23 Mart 2017

Hücrede ölümden önceki son şarkı; Andreas Baader, Eric Clapton ve Gerard Richter...

Andreas Baader hücresinde ölmeden önce pikabında Clapton’ın bir şarkısını dinliyordu

Silahı Seçmek/Judith  Kuckart, romanını yazarken RAF, Rudi Dutschke, Ulrike Meinhof, Gudrun, Holger, Jan-Carl, Brigitte gibi isimlere ve o döneme değinmemin, bu kadar ilgi uyandıracağını, yazı ve görsellerin arşivlere alınacağını tahmin etmiyordum. Herhalde yaşayan RAF üyeleri de aynı düşüncededirler ve şaşırmışlardır. Emek zayi olmaz, diye bir halk sözü vardır, hele feda edilen hayatlar hiç zayi olmuyor.

Tüm massedici telkin ve empoze ile sağlanması hedeflenen kabullere rağmen, sis perdesi her geçen gün aralanıyor.

İşte İrgmard Möller’in 22 yıllık tecrit cezasından sonra yaptığı bir söyleşi de söyledikleri:

"Ulrike Almanya'da çok tanınan bir insandı. Bir savcı şöyle bir itirafta bulunmuştu: ‘Ulrike'yi çıldırtmalıyız ki herkes bu örgütte deliler olduğuna inansın.’
Onun beyni üzerinde araştırmalar yapmayı bile denediler. Deli olduğunu ispatlamak için tabii. Daha önce de, Ulrike özgür olduğu sırada, illegalite koşullarındayken bir gazetede Ulrike'nin intihar ettiği haberi çıkmıştı. 1972 başlarındaydı bu olay. İntihar nedeni olarak da Ulrike'nin arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşmesi verilmişti. Ama o sırada Ulrike benim yanımdaydı ve haberi beraber okumuştuk. Bu haberi çok tehlikeli bulmuştuk. Cezaevinde Ulrike ölü bulunduğunda da aynı haber gazetede çıktı. Haberde Andreas ve Gudrun'la ayrılığa düştüğü için intihar ettiği yazılıydı. Bu haber tüm gazetelerde ve ölü bulunmasının hemen ardından çıktı. Uluslararası bir araştırma komisyonu incelemeler yaptı. Kendisini astığı iddia edilen havlu ile yapılan denemelerde, bunun bir insanı taşıyamayacağı ve hemen koptuğu belirlendi. Yani Ulrike'nin kendini o havluyla asabilmesi mümkün değildi. Doktorların araştırmaları sonucunda Ulrike'nin boynunun asılmadan önce kırılmış olduğu ortaya çıktı. Davalar o dönem yeni başlamıştı ve deliller toplanıyordu. Ulrike'nin kendisini öldürmesi için hiçbir neden yoktu."

Bittiler, unutuldular sanılırken bir yerden genellikle de böyle bahar aylarında şaşırtıcı bir nicelikle tomurcuklanıyorlar. Mayıs ayı bizim de bu topraklarda hüzün ama aynı zamanda da umut çiçekleri açar.

Apaçi’ler bahar aylarında, özellikle tabanı yumuşak derili ayakkabı giyerlermiş. Beyaz adam ve sığır çobanı kovboylar bunun neden olduğunu anlamamışlar. Bir Apaçi şöyle izah etmiş:
“Tabiat ana, bahar ayında hamiledir.Karnına bastığımızda onu rahatsız etmemek için altı yumuşak ayakkabı giyiyoruz.”

 Apaçi’ler’e özgü o çapta duyarlı bir aksiyon alamasak da bahar güneşinde insanlar pikniğe koşarken bizler mezarlıkların yoluna düşeriz.

Ama yalnız biz değilmişiz, 9 Mayıs 1976 tarihinde dünyadan ayrılan Ulrike Meınhof, 18 Ekim 1977 tarihinde Andreas Baader, Gudrn Ensslin, Jan-Carl Raspe için de insanlar mezarlığın yolunu tutuyorlarmış.

