15 Mayıs 2019

TÜSİAD susmanın acısına artık katlanamıyor…

Özilhan’ın konuşması, CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun “İş dünyası konuşsun” çağrısına da karşılık gibiydi

2009 yılı. Maliye Bakanlığı Doğan Grubu’na 5 milyar 630 milyon lira ceza tahakkuk ettirdi. Doğan TV hisselerinin Axel Springer’e satışında Doğan Yayın Holding içinde yapılan kademeli yeni hisse yapılandırma işlemlerinin incelenmesi sonucu bu cezanın verildiği söyleniyordu. 2009 yılında 1,55 lira olan ortalama dolar kuru esas alındığında, bu miktar o dönemin değeriyle 3 milyar 630 milyon dolara karşılık geliyordu.     

Tahakkuk ettirilen cezalar, hisse senedi ve ilmühaber satışları için KDV ödenmediği iddiasına dayanıyordu. Oysa yasada ve mevzuatta hisse senedi ve ilmühaber satışları KDV’ye tabi değildi.  Teknik uzlaşma sürecinde rakam bir miktar değişse de, mevzuatta olmadığı halde böyle bir cezanın haksız bir şekilde işletilmesi Türkiye’de bir ilk oluşturdu ve sonrasında da hiçbir şirkete uygulanmadı. Olay “vergi” ile ilgili değil “siyasetle” ilgiliydi.

O günlerin tanığı önemli bir işadamı, aralarında kendisinin de bulunduğu bir grup tanınmış ismin Aydın Doğan’ı ziyaret ettiğini ve aralarında şöyle bir diyalog geçtiğini anlatmıştı:

İş insanları: Aydın Bey gerekirse size maddi destek-uzun vadeli borç verelim.

Aydın Doğan: Para kısmı önemli değil. Gelin yan yana duralım,  ortak bir basın toplantısı yapalım. Burada bana söylediklerinizi, cezanın haksızlığını, olayın siyasetle ilgili olduğunu, bir basın kuruluşuna gözdağı anlamı taşıdığını kamuoyuna da açıklayın.

O gün işadamları Doğan’ın yanından “Biz bir düşünelim” diye ayrıldılar. Aradan 10 yıl geçti, hâlâ düşünüyorlar. Ne Doğan’ın medya grubu kaldı, ne de başka bir merkez medya. (Bu süreç içinde Ümit Boyner'in TÜSİAD Başkanlığı yaptığı dönemi ayrı bir yere koymamak haksızlık olur).

TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi toplantısını sosyal medyadaki linkinden izlerken aklıma bu diyalog geldi. O günlerden bugünlere iş insanlarının; “diğer iş insanına”, gazeteciye, sanatçıya, akademisyene, hak savunucularına gözlerini kapatmış olması, alt perdeden ses vermesi Türkiye’yi hemen her alanda sıkışma noktasına getirdi. O günlerde “Ya benim de şirketime sıra gelirse, ya iktidarla aram kötü olursa” diye saklananlar bugün ülke uçurumun kenarına geldiği için kendilerinin-şirketlerinin de buraya yuvarlanacağı endişesiyle biraz daha açık konuşuyorlar.    

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan kendilerine “neden konuşuyorlar?” diye eleştirenlere-tehdit edenlere yanıt niteliğinde TÜSİAD tüzüğünden şunu hatırlatıyor:

"TÜSİAD, insan hakları evrensel bildirgesinin düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamayı amaçlar."

Arkasından Cumhurbaşkanlığı sisteminin henüz oturmamış olması eleştirisinden yenilenen seçimlere ilişkin kaygıya kritik noktaların altını çiziyor. Önce Cumhurbaşkanlığı sistemine ait eleştiriler:

"Parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş henüz tamamlanmış gözükmüyor. Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük ve köklü bir devletin sisteminin değiştirilmesi, uyumlaştırılması daha bir süre alacak gibi gözüküyor. Cumhurbaşkanlığı sisteminin kurumsal yapısı da henüz tam oturtulamadı. Bu da her alandaki sorun alanlarının üzerine etkin bir biçimde gidilmesini engelliyor."

