12 Şubat 2024

Müziğin siyah kadın Titan’ı: Nina Simone

Caz ve bluesdaki ince hüznün nedeni, trajik tarihlerinin yansımasıdır. Nina Simone da bu tarihte seçkin bir yeri olan özel bir sanatçıdır.

21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde 20. yüzyıla bakınca manzaranın yürek burkucu olduğu görülüyor. Savaşlar, ölümcül salgınlar, açlık, şiddete dayalı ırkçılık, etnik ve dinsel çatışmalar sonucunda, 300 milyon civarında insanın ölümü... Adaletsizliğin, eşitsizliğin, azınlık tiranlıklarının refahına karşın, yoksulluğun büyük çoğunluğun payına düştüğü, asudelikten uzak bir hayatın kader olduğu 20. yüzyıl gerçekliği... Elbette, nasıl ki bu yazgıya başkaldırı, isyan ve bu kaderi değiştirme düşüncesi kendini siyasi, ideolojik düzlemde ifade edip eylemliliği başlattıysa, sanat ve edebiyatta da paralel gelişmeler yaşandı. En verimli alanlar şiir ve müzik oldu.

Siyahların müziği diye de vasıflandırılan blues ve caz, zencilerin yaşamaya mecbur bırakıldıkları hayattaki hüznün ve isyanın müzikal dışavurumuydu. Yüzyıl başında marjinal görülen ve küçümsenen bir yaklaşımla gettolara ait tıngırtılar olarak görülüyor ve önemsenmiyordu. Çünkü yoksul zenci köleler, kırık dökük ağız armonikası veya çöpten ya da ikinci elden alınmış telleri kopuk, gövdesi hasarlı, bozuk akortlu gitarlarla kendilerini ve hislerini müzikle ifade ediyorlardı. Ama bu hakir görülen müzikler kısa sürede öyle sevildi, öyle yaygınlaştı ve benimsendi ki her iki tür de ana akım haline geldiler. 1940’lardan itibaren de, be-bop, free caz, cool caz, swing, dixieland, big band; soul, R&B, gospel, delta blues, Şikago blues, Memphis blues, Texas blues, rock’n roll gibi alt türlerin menbaı oldular. Hüzün, özlem, kırgınlık, isyan; caz ve bluesun ana temaları idi.

1619 yılında, ilk zenci köle grubunun gemiyle Afrika’dan getirilmesi ile başlayan kölelik, ABD Başkanı Abraham Lincoln’ün onayıyla 1865’te kaldırıldı. 250 yıl süren siyahların köle hayatı, ölüm, aşağılanma, kırbaçlanma, kazık üstünde idam edilme, diri diri yakılma, zenci köle kadının doğan çocuğunun da köle statüsünde sayılması gibi acılarla geçti. Yasal olarak köleliğin kaldırılması görece bir rahatlama sağladıysa da, ABD’de zencilerin maruz kaldıkları ırkçılık hala devam ediyor. Yaklaşık 400 yıl eziyet gören bu insanların özgün müzikleri elbette acı, hüzün ve öfke muhtevalı olacaktı. Caz ve bluesdaki ince hüznün nedeni, trajik tarihlerinin yansımasıdır. Nina Simone da bu tarihte seçkin bir yeri olan özel bir sanatçıdır.

Nina Simone'ın çocukluğu | Kaynak: History Collection

Ruhun yüce rahibesi ve cehennem ateşinde çalışmak

Kuzey Carolina’da 21 Şubat 1933’te doğan ve asıl adı Eunice Kathleen Waymon olan besteci, şarkıcı, piyanist sanatçının annesi Mary Kate, Metodist bir papazdı; babası John Divine ise ek iş olarak da vaizcilik yapan bir tamirciydi. Eunice, 3 yaşındayken evdeki piyanoda melodiler çalarak müzik yeteneğinin fark edilmesini sağladı. Birkaç yıl sonra da annesinin pazar günlerindeki kilise ayinlerinde piyano çalmaya başladı. Annesi, aynı zamanda ek iş olarak yarı zamanlı hizmetçiliğe gidiyordu.

