10 Mayıs 2024

Celal Başlangıç’a veda ederken Özel’e bir soru; hangi devlet?

Nedir devlet? Platon’un söylediği gibi ‘devlet denen mekanizma büyütülmüş insan’ mıdır? Devletin her koşul ve şartta kutsandığı mı yoksa bireyle ilişkisinin yeniden tarif edildiği, yüzleşmelerin yapıldığı bir süreç mi önemsenmeli?

Pasaportuma el koyulmasına içimin yandığı anlardan biri. Meslektaşım Celal Başlangıç’ın bugün Köln’de yapılacak vedasına katılamayacağım. Aklımda kişisel anılarım ama daha çok onun temsil ettiği gazetecilik. Korkmadan gücü, güçlüyü, soran, sorgulayan… Döneme ve konjonktüre göre yer- zemin-kişi değiştiren ‘devlet’ adı verilen yapıyı, kamu adına-halk adına hesap vermeye zorlayan. Askerse asker, polisse polis, bürokratsa bürokrat, siyasetçiyse siyasetçi… Celal Başlangıç, başta Cizre’nin Yeşilyurt Köyü’nde askerlerin köylülere dışkı yedirmesi pek çok haberi gün yüzüne çıkararak iktidarların değil halkın gazetecisi olmuştu. Elbet güçlükleri vardı bunun. Sürgünde kaybetti hayatını.  

Celal Başlangıç

Onunla ilgili yazarken CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Habertürk TV’deki söyleşisini izliyordum. Bir yerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmesinden bölümü şöyle aktardı Özel:

 “Cumhurbaşkanı ile görüşmede dış temaslarla ilgili dosya sundum. Filistin için sol ve sosyalist partilere yazdığım mektuplar, SPD konuşmam, Türkçeleri Sayın Cumhurbaşkanı’na verdiğim dosyalarda var. Ayrıca dedim ki, 'Devlet geleneğini terk ettik. Benim yurtdışına gitmeden önce Dışişleri'nden brifing almam lazım. O ülkeyle ilişkimiz nasıl ve ne yapmam lazım?' Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin geldiği tüm noktayı bilemeyiz ki eskisi gibi bilgilendirme de yapılmıyor. Dönüşte de bizim bilgi vermemiz lazım…”

Şimdi şu cümlelere bir bakalım. “Yurtdışına gitmeden Dışişleri’nden brifing almam lazım, o ülkeyle ilişkimiz nasıl ve ne yapmam lazım?”

Ve soralım. Hangi Dışişleri? ‘Monşerler’ diyerek itibarsızlaştırılarak birikimli kadroları tasfiye edilen, büyükelçilerin çoğunun iktidara yakın isimlerden oluşturulduğu Dışişleri mi? Geleneği yok edilmiş Dışişleri’nin önce kendi ayarlarına dönmesi, ana muhalefetin bu konuda çaba sarf etmesi gerekmiyor mu? “O ülkeyle ne yapmam lazım?” derken Türkiye’nin çok uzun süredir savrulan dış politikasına göre şekil almak yerine, CHP’nin önerdiği-farklılaştığı konuları öne çıkarması doğru olmaz mı? Belki Erdoğan’a birlikte gittiği Namık Tan ile biraz daha konuşması ya da tweetlerini takip etmesi gerekiyor. Bir örnek. Tan, kısa bir süre önce Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın basın toplantısında ‘İsrail’in Gazzelilere yardım ulaştırma konusunda çıkardığı zorlukları anlattığı’ sözlerini alıntılayarak söyle yazmıştı:

“İsrail’in havadan yardım gönderilmesine izin vermediğine hayıflanan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bölgede Türkiye’den izinsiz kuş uçmayacağını söylediği günleri de hatırlıyoruz. Dış politikada içi boş hamasi söylemleri kullanarak kitleleri heyecanlandırmakla, sonuç almak ve çıkarları korumak arasında herhangi bir ilişki bulunmadığını, duygusallığın bir dış politika tarzı ve yönetimi olarak çok maliyetli olduğunu usta-çırak eğitimi almış bütün Türk diplomatları bilir. En büyük hatalardan biri de dış siyaseti iç siyasete tabanın duygularına ve ideolojik saiklere göre yapmaktır. İdeoloji esaslı diplomasi zaman içinde sizi bütün sorunların tarafı haline getirir. Giderek yalnızlaşır, bugün Hakan Fidan nezdinde Türkiye’nin maruz kaldığı gibi mahcubiyet verici bir çaresizlikle karşı karşıya kalırsınız.”

Mısır’dan Suudi Arabistan’a Rusya’dan ABD’ye Avrupa Birliği’ne kurulan-kurulamayan, her biri hasarlı ve en önemlisi sorulamayan-sorgulanamayan dış politika. Ana muhalefet lideri ‘o ülkeyle ne yapmam lazım’ı mevcut yapıya sormak yerine gördüğü hatayı-eksiği konuşsa-anlatsa, belki iktidarın bile yön değiştirmesine neden olmaz mı?

Ve tabii söyleşide farklı noktalarda geçen en kritik cümleler:

“Birileri bu seçimde devlet ile milleti yarıştırdı. Türk insanı devletini sever, ben de severim. Devletine laf söyletmez, ben de söyletmem. Azerbaycan’la arası kötü olan bir ana muhalefet partisi olmaz. Benim annem ve babam emekli. Benim kursağımdan geçen her şey devletten gelmiştir.”

