22 Ocak 2024

İletişim Yayınları'ndan İmtidat’a matuf iki kitap: Solun Melankolisi ve Neşeli Militanlık

‘’Bir insan, aydınlığı hayal ederek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanır"

Kırk yıldır süregelen ve neoliberalizmin sultası altında yitirilen, savaşarak kazanılmış asli değerlerlerden Ubuntu ( Ben, biz olduğumuz zaman Benim – Afrika terimi ) ve Asabiyye mevzilerini geri almak, yeniden inşa etmek, varoluşsal önem taşıyor. 

Geçmişteki umut kıvılcımını ateşlemek, kapitalizme karşı bilenen 68 menşeili öfke ve fedakârlık ruhunu canlandırarak şimdiki zamanı geri kazanmanın aciliyeti ortada. 

İletişim’den çıkan en kıymetli eserlerden olan başlıktaki kitaplar özellikle de Birikim'de süregelen bu düzlemdeki tartışmalara değerli katkı yapacak tespit, analiz ve öneriler içeriyor. Yepyeni yaklaşım, geliştirilmesi gereken parlak muhakeme ve tahayyül sunarak güncel arayışlara yön gösterebiliyor. 

Bu meseleye kafa yormuş (68’li), yormaya devam eden (78’li), yormak isteyen (Z) herkesçe mutlaka okunmalı, irdelenmeli.

68 ile dünya siyasi gündemine giren ütopya kavramı 1979’da İngiltere’de, 1981’de ABD’de, 1982’de Almanya’da, 12 Eylül 1980’den itibaren de Türkiye’de terk edilmeye başladı. 

Ütopyadan kopuşlar, yaşanmakta olan moral çöküntüsünü sinizme çevirdi. Sinizm ise süreç içerisinde dünya ile eş zamanlı ama daha ağır sonuçlarıyla Türkiye’de melankoliyle terkip oluşturarak, inanç ve mücadele azmini felce uğrattı. Bu girdaptan kırk yıl çıkılamadı. 

İstatistikleri hatırlayıp bilmeyenleri haberdar etmek gerekiyor ki felcin neticeleri tam anlaşılsın.

1978-80 döneminde nüfus 40 milyon civarındaydı. Sol, o dönemde 400 bin insanı miting alanına getirebilmişti. 

Mesela fiili varlığı 1 Nisan 1972’de biten THKP-C’nin ardılı Devrimci Yol hareketinin mitinglerinin katılımcı sayısı 80 binleri buluyordu. Üstelik bu rakamlar militanları, sade katılımcı olan işçileri, öğrencileri hiç şaşırtmıyordu. Siyasi erki, baskı aygıtlarını, ideolojik aygıtları, faşistleri şaşırtmıyordu. Olağanlaşmıştı çünkü. 

Devrimci Yol dergisinin satış rakamları 1978-80 arasında normal sayılarında 150 bin, özel sayılarında ise 250 bine ulaşıyordu.

6 Mayıs 1972’de tarihe karışan THKO ardılı Halkın Kurtuluşu Hareketi de 20 bin  katılımlı mitingler düzenleyebiliyor, Halkın Kurtuluşu gazetesi 70 bin basılıyordu. 

Dikkat, rakamlar baskı sayısıdır. 70’lerde solda bir dergi veya gazeteyi, satın alanın dışında en az on kişi daha okurdu. Rakamlar bu anane göz önüne alınarak hesaplanmalı.

Kitleselleşme başarılarıyla, etki güçlerinin boyutlarıyla öne çıkan DY ve HK hareketlerine, Neşeli Militanlık bölümünde yeniden bakacağız.

Şu an nüfus 85 milyon. Solun mitinglerine bin kişi gelince sevinç duyulması, yayınların baskı sayılarının binli rakamlarda seyretmesi hazin. 

Çernişevski ve Ulyanov

19. yy sonunda Rus yazar Çernişevski‘nin, Aralık ile Nisan 1862 arasındaki dört aylık sürede, Petropavlosk zindanında yazdığı ve Rus toplumunda yankı yaratan romanının adı "Nasıl Yapmalı?" Lenin’e de esin vermişti ve Ulyanov’un en önemli politik broşürlerinden birinin adı aynı zamanda Bolşeviklere sorulan soruydu. 

Bu sual, son altmış yıldır şimdiki kadar yakıcı olmamıştı. Ama cesaretle sorulmalı zira artık gecikmeye tahammülün kalmadığı aciliyet boyutuna gelindi. 