Peki nedir bu sorunlu alanlar. Konuşmada birkaç farklı yerde şu vurgu geçiyor:

"Rezervler eriyor, halkın alım gücü azalıyor. Türk vatandaşları Türk lirasından kaçıyor. Türkiye küresel rekabette kan kaybediyor. Enflasyonda 121. sıradayız. Yargının bağımsızlığı 111., yargıda hak aramada 109., basın özgürlüğünde 129. sıradayız. Bu nedenle ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor. Biz bu nedenle ekonomi derken demokrasi, yargı bağımsızlığı, insan hakları demeye devam edeceğiz."

Özilhan’ın konuşmasında benim en çarpıcı bulduğum kısım “yenilenen seçimlerle” ilgili olandı. Buradaki kısımda geçen “Darbeler tarihine rağmen Türkiye’de demokrasi hep çalıştı” diye başlayan bölümü de aynen aktarıyorum:  

"Seçim sonuçlarına itiraz, şüphesiz siyasi partilerin en doğal hakkıdır. Hepimiz bu hak arama özgürlüğüne saygı duyarız. Ancak, seçmen iradesine saygı duyulmasını da isteriz. Hakkaniyetli koşullarda seçim ve seçmen iradesi demokrasilerin tartışmasız en temel niteliğidir.  Seçimlere yapılan itirazların niteliği, seçim kanunlarının düzgün uygulanması konusunda herkesin kafasında soru işaretleri yaratmıştır. Seçim kanununda ve uygulamadaki aksaklıkların seçimler sonrasında değil öncesinde giderilmesi, idarenin sorumluluğundadır.  Seçimlere şaibe düşmemesini sağlayacak olan da budur. Unutmayalım! Hukukun üstünlüğü ve demokrasisiz hiçbir şey olmaz.  Ne ekonomi olur, ne de başka bir şey. Ve demokrasinin ilkeleri evrenseldir. Oraya ya da buraya özgü olmaz. Ya bu ilkelere uyulur ve demokratik bir rejim olunur; ya da uyulmaz ve başka bir şey olunur. Darbeler tarihine rağmen Türkiye’de demokrasi hep çalıştı: Her seferinde demokrasiye geri dönüldü. Seçim yoluyla görev devir teslimini de içeren bu demokratik geleneğe gözümüz gibi bakmalıyız."

Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Özilhan’ın konuşması bir yandan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçim iptalinden sonraki TÜSİAD’ın eleştirisine karşı "Haddini bil" sözleriyle gösterdiği tepkiye de yanıt niteliğindeydi. Öte yandan CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun “İş dünyası konuşsun” çağrısına da karşılık gibiydi. TÜSİAD’ın çalışma şeklini bilenler bu tip toplantılar ve konuşmalar öncesi derneğin “önemli iş insanlarının fikrinin-katkısının alındığını” bilirler.

Yazıyı çok sevdiğim Oğuz Atay’dan bir alıntıyla bitireceğim:

Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır.

Anladığım, susmanın acısı TÜSİAD için bile artık katlanılamaz boyutta. Geç de olsa...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sol seçmen "güçlü lider" arayışında, iktidar seçmeni "sistem değiştirecek lider"e açık, Kılıçdaroğlu davasının önemi

İktidar partisi seçmenleri de ‘sistemi değiştirecek bir lider arıyor.’ Yani ‘sistemin iflas ettiği’nin herkes farkında. ‘Yeni’ bekleniyor. Burada kritik nokta, kendini solda tarif edenler de dahil ‘sonuç’ güçlü liderden bekleniyor

Kaygıda ortaklık büyürken “Çözerse Erdoğan çözer” final yapıyor, iyi de kim çözer? 

Ekonomiden hukuka yaptığı yanlışlarla memleketi birbirinden farklı krizlere sokmuş olsa da her hâl ve karda özellikle kendi seçmeni ‘bir bildiği vardır’dan ‘din-güvenlik-ortak bizlik’ söylemini ‘satın almasına’, hemen her koşulda Erdoğan’ı destekledi. Uzun süre ‘Çözerse Erdoğan çözer’ tezi adeta Erdoğan için adı konulmamış bir ‘güven-destek’ sloganı oldU

"
"