Ulrike Meınhof, memleketimizde de, sol ve feminist harekette bilinen, saygı duyulan bir isim. Türkçeye çevrilmiş üç biyografisi kitapçılarda bulunabiliyor. Üçü de çok kaliteli biyografi çalışmalarıdır. Sadece bizde değil dünyada da seviliyor, unutulmuyor Ulrike. Almanya’da ise durum tahminlerin ötesinde; yapılan anketlerde Ulrike Meinhof’u seven, takdir edip saygı duyanların oranı yüzde 70’lere geliyor.

Yazı boyunca 68 ve RAF sık yan yana geldi ama şu ince nüansın altını çizmem lazım:
Ulrike 68’li değil. Çünkü 1934 doğumlu, Andreas Baader 1943, Gdrun Enslin 1940, Jan-Carl Raspe ise 1944 yıllarında doğmuşlar. Geleneksel kabul 1947’lileri 68’li olarak gördüğü için RAF önderliği, 68 kuşağından daha büyüktürler.

Almanya ve Nazizm üzerine bir gözlem, bir yorum

Almanya’da Nazizm iç dinamiklerin anti-nazi mücadelesiyle yıkılmadı.1945 yılında savaşın Almanya aleyhine sonlanması ve Hitler’in intihar etmesi ile Nazi iktidarı çökertildi. Yani dış dinamiklerin belirleyici olduğu bir gelişmeydi Nazi hükümetine son veren. Ama Nazizm bir ideoloji olarak hafızalardan, tahayyüllerden,  silinemedi. Hitler hayranlığı, Yahudi alerjisi, Alman endüstriyel kalkınmasında gösterilen başarının narsizmi, SS geçmişine derin bir nostalji duyan savaş sonrası kuşağın Nazi ideoloji ve kültürünü her an tedavüle geçirecek varisler yetiştirme çabasının meyve vermiş olması Nazizmin etkilerinin ciddiye alınması gerektiğini gösteren emarelerdir. Son 20 yılda neo-nazilerin kundaklamaları sonucu evleriyle birlikte yanarak ölen, vurularak öldürülen Türkiyeli insan sayısı herhalde 20’yi aşmıştır. Tacizleri, aşağılamaları ise istatistikleri bulunmadığı için belirtmek de mümkün olmuyor.

Sadece bu da değil. Alman Milli Takımı’nın başarılı futbolcularından ve 1990 Dünya Kupası şampiyonu olan takımın değişmez elemanı Rudi Völler, bir karşılaşma sırasında Hollanda Milli Takımı’nın banko isimlerinden Rijkaard ile sert bir pozisyon sonrası Rijkaard’ın üstüne son derece çirkin bir şekilde tükürmesi üzerine irkiltici bir tepki verdi:
“Hitler haklıymış!”

Gazetelerde okuyunca çok şaşırmıştık, çünkü Völler nazi karşıtı bir futbolcu olarak biliniyordu.Tabii eğer gazetelerin yazdığı doğruysa.

Dikkat çekmek istediğim ve son derece tehlikeli bulduğum nazi kültürel kodunun gündelik hayattaki tezahürü budur işte. “Hitler haklıymış” tepkisi olarak derhal zehirli bir sarmaşık halinde yeşerebiliyor. Nazi gen mirası önemli bir kesim Alman’da da, derin Alman bürokrasisinde de potansiyel olarak bir kılcal damar halinde mevcuttur denilebilir.

Çarpıcı bir vaka olarak bilinmesinde yarar var. Avukat olan Horst Mahler, başlarda Kızıl Ordu fraksiyonu çevresinde yer almıştı. İlerleyen zamanlarda neo-nazi namlı biri olmuştur. “Heil Hitler” sloganını atıp Hitler selamı verdiği için hapis cezası almıştır.