Ne Yapmalı?

Önce ütopyadan başlamalı. 

Hayatın sabahları balık tutup, öğlenleri piyano çalıp, akşamları da roman eleştirisi yapılarak yaşanacağı ve bireyin kendi üretici, yaratıcı potansiyellerini gerçekleştirme özgürlüğü sayesinde, en sıradan insanın bir Goethe, bir Beethoven düzeyinde olacağı öngörülür.

Feminist yazar Marge Piercy, "Zamanın Kıyısındaki Kadın" adlı mükemmel romanında ütopyadaki meslekleri şöyle tanımlamıştı: 

"Nehir Doktoru, Orman Avukatı"

"Ütopya mı? Auschwitz mi?" sorusu altmışlarda geniş yankı uyandırmıştı. Yönelim ütopyadan yanaydı. 

Peki, ne oldu da 68 kuşağının ve 70’li yıllar nesillerinin uğruna hayatlarını feda ettikleri, ömürlerini adadıkları, insanı yücelten bu amaçtan kopuldu? 

Malum kırk yıldır ideolojik-politik ve ekonomik koordinatlarını belirlediği hayat tarzıyla "Neoliberalizm insanlığa mutluluk getirdi" denilemiyor. Türeyen paradoks ve antagonizmaya bakarsak; zamanın ruhundan gıdalanan ama asgari düzeyde ahlaki ve vicdani değer kırıntısı taşıyan, ilk evresinde  ‘’Serbest rekabet ve kapitalist tüketim toplumu’’ savunusunu yapmış olanlar bile aynı kanıdalar.

Bu sistemin böylesine devasa boyutlardaki eşitsizlik ve ekolojik yıkıma karşı bir umursamazlık üreterek, bunu zaten olması gereken olarak farzedip, toplumun tüm sınıflarından rıza ve muvafakat talep etme küstahlığı, pervasızlığı sorgulanmaya başladı.

Neden bu duruma gelindi? 

İletişim'in yayınladığı bu iki kitap, çizdiğim çerçeve ve sorunsal bağlamında çok verimli bir müşevvik mahiyetinde. Artık işlemeyen eski kavramlarla, zaman dışı kalmış muhakeme ve söylemlerle değil yeni kavramlara, yeni muhakeme tarz ve biçimlerine, yeni koordinatlara gereksinim olduğu aşikâr. Yol belli. Köklere dönmek. Tarihi tekrar düşünmek, şimdi ki bu bilgi ve kaynak bolluğundan da yararlanıp, geçmişi yeniden öğrenmek için köklerle yeniden buluşmak birinci koşuldur. 

Çünkü rizom, karanlıklar içinde olsa bile orada göveriyor.

Alain Badiou‘nun, ‘’Siyah’’ adlı Monokl Yayınları'ndan çıkan kitabından şu alıntı meramın anlaşılmasını sağlar:

’’Bu devasa ağaç… Eğer bir gün yere düşüp çürüyen bir meyveden doğmasaydı. Büyümesinin her aşamasında, olduğu yerde dimdik kalmasını sağlayan, yerin altında en az kendisi kadar büyük, hatta daha sağlam kalınlı inceli köklerin sarıp sarmaladığı bu düğüm düğüm, damar damar ağ olmasaydı? Bu yeşil fon ve üzerindeki envaı çeşit rengin yer altına uzanan diğer yüzüdür köklerin karanlık ağı.’’

O ağ sayesinde varoluş sürdürülebiliyor. 

İmtidat (Kesintisiz yaratıcı tekâmül; değişerek yenilenmek ya da, yenilenerek değişmek) için rizomla buluşmak kaçınılmaz.   

Bu nedenle yazı iki bölümden oluşuyor. İlkinde, ‘’Solun Melankolisi" ikincisinde ‘’Neşeli Militanlık ‘’ tartışılacak.  

Algoritmanın idraki için, Sinek Kuşu darbı meselini aktarmak icap eder:

"Çıkan bir orman yangınında, kaçan hayvanlar çaresizce yangını seyretmeye başlamışlar. Ancak küçücük bir sinek kuşu, yakındaki dereye gidip minicik gagasına aldığı su damlasını yangının üzerine bırakmaya başlamış. Bıkmadan, yorulmadan devam etmiş damlaları taşımaya. Yangını seyredenler arasında kocaman hortumlarıyla çok daha fazla su taşıyabilecek fillerden biri sinek kuşuna umarsız bir çaresizlikle sormuş: Taşıdığın bir damla suyla yangını söndürebileceğini mi sanıyorsun? Sinek kuşu su damlasını yangın üzerine dökerken cevabını da vermiş: Yapabileceğimin en iyisini yapıyorum.’’

