 kişi öldü.  Bir ay önce de zırhlı araç, evin içine kadar girerek, uyudukları yatakta “çarpmıştı” Furkan ve Muhammed”e. Temmuz 2016’dan yana bölgede zırhlı araçların çarpması sonucu 25 kişi yaşamını yitirmiş durumda. Bu 25 kişinin içinde 4 yaşındaki çocuktan, 85 yaşındaki Pakize Nene’ye kadar birçok insan var.

Önceki akşam yönetmenliğini Kazım Öz’ün yaptığı, 1930 Dersim katliamının anlatıldığı Zer filmini izledim. Film tek kelimeyle muhteşemdi. Filmin içinde birkaç sahnede yoldan ardı ardına geçen zırhlı araçlar görünüyor. Nitekim filmin sonunda yönetmen ve oyuncularla yapılan söyleşide bir seyirci “Bu sahnelerin nasıl çekildiğini, zırhlı araçların nereden bulunduğunu, kiralanıp kiralanmadığını” sordu.  Yönetmen Kazım Öz bu sahnelerin kurgu olmadığını, filmi çekerken zırhlı araçların yollardan geçtiğini söyledi.  Kısacası bu anlamda Bölgede kurguya gerek yok, ya da bir film için gidip zırhlı araç kiralamanıza… Yollarımız tank, TOMA, kirpi, akrep… Her türlü zırhlı araçla dolu zaten.

 

Kürtlerin canı şu ya da bu mudur?

 

TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Silopi’de Furkan ve Muhammed’in öldüğü “kaza”ya ilişkin bir rapor hazırlamak üzere 15 Haziran’da toplandı. Toplantıda milletvekillerinin yanı sıra Emniyet Genel Müdür Yardımcısı da vardır. Bu toplantının tutanakları basına yansıdı.[1] Tutanaklarda görüyoruz ki AKP Ardahan milletvekili Orhan Atalay “2 yavrunun öldüğünü, kasıt olmadığını, ancak ciddi ihmal olduğunu” belirterek, “Zırhlı araç sayısının 2 katı kadar iyi nitelikli, eğitimli polis olması gerektiğini” söylüyor ve olayda “ciddi manada bir idari kusur gördüğünü” belirtiyor. Ama nedense bu zırhlı araçlar neden sivil yerleşim yerlerinden böylesine yoğun ve hızlı geçiyorlar, bu sorgulanmıyor.

Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Adem Çakıcı  “kazada” panzerden kaynaklı bir arıza olmadığını belirterek, iddialara şöyle cevap veriyor:

“Yani ben de değişecek çok fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum ama tabii ki bu eğitimin olmaması anlamına gelmiyor, şüphesiz ki eğitim olacaktı. En azından şunu konuşmazdık, eğitimli olsaydı biz burada mahcubiyet taşımazdık, en azından “Eğitimlerini verdik.” derdik, kaza için şu konuştuklarımızın yüzde 50’si gitmişti yani. Ama her şeyde bir hayır vardır, biz kendi adımıza nasibimizi aldık…”

Tutanakların ilerleyen kısımlarında Müdür Beyin söylediği bir başka söz daha dikkati çekiyor:

“‘Şurada da şu vardı’, ‘burada da bu vardı’ deyince, çoğaltabiliriz yani o zaman görev yapamaz duruma düşeceğiz”.

Yani şu mahallede siviller var dikkatli olalım, bu sokakta şu hızı aşmayalım ya da iyi eğitim vermeden polislere zırhlı araçları kullandırtmayalım, şehir içine bu araçları sokmayalım… gibi “detaylara” çok bakacak olursak, görev yapamaz duruma düşülebileceğinden endişelenmiş Müdür Bey!

Bu komisyon toplantısının üzerinden daha 1 hafta geçmeden Lice’de 8 kişi daha zırhlı araçlardan kaynaklı “kazalar” sonucu öldüler. Soralım o zaman Müdür Bey’e:

Hani hayır vardı, kendi adınıza nasibinizi almıştınız? Bu nasıl bir hayır ve nasipmiş ki, ardından Lice’de 8 kişi daha zırhlı araçlarınızla öldü?

Zırhlı araçla katledilen 85 yaşındaki Pakize Hazar konusuna girmiyorum bile. Belli ki hayrınız, nasibiniz, Pakize Hazar’ın parçalanan cenazesinin parçalarını, uzuvlarını 80 yaşındaki kardeşi Hasret Neneye toplatmayı da kapsıyor!

Biz bu hayırları da, nasipleri de iyi biliyoruz. Eğer Kürdün canı böylesine değersiz olmasaydı, bu insanların canına kastedenler cezasızlık zırhıyla korunmasaydı, hepimiz biliyoruz ki bu “kazalar” böylesine kolay yaşanmayacaktı. Hiçbir polis bir insanın eline siyah poşeti verip “git kardeşinin parçalarını topla” diyemeyecekti!

Bu yazıyı bitirirken, önceki gün Lice’de zırhlı aracın çapması ile ölen insanların, eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın kayınvalidesi ve akrabaları olduğunu öğreniyorum. Başsağlığı için Abdullah Bey’i aradım. Üzüntüsü büyüktü. Şunları söyledi:  

“Bu bir kaza değil katliam. Yakınlarım panzerin ezdiği Pakize Ananın taziyesinden gelirken, onları da bir panzer ezdi. Cenazeleri gördüm, kağıt gibi etmişler. Ölüm her an kapımızda artık. Tam da bunun için ölen onca insan için, onların hatırası için barışa, demokrasiye, birlikte yaşama daha çok sahip çıkmak gerekiyor”.

Ortada kağıt gibi ezilen, parçalanan insanlar var! Ne Kürtlerin ne de hiçbir insanın canı şu ya da bu değildir! İnsanların canına “şu” ya da “bu” olarak bakıldıkça, belli ki bu ülkede daha çok insan ölecek.

Yazarın Diğer Yazıları

KHK ve OHAL mağdurları anlatıyorlar

Yanımızdaki KHK/OHAL mağdurlarını dışlamayarak, bu karanlık günlerde onlarla dayanışarak ilk gül tohumlarını toprağa atabiliriz

Bextreş Nezarethanesi

Bir kez daha anladım ki yıkım ve savaşın tarihini yazanlara inat, bizler de dayanışmanın ve mücadelenin tarihini yazıyoruz...

Enfâl'in ruhu şimdi Afrin'de

Siz kirlisiniz biliyoruz ama hiç değilse yüzyıldır barışın adı olan zeytinin adını da kirletmeyin!

"
"