Diyarbakır
Devletler kendi orduları ve askerlerini kullanmayacak kadar kirli savaşlar yürüttükleri zamanlarda paramiliter yapılara başvururlar. Dünyanın birçok bölgesinde, Irak’tan, Guatemala’ya kadar bunu gözlemlemek mümkün.
Türkiye’de de 90’larda devlet Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta JİTEM ve koruculuk gibi paramiliter yapılar oluşturarak, savaşın en kirli boyutunu bu yapılar üzerinden yürüttü. JİTEM’in ve korucuların bir kısmının karıştığı suçlar, kirli işler, katliamlar bugün hala aydınlatılmamışken, bu yapılar şimdi yeniden devrede.
Henüz Esedullah Timi kimdir, nedir, çok fazla söz söyleyebilecek durumda değiliz. Muhtemelen önümüzdeki birkaç yıl içerisinde bu yapı ve şu an sokağa çıkma yasağı uygulanan yerleşim yerlerinde yaptıkları katliamlar, karıştıkları insan hakları ihlallerini daha detaylı öğrenmiş olacağız. Bugün henüz bir şey söylemek için erken.
Ancak korucularla ilgili her gün yeni bir bilgi kamuoyuna düşüyor. Hükümet Eylül ayında 5 bin yeni korucu alımı yapacağını açıklamıştı zaten. Bu alımla ilgili durum nedir, net olarak bilmiyoruz. Ocak başında ise Diyarbakır Suriçi’nde korucuların savaşta kullanıldığı haberi geldi. Bu korucuların Eğil’den getirildiği ve Sur’da özel timlerin giremediği sokaklara yollandıkları söyleniyordu. Yine özellikle hükümete yakın medyada, Sur’daki operasyonun “polis, asker, korucular el ele” yapıldığı sıklıkla vurgulandı. Nitekim Sur’dan Nusaybin’e operasyonların yapıldığı yerlerde operasyon bölgesindeki korucuların fotoğrafları sık sık sosyal medyada yer almaya başladı.
Yeni savaşın yeni uygulaması:
Şehir koruculuğu!
Sokağa çıkma yasakları ve operasyonların devam ettiği şehir merkezlerinde korucuların kullanılmasının ardından, nisan başında yeni bir kavramla daha tanıştık: Şehir koruculuğu!
Önce Hakkari’de valilik il geneli için 224 bekçi alınacağını duyurdu. Bu bekçilerin emniyet müdürlükleri bünyesinde istihdam edilecekleri öğrenildi. Bu bekçilerin 125’i Yüksekova’da, 55’i Hakkari merkezde, 31’i Şemdinli’de, 13 ise Çukurca’da görevlendirilecek. Ve bu kişiler mahalleler ve çarşı merkezlerinde faaliyet yürütecekler.
Hakkari’deki bu gelişmenin ardından İçişleri Bakanlığı, emniyet hizmetleri sınıfında, Şırnak, Diyarbakır, Hakkari, Mardin ve Şanlıurfa’da istihdam edilmek üzere 5 ilde 2 bin 394 bekçi alımı yapılacağını duyurdu.
Belli ki bu “bekçi”ler devletin kent merkezlerindeki yeni paramiliter güçleri olacak.
“Öldürsek biz,
öldürülsek çocuklarımız katil olacak”
Korucuların bu gelişmeleri nasıl yorumladığını henüz bilmiyoruz. Ancak medyaya düşen haberlerden bu savaşta bu şekilde devlet tarafından kullanılmaktan memnun olmayan korucular olduğunu da görebiliyoruz. Nitekim henüz birkaç gün önce Şırnak’ta devam eden operasyonlar sırasında mahallelere girmeyi kabul etmeyen 40 korucunun askerlerle tartışarak kenti terk ettikleri alternatif medyada ufak bir haber olarak geçti. Yine Sur’da operasyonlara katılmayı kabul etmeyen korucular da olmuştu. Diyarbakır Çınar’dan 13 köy korucusu Sur’a “Öldürsek biz, öldürülsek çocuklarımız katil olacak” diyerek gitmeyi reddetmiş ve istifa etmişlerdi.
1990’lardan 2016’ya koruculuk
1990’lı yıllarda sayıları 90 bine kadar çıkan korucular, 2000’li yıllarda kısmen azalsa da, halen oldukça ciddi büyüklükte bir silahlı güç. İçişleri Bakanlığının 2013 verilerine göre 22 ilde toplam 46 bin 195 geçici köy korucusu var, yaklaşık 20-25 bin civarında da gönüllü köy korucusu olduğu tahmin edilmekte. Koruculuğun kurulduğu yıllarda, 1980’lerin sonlarında, insanların koruculuğu seçmesi için farklı motivasyonlar vardı. Devlet tarafından silaha yasal yoldan ulaşma imkânı vermesi, daha önce işledikleri suçlarının kapatılması, köy bekçiliği olarak algılamak, köyünü terk etmemek için korucu olmak, parasızlıktan ve gidecek bir yeri olmadığı için mecburen korucu olmak, memuriyet olarak görmek gibi. Ancak tüm bu bahsettiğiniz korucu olmaya ilişkin farklı neden ve motivasyonlar koruculuğun kurulduğu yıllar için geçerliydi, bugün korucular artık korucu olmanın ne anlama geldiğini bilerek silahı kendi halklarına karşı ellerine alıyorlar.
Bugün insanları korucu olmaya iten motivasyonu anlamak gerçekten güç. Elbette bunun maddi bir karşılığı var. Ancak bu maddi karşılık, bir ömür boyu kendi toplumun içerisinde “hain” olarak damgalanan bir yaşamı seçmeye değer mi?
Bu çerçevede görüştüğüm, Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Şemsa Özar bunu şöyle açıklıyor:
“Bir toplumun özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesini kırmanın yollarından biri olarak karşımıza çıkıyor koruculuk sistemi. Amaç, korucuları çatışmalarda kullanma değil sadece. Her yönüyle, fikirsel, duygusal ve militer olarak kendine bağlama çabası. Böylelikle, bir bölgede hakimiyeti sadece silahla değil, aynı zamanda bir halkı birbirine düşürerek, özgürlük, adalet, hak ve eşitlik duygu ve mücadelesinin yerine biat etme duygusunu yerleştirerek kurma çabası. Korucuların şu anda bazı kent yerleşimlerinde savaşıyor olmaları bu girişimin başarılı olduğu, olacağı anlamına gelmez diye düşünüyorum.”
Belli ki devlet bu yeni savaşta koruculara tekrar kirli bir rol biçiyor. Bu rol Kürt'ü Kürt'e kırdırmaktan daha öte, aynı zamanda Bölgede kendine yakın silahlı bir grubu tutma isteği ile de alakalı. Korucular geçmişte JİTEM’in içinde de yer aldılar. Bugün neyin içindeler, hangi oranda kullanılmaktalar henüz net bilmiyoruz. Ancak şunu söylemekte fayda var:
Birgün katliamlara karışan tüm insanlar, Esedullah Timi'nden, JİTEM’ini yargılanacaklar. Korucuların da kendilerine devlet tarafından yaptırılmaya çalışılan hukuk dışı, kirli uygulamaları kabul etmemeleri lazım. Korucular halklarına karşı asıl sınavı bu yeni savaş döneminde verecekler. Ya yine silahlarını alarak bir savaşın parçası olacaklar, ya da silahlarını bırakarak kardeşlerinin kanını dökmedikleri gibi, Kürt toplumunun bu yarayı sarmasının yolunu açacaklar!