Kırk yılda sinek kuşlarının çabalarıyla buralara gelindi.

Cicero‘nun bir Latin sözünden aktardığı gibi: ‘’Historia magistra vitae‘’ yani, ‘’Tarih, hayatın öğretmenidir.’’ 

Solun Melankolisi kitabında Traverso, sağlam bir vukufiyetle, bu sorunsaldan başlıyor. 

Tarih hüzünler, yenilgilerle olduğu kadar zafer ve sevinçlerle de doludur. 

Ve Jung haklıdır.

‘’Bir insan, aydınlığı hayal ederek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanır.’’ 

Yapılabileceğinin en iyisini yapmak için etkinleşmenin idraki ve tarihin öğretmenliği ile karanlığın bilincine varılma evresi geçildi. Ütopya tarihinin tragedyası yüz elli, yenilginin melankolisi kırk yıl sürdü. 

Yok oluşun eşiğine gelindi ama var olma arzu ve dirayeti yitirilmemişti; hafıza ve irade rektefe edildi. 

Argonotlar, gemileri Argos ile paha biçilmez Altın Post’u bulmak için bir kez daha ummana açılıyorlar.

Rumi, Şems’e ne demişti?

"Peşinde olduğun şey kadar değerlisin’’

pastedGraphic.pngÇeviri: Elif Ersavcı / 1.Baskı – Kasım 2018 / 348 sayfa

Yazar, kitabında upuzun bir geçmiş keşfine çıkıyor. Sol melankolinin, doktriner kuramsal tartışmalar yerine sosyalist imgelemin dışavurumlarında ve kültürel formların analizinde daha kolay tanınıp yakalanabileceği kanaatini taşıyor. 

Amacının devasa anıtlar dikmek ya da mezar kitabesi yazmak yerine bir bellek manzarasını keşfetmek, kurbanların masumiyetine dayalı anılarını kutsallaştırarak ya davalarını ihmal etmek ya da tamamını yadsıyan hümaniteryanizmden farklı olarak sol melankolinin daima mağluplara odaklanmasını yeğliyor. Mazinin trajedilerini ve kaybedilmiş muharebelerini bir sorumluluk olarak görüp bunun aynı zamanda bir kurtuluş vaadi olduğunun altını çiziyor.

Yedi bölümden oluşan kitapta sol melankolinin tarihçesi değişik perspektiflerden irdeleniyor.

1. bölümde, solun yenilgi kültürü genel bir açıdan değerlendiriliyor, resmediliyor.

2. bölümde, Marksizm’in bellek anlayışı betimleniyor.

3. bölümde, matem tutma eğilimine filmler ve resimler temel alınarak değerlendirmeler yapılıyor.

4. bölümde, bir zamanlar pek moda olan ve memleketimizde de alaturka garabetlerle süslenerek yaşanan devrimci Bohemya’nın tarihini biçimlendiren keder ve coşkunluk arasındaki gerilim analiz ediliyor.

5. bölümde, Frankfurt okulunun en parlak ve en üretken düşünürlerinden Benjamin ve Adorno teferruatlı bir şekilde tartışılıyor.

6. bölümde, Batı’yı dünyanın kaderi olarak vazeden Avrupa merkezci Hegelyen ve Marksist anlayıştan ayrılan C.James, sömürgeciliğe karşı isyan alametlerine odaklanırken; Adorno, ‘’Aklın kendini yıkmasıyla’’ ortaya çıkan yıkıntı ele alınıyor.

7. bölümde, Fransa 68‘inin simge isimlerinden, Daniel Bensaid ile Benjamin arasındaki göz kamaştırıcı entelektüel karşılaşmaya ve yankılarına; verimli olduğu kadar yaratıcı da olan entelektüel buluşmanın ayak izleri takip edilerek bakılıyor. 