Bu tespiti yaparken, koca bir Almanya anti-nazi, anti-faşist sol mücadele tarihini, bu mücadelenin nazi ideolojisine karşı, toplumu o ideolojiye ve kültüre karşı tavır geliştirme ve nazizmi mahkûm etme çabalarını ve amacı doğrultusunda ileri seviyeye gelme başarısını; ayrıca bu mücadelenin kesintisiz, gevşetilmeden hâlâ verilmekte olduğunu elbette akıldan çıkarmamak gerekir.

Bu konuda, daha çarpıcı ve somut bilgi edinmek isteyenler için, İletişim Yayınları’ndan çıkan Wolfgang Schorlau’nun  iki kitabını okumalarını öneririm:
Mavi Liste ile Münih Komplosu.

Karanlık cinayetlerin nasıl RAF’a mal edilmeye çalışıldığı, bunun için organizasyonların yapılıp medya ve hukuk sisteminin nasıl manipüle edildiği gayet somut ve yansız bir tutumla anlatılıyor.

Daha da derinlikli ve etraflıca bilgi ihtiyacı duyanlar Uwe Timm’in romanlarında da dönemin atmosferi, bireylerin ruh hali ve 68’lilerin iç ilişkilerine dair düşünsel yelpazelerini genişletebilecek salt edebi kurgu olmayan ve toplumsal gerçekliğe tekabül eden olguları dağarlarına katabilirler.

Andreas Baader, Eric Clapton, Gerard Richter

Andreas Baader hücresinde ölüm anından önce pikabında bir plak dinliyordu: There's One In Every Crowd. Eric Clapton’a ait olan bu uzunçaların açılış şarkısının adı Jesus Coming Soon. Pikabın iğnesi şarkının ortasında durmuş. Belli ki infaz sonrası pikabın fişi çekilmiş veya durdurulmuş.

Şarkı ile Baader’in hücresinde başına gelen, tuhaf bir ironidir. Fakat tuhaf ve yürek sızlatıcı vakalar bununla da bitmiyor.

Gerard Richter, Almanya’nın dünya resim sanatında önemli yeri olan çok ünlü ve büyük bir ressamıdır. Soyut çalışır ekseriyetle. Gerard Richter, RAF konusunda, iki yazıdır görsellerini de sunduğum trajedilerine karşı çok duyarlı bir tutum geliştirme cesaretini göstermiş; medyada da tavrını gayet net ortaya koymaktan çekinmediği gibi o trajediyi sanatıyla ölümsüzleştirmiştir. Aşağıda izlenebilir.

Eric Clapton, bir Gerard Richter hayranı ve koleksiyoneridir aynı zamanda. İki yıl evvel koleksiyonundaki ressama ait soyut resim tablosunu 34 milyon dolara satmıştı. O resmin görseli şu:

Andreas Baader, Eric Clapton ve Gerard Richter arasındaki adeta metafizik bağlantılar, insanı hüzünlendiriyor. Gerard Richter en son Londra’da, 2012 tarihindeki sergisinde RAF önderlerinin resimlerini sergilemişti.