Özel’in cümlelerinden hareketle biraz ‘devlet’i konuşmalıyız. Nedir devlet? Platon’un söylediği gibi ‘devlet denen mekanizma büyütülmüş insan’ mıdır? Devletin her koşul ve şartta kutsandığı mı yoksa bireyle ilişkisinin yeniden tarif edildiği, yüzleşmelerin yapıldığı bir süreç mi önemsenmeli? Şerif Mardin, Türkiye düşünce tarihinde daemonik-meşrebin eksikliğine dikkat çeker. Zihnin hem yaratıcı hem kahredici olabilen güçleriyle-aygıtlarıyla yüzleşebilen, kendi karanlıklarına bakabilen ve bizzat bu iyi kötü çelişkisiyle birlikte yaşayabilen bir felsefi tutumdan bahseder. (*)

Ezberlere takılıp kalmadan sormak -sorgulamak mümkün değil mi? Bir dönem askerlerin ‘devlet’i temsil ettiği, sivil siyasete-özgürlüklere kırmızı çizgiler çektiği süreçten, mevcut iktidarın inşa ettiği ‘kişi merkezli devlet’ uygulamalarına-keyfiyetine-yasaklarına…

Her dönem kendine alan açmaya çalışan kimilerinin ‘devletin bekası’ diye yaptıkları? ‘Ankara’nın karanlık dehlizlerinde’ ya da mahkeme koridorlarında kaybettirilmeye-unutturulmaya çalışılanlar… ‘Devlet’e laf söyletmemek ile ‘devlet’ kelimesi arkasında duranları anlamak-anlatmak arasında bir çizgi olmamalı mı? Şu an Türkiye’de ‘devlet’ yapısı reform edilmesi, şeffaflaşması, denge-denetlemenin yeniden kurulması kurgulanması gereken bir yapı değil mi? Çok uzun süredir tartışılan bir konu; ya birey, devlete karşı bireyin durumu-hakları ne olacak? CHP’nin, Genel Başkanı’nın kendi özgün devlet tanımı, anlayışı nedir? O noktaya ulaşmak için ne yapmak gerekiyor?

En alttan en üste ‘devlet’in her kademesinde görülen-büyüyen çekişme-itişme… Yargıtay’da yeni başkan daha adaletli bir memleket isteyen isimler rekabet ettiği için mi yoksa yüksek yargıda birbirine üstünlük kurmaya çalışan gruplar uzlaşamadığı için mi 30 turdur seçilemiyor? Sinan Ateş iddianamesinin siyasi tarafa işaret eden tüm detaylar teker teker ayıklanarak açıklanması adaletin ne yanına düşüyor? Ekonomideki çöküşten bunun faturasının yoksullara çıkmasından, emniyet teşkilatı içindeki yapılanmalara her yerde alarm zilleri çalmıyor mu?  

Özgür Öze,l 31 Mart sonrası yaptığı uzlaşma hamlesi ile, 22 yıllık iktidara ilk büyük yenilgisinden sonra önemli bir el uzattı. Bunun bugüne ve yarına dair siyasi sonuçlarının konuşulmasından-tartışılmasından doğal bir şey olamaz. CHP müzakere ve mücadeleyi beraber götürmek istediğini söylüyor. Demokratik zeminin kurulması, adaletin tecelli etmesi için gösterilen çabalar önemlidir. Ancak bir yandan da CHP’nin önerdiği farklı yol-yeni yol-yeni tarif de en iyi şekilde anlatılmalıdır. Aksi takdirde bugün yaşanan ekonomik-siyasi yapıya halkın da oylarıyla ortaya konan itiraz bir süre sonra ana konulardaki benzeşmelerle yeni sıkıntılar doğurabilir.   

Celal Başlangıç, 12 Eylül sonrası dönemde "Cumhuriyet Güney İlleri Bürosu Temsilcisi" olarak, tarihe geçen "handarmanın, Mardin Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirdiğini" ortaya çıkaran haberiyle dünya medyasında da gündem yaratmıştı

Bitirirken…

Var olmak mı var etmek mi? Gazetecilik yaparken en önemli sorulardan biri de bu bence. Kişi olarak, maddi ve manevi tatmin için mi, var olmak için mi bu mesleği yapıyorsunuz yoksa, demokrasi-insan hakları-adaleti var etmek çabasına katkı için mi? Uzun süredir mesleğin içinde olan (bu konuda hemen hiç fikir beyan etmemiş bir isim olarak) gazeteci olarak anılan pek çok ismin kişisel var oluşu için bu mesleği yaptığını düşünüyorum. Bugün veda edeceğimiz Celal Başlangıç var etmek için çaba sarf edenlerdendi. Ve en önemlisi hayatında ne döneklik yaptı ne meslektaşlarına iftira attı ne güce boyun eğdi. O yüzden hep saygıyla anılacak. Hayat bazen insanları bir fotoğraf karesinde bir araya getirir. Girdiğin kadraja dikkat etmek gerekir. ‘Yüz’ önemlidir. Özellikle aynaya baktığında…

*Türkiye’de Siyasi İdeolojler (Tanıl Bora)

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Futbolda stat basma, yumruk atma, düelloya çağırma ya da futbol fena halde hayata benzer…

Yöneticiler, taraftarlar, sloganlar... Türkiye'de hayatın geneli gibi… Gücü gücüne yetene dönemi… Peki ne olacak, nereye gidecek bu süreç? Haklıyı kim ortaya çıkaracak?

Sokakta mı uçakta mı lider olunur?

İkisi de önemlidir, ayrı yeri-ağırlığı vardır diyenlere memleketin yakın siyasi geçmişine bakmalarını, liderlerin "irtifa yükseldikçe" sokaktakileri gözden kaçırdıkları, eskisi kadar anlayamadıkları örneklere bakmalarını öneririm

Ahmet Türk: Kobani Davası kararları, Türkiye'nin kardeşliğine, ortak demokratik değerlere darbe vuran bir karardır

"Generallerin serbest bırakılmasına karşı değiliz, aynı güne denk gelmesi düşündürücü"