Manen evsiz kalmanın travması ve Daniel Bensaid‘in kötümserliği

68’in en parlak önderlerinden Pakistan kökenli İngiliz Tarıq Ali’nin Fransız versiyonu Daniel, şu tespiti yapıyor: 

"Sosyalizmle barbarlık arasındaki asırlık mücadelede, barbarlık, sosyalizmin bir boy önünde. 21. yüzyıla girerken, içimizdeki umut 20. yüzyılın eşiğindeki atalarımızınkinden daha az." (Solun Melankolisi sf: 21) 

Solun Melankolisi yazarına göre; 1989 yılı bir kırılmaya, bir devri kapatıp ötekini açan bir momentuma işaret eder. Kabul. Ama Bensaid‘in kasvetli söyleminin izleri 68 dalgasının ilk geri çekilişine ve Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün, 1968 seçimlerinden zaferle çıkmasına kadar uzanır. Bence bu olgu, 68’liler için melankolik karamsarlığın miladıdır. Ütopyanın yitirilmeye başlanmasının, akabinde sağaltılamayan bir duygu durum bozukluğuyla yenilginin mateminin tutulmasının, melankolinin başlangıcı bu vakadır. 

Kitapta bahsedilmiyorsa da Bensaid’in dünyadaki muadillerine bakıldığında "Melankoli doğru teşhistir" denilebiliyor. 

İngiliz 68’li Tarıq Ali, şimdilerde sadece roman ve oyun yazıyor. 

ABD 68’inin simge ismi ve WUO lideri Mark Rudd, nedamet getirdikten sonra emekli liberal matematik öğretmeni kimliğiyle yaşıyor. Rudd, her fırsatta özeleştiri yapıyor.

Alman 68’inin kadın önderlerinden RAF üyesi Brigitte Mohnhaupt, kesintisiz 24 yıllık hapisten çıktığından beri hiç konuşmadı. Aynı kökenli Irmgard Möller, 22 yıllık tecritten sonra susmayı yeğledi ve izini kaybettirdi. 

Berlin ‘’Kommune1’’ kurucularından Fritz Teufel’de, 68 ve "komün1" geçmişiyle tüm bağlarını kopararak yaşadı. Bir kooperatif fırınında çalıştı, bisiklet kuryeliği yaptı ve sessizce hayata veda etti.

Şayet, on milyon işçinin, iki milyon öğrencinin katıldığı 68 isyanının şiarlarından "Her iktidar bozar. Mutlak iktidar mutlaka bozar"  Ortodoks mantıkla benimsenmeseydi; on metre önünden binlerce eylemcinin sloganlar atarak geçtiği cumhurbaşkanlığı resmi adresi, Elysee sarayına girilseydi, tarih başka bir mecrada akardı. 

Çünkü o sarayın kapı arkasında korkuyla bekleşen yönetim kademesindeki De Gaulle’ün ve Fransız derin devletinin bürokratlarından bazıları, on yıllar sonra yayınladıkları anılarında, "Saraya çok yaklaşmışlardı, birkaç metre önümüzden geçiyorlardı, durup içeri gireceklerini sanıyorduk, dizlerimiz titriyordu, ama girmediler, böylece 68 isyan dalgası intihar etmiş oldu" demişlerdir. 

Neşeli Militanlık faslında, bu netameli mevzuya iktidar, Bolşevikler ve 68’liler başlığıyla tekrar döneceğiz. 

Muhtemelen birçok 68’li gibi Bensaid‘de Devrimler Yüzyılı'ndan geriye kalan yegâne gerçeğin her şeyin bir enkaz yığını gibi algılanmasıyla, dünyayı yeniden inşa etmeye nasıl bir kez daha başlanacağının kestirilememesi ve o meşum sualin aczi içerisinde dönenmektedir.

Sual: Değdi mi? Değecek mi?

Fakat kitabında Traverso, devrimci tecrübenin bir kuşaktan diğerine yenilgiler vasıtasıyla aktarıldığına dikkat çekiyor. Büyük düş kırıklıklarından doğan ve bütün bir kuşağı etkisi altına alan melankolinin yeni bir başlangıç için kolları sıvamanın bir öncülü olarak görüyor.

Traverso, inanç kaybı yaşayarak atalete kapılmış ve teslimiyetçi mazi okuması değil; tarihi, haklı ama yenilmiş kurbanlar silsilesi gibi görmeyi reddeden bir yaklaşımla isyancı bir melankoli tanımında ısrarlı. O da tarihin, hayatın öğretmeni olduğu inancıyla matemi dağıtmaya ve yılların birikimini seferber ederek devrimci matemin özgürleştirici potansiyellerini hatırlatıyor.

İki asır süren dünyayı değiştirme savaşımına kendini adamış insanların anısını yeni mücadeleye kazanma çağrısını yaparak, çok farklı bir optikten sol kültürü yeniden düşünmeye teşvik ediyor. Bu nedenlerle, Sol Melankoli döne döne okunmalı.

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...