Vietnam, RAF, 68

Bir önceki bölümde My Lai katliamına kısaca değinmiş, bir görsel kullanmıştım. Aslında yakından ilgilenenlerin bildiği gibi, ABD saldırıları ve işgali sırasında masum Vietnam halkının yaşadıkları sinema filmlerinde hakkı verilerek işlenmişti. 60’lar kuşağının ayağa kalkması sadece anti-emperyalist görüşlerinden kaynaklanmadı. Yüksek insani erdemlere de sahip olan bu insanların Türkiye de dâhil dünyanın birçok ülkesinde şiddetli protestolarının önemli sebeplerinden biri de insanlık dışı ABD emperyalizminin Vietnamlı olmak ve köyünde yaşıyor olmaktan başka bir suçu!? olmayan bu nazik ve narin insanlara uyguladığı vahşet oldu.
Daha iyi algılanabilmesi için iki fotoğrafı aşağıda göreceksiniz. İlk fotoğrafa dikkatle bakın lütfen. Vietkong gerillası olduğu şüphesiyle katledilmiş bir Vietnamlı kadın görülüyor. Korkunç bir fotoğraf. Ama yine de dikkatli bakılmasını istemem, detayın gözden kaçma ihtimalini önlemek içindir. Çünkü, şapkanın hemen altında, bedenden fırlamış beyin görülecektir. Ulrike Meinhof’un da beyninin bedeninden gizlice çıkarıldığını yazmıştım. Egemenler dünyanın her yerinde isyancıların silahlarından çok beyinlerinden korkuyorlar. İkinci fotoğraf ise My Lai katliamından bir detay.

RAF niçin özgül bir kalkışma deneyimidir; Türkiye’deki benzerleriyle nerede ayrışır

Alman kimliğinin Naziler tarafından bir mit haline getiren milliyetçiliğine-şovenizmine karşılık RAF çok net ve tam karşıdan bir tavır alıştır aynı zamanda.  Rote Armee Fraktion, Almanya’da komünist kesimce de son derece sert eleştirilmiş, solun farklı grupları da tenkitlerde bulunmuşlardır. Ama bir Nazi kültü olan Alman olmak, Komünist Parti’nin bile kurtulamadığı bir Nazi kültürünün etkisini gösterir. Çünkü ilkin Alman Komünist Partisi, daha sonra Almanya Komünist Partisi adını alan bu yaşlı kurumun Alman takıntısına karşı  Rote Armee Fraktion’un ne adında, ne de söyleminde nazi kültürünün bu emaresi okunmaz; yoktur çünkü.
Japon Kızıl Ordu, İtalyan Kızıl Tugaylar ile de bu nüans gibi algılanan ama çok derin bir ayrışma olan farkla özgünleşir.
Türkiye’ deki dönemdaş yapılarla farkı şudur. Türkiye’deki hareketler devrim ve sosyalizm amacı için kitleselleşme ve partileşmeyi bir stratejik hedef olarak programlarına almışlar ve bu yönde yoğun çalışmışlardır. Kırsal alanlara da , fabrikalara da, gecekondulara da, işçi havzalarına da yönelmişlerdir. RAF ise partileşmek ya da kitleselleşmek gibi bir evreyi gündemine dahi almamış, benimsememiş;  emperyalizmle doğrudan savaşan bir gerilla grubu olarak varlığını sürdürmüş ve bu özelliğiyle dramatik bir son yaşayarak ok gibi girdiği tarih sahnesinden çekilmiştir.

Bitmeyen RAF kini

Son bir görsel ile yazıyı bitiriyorum. Yürek dayanmıyor çünkü. Ama bunların da bilinçlerde, hafızalarda yer alması gerekiyor.  Rote Armee Fraktion’un üçüncü nesil militanlarından biri Alman polisi tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüş ve cinayetin örtbas edilmesini sağlamak için tren rayının üzerinde bırakılarak geçecek olan trenin bedenin parçalaması amaçlanmış, ama hem cinayet görüntülenmiş, hem de insanların müdahalesi ile komplo boşa düşürülmüşütr. Bu fotoğraftan yarım saat sonra RAF militanı Wolfgang Grams yaşamını yitirmiştir. 

Yazarın Diğer Yazıları

Mülkiye, FKF, 68, DEV-GENÇ, THKP-C ve Kurtuluş’un enternasyonalist neşeli militanı; İlhami Aras

Bugünlerde, dünyada solun melankolisinden çıkış için yapılan tartışmalarda öne çıkan ve terk edilmesi önerilen Sekter Radikalizmden fersah fersah uzak, neşeli militan kavramının henüz bu mefhumlar telaffuz bile edilmeden yani 60 yıl öncesinden prototipiydi

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?