Temizliğe gittiği evin sahibesi, Eunice’i dinlediğinde, ona piyanist Muriel Mazzanovich ile Bach, Beethoven, Brahms, Chopin ve Schubert odaklı klasik müzik eğitimi aldırdı. Bu eğitimi alırken liseyi birincilikle bitirdi. New York City’deki Julliard Müzik Okulu’nda eğitim için burs aldı ve Philadelphia’daki Curtis Müzik Enstitüsü’ne kayıt müracaatı yaptı. Seçmelerde, muhteşem performansına rağmen hiçbir gerekçe gösterilmeden müracaatı reddedildi. Ama Nina, bu reddin sebebinin ırkı olduğu konusunda ömür boyu ısrar etti.

Müzikle geçimini sağlamak isteyen Eunice, 1954’te, New Jersey’deki Midtown Bar&Grill’de piyano çalmak için iş başvurusu, caz standartları ve Gershwin, Cole Porter’in ve günün diğer hit parçalarını çalması aynı zamanda da şarkı söylemesi şartıyla, kabul edildi.

Annesinin, kilise tarafından "şeytanın müziği’’ diye lanetlenen blues çalarak barda şarkıcılık yapmasını istemeyeceğini biliyordu. Bunu "cehennem ateşinde çalışmak’’ olarak tanımlıyordu. O da kamufle olmak için erkek arkadaşının -İspanyolca küçük anlamı taşıyan- Nina lakabıyla seslenmesinden ve hayranı olduğu Fransız aktris Simone Signoret'ten esinlenerek "Nina Simone’’ takma adını kullanmaya başladı.

Aslında ilk Afroamerikan kadın piyanisti olmayı hedefliyordu ama geçinmek zorundaydı. Caz, blues ve klasiklerin benzersiz füzyonuyla eklektik ama çok beğenilen tarzıyla sadık bir dinleyici kitlesi kazanması dikkat çekti ve Doğu Yakası gece kulüplerinde revaçta olmaya başladı.

Zengin, derin, kadife vokal tonları ve klavyedeki teknik ustalığını müzik âleminin hemen keşfettiği Nina, 1958’de, "I loves you Porgy’’ şarkısının yorumuyla beklediği başarıyla ulaştı. Bu single, pop listelerinde ilk yirmiye kadar yükseldi. Güçlü ve özgün bir canlı performans sanatçısı olarak ünü hızla arttı. Giderek kendi kuşağının en kabiliyetli ve en eklektik vokalistlerinden ilk akla gelen oldu. Türlerin sınırlarına hapsolmak yerine, türleri kendi iradesi ve arzusuna göre biçimlendiren bir şarkıcı, piyanist ve söz yazarı mertebesine ulaştı. Çalışmaları caz, blues, soul, klasik, R&B, pop, gospel ve dünya müziği türlerinde dolaşıyordu. Tutku, duygusal dürüstlük ve güçlü teknik kavrayış yetisiyle müzik kariyerini sağlamlaştırdı. İdolü Billie Holiday’in güçlü etkilerini özümsedi.

1957’de, daha evvel Count Basie, Nat King Cole ve Woody Herman tarafından kaydedilen "My baby cast jares for me" şarkısını çok farklı ve kendine özgü bir üslupla okudu. Parça, 1980’lerde Chanel tarafından markanın yeni çıkardığı No: 5 adlı parfümün reklamında kullanıldı ve Avrupa listelerinin üst sıralarına çıktı. Hit olan bu şarkı, kariyerinin ileriki yıllarında repertuarının temelini oluşturdu. Nina’nın güçlü bir performans sanatçısı olarak istikrarlı kariyeri, ününün artmasına ve New Port Caz Festivali'ne davet edilmesine vesile oldu. 30 Haziran 1960’taki gösteride söylediği "Trouble in mind" şarkısı, 1961’de yayınlandığında Nina’ya bir liste rekoru daha yaşattı.

Hayatın acı ve tatlı tecellilerini kavramak ve onları bir şarkıya dönüştürmek, onu bu kadar dayanıklı ve büyüleyici bir insan yapan Nina’nın pek çok yeteneğinden sadece biriydi.

Bessie Smith’in blues klasiği "Nobody Knows You When Your’e Down And Out" isimli şarkı, Nina versiyonuyla, pop ve R&B listelerini altüst eden yeni hit oldu. Ardı sıra da yürekten desteklediği Afroamerikan Sivil Haklar Hareketi'nin marşı haline gelen "Brown Baby’’ şarkısını kaydetti.

2002’deki son performansına kadar Nina’nın repertuvarında, George Harrison’ın "Here Comes The Sun", Bob Dylan’ın "Just Like A Woman", Bee Gees’in "To Love Somebady" ve Tina Turner’in "Funkier Than A Mosquito’s Tweeter" adlı şarkılar, bir Simone klasiği olan "To Be Young Gifted&Black" parçasının yanı başında yer aldılar.

Nina Simone | Kaynak: Far Out Magazine

Nina’nın protest müzik anlayışı ve yaşadığı dönüşüm

Simone, 1991’de yayınlanan, I Put Spell on You adlı otobiyografisinde şu tespiti yapıyor:

"Gece kulüpleri kirliydi, popüler müzik kirliydi ve tüm bunları politikaya karıştırmak anlamsız ve aşağılayıcı görünüyordu. İçimden 'Mississippi Goddam' gibi şarkılar çıkana kadar müzikle ilgili sorunlarım vardı. (Sivil Haklar Aktivisti) Medgar Evers gibi bir adamın anısını nasıl alıp onun tüm varlığını 3 buçuk dakikaya ve basit bir melodiye indirgeyebilirsiniz? Benim uzak durduğum, işin müzikal tarafıydı, protest müziği sevmedim çünkü çoğu o kadar basit ve hayal gücünden uzaktı ki, kutlamaya çalıştığı insanların onurunu elinden aldı. Ancak Alabama’daki kilisenin bombalanması (4 kız çocuğu ölmüştü) ve Medgar Evers’in öldürülmesi bu tartışmayı sona erdirdi ve 'Lanet Olsun Mississippi' (Mississippi Goddam ) ile geri dönüşün olmadığını anladım.’’

Bu iki olay, Nina’nın politikleşmesinde ve kariyerindeki dönüşümde katalizör oldu.

Nina, Bennie Benjamin, Horace Ott ve Sol Marcus tarafından yazılan ve 1964 tarihinde piyasaya sürülen "Don't let me be misunderstood" adlı şarkı ile adeta özdeşleşti. Stillerden yenilikçi füzyon yaratmadaki ustalığıyla sayısız şarkıcıyı etkiledi; Aretha Franklin, Joni Mitchell, Laura Nyro ondan büyülenenlerin başında gelir. 1995 yılında tartıştığı komşusuna silahla ateş etmesinin ardından kendisine bipolar -duygu durum bozukluğu- tanısı konuldu. Bu ciddi rahatsızlığının, ileriki yıllardaki düzensiz davranış ataklarının nedeni olduğu anlaşıldı.

2002 yazında meme kanserine yakalandığını öğrendi. Bu hastalıkla mücadelesi, 21 Nisan 2003’e kadar sürdü. Aynı gün Fransa’nın Carry-le-Rouet kentinde yaşamı sona erdi. Sadece birkaç gün evvel Nina, 1953’te kendisini ırkçı nedenlerle reddeden Philadelphia’daki Curtis Enstitüsü’nden fahri derece aldı.

70 yaşında, uykusunda hayata veda eden Nina’nın cenaze törenine Afrikalı siyah protest müziğin divası, Afrika Ana lakaplı Miriam Makeba, ABD’li şarkıcı Patti Labelle, şair Sonia Sanchez, aktör Ossie Davis ve daha yüzlerce kişi katıldı. Elton John, "Sen en iyisiydin ve seni seviyorum’’ mesajının yazılı olduğu çiçek gönderdi.

Simone; müzik, sanat ve aktivizm dünyasında kalıcı izler bıraktı. Gerçeği haykırdığı şarkıları, ABD’nin Vietnam savaşını protesto ederek vergi ödemeyi reddetmesinin saygınlığı, tutarlı ve ödünsüz politik kişiliği, muhteşem müzisyenliğiyle 21. yüzyıl hafızasında John Lennon, Jim Morrison, Janis Joplin’le birlikte yankılanmaya devam ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...