17 Ocak 2016

Erkin Koray'ın sihri: Görünüşü Romalı, aklı Helen, ruhu doğulu mistik

Bu kadar özgün ve 60 yıla yakın bir zamandır tılsımı sönmeyen Erkin Koray'ın müziğini nasıl tanımlayabiliriz?

Rolling Stone dergisinin tüm zamanların en iyi 100 gitaristi listesinde, müzikleri, virtüöziteleri, kişilikleri ve hayatlarıyla bildiğimiz, beğenip sevdiğimiz epeyce gitarist var. İlk sırada Jimi Hendrix yer alıyor; B.B. King, Eric Clapton, Duane Allman, Robert Johnson, Keith Richars, Jimmy Page, Chuck Berry, Jeff Beck… Bu listede yer alan gitaristlerin bir kısmı sadece çalıyor, bir kısmı çalıp söylüyor, bir kısmı çalıp söylüyor ve söz de yazıyor.

Listenin ilk beşi içinde yer alması gereken, yer almış olanlardan hiçbir eksiği olmayan, söz yazarı, besteci, şarkıyı kendine has ve sıra dışı tarzıyla söyleyen, gitar virtüözü komple bir sanatçı Erkin Koray. Tanımlanan vasıflarıyla da dünya çapında bir dehadır. 60 yıla yaklaşan sanat hayatında, 45 yıldır kendisini seven, dinleyen bir hayranının, onun bir karşılık beklemeden hayatımıza kattığı güzellikler ve heyecanlara karşı bir şükran ve minnet duygularının bir yazıyla ifadesi değil, aynı zamanda müzikal yeteneklerinin dünya çapında olduğunu, eşine zor rastlanır yaratıcılığını, çok üst seviyedeki sanatıyla ve sanatında "kendini gerçekleştirme " gibi zor bir işi başararak, 21. yüzyılda da eskimediğini göstermek amacındayım.

Beethoven'ın yaygın olarak, "Ay Işığı Sonatı", adıyla bilinen eserini, klasik batı müziğiyle yakından ilgilenmeyenler bile en azından ismen duymuşlardır. Çok bilinen ve konserlerde sık icra edilen bir piyano sonatıdır. Yalnız şimdiki zamanlarda değil, ilk bestelendiği 1801 yılında ve izleyen yıllarda Viyana müzik çevrelerinde de beğenilmiş, çok konuşulmuştur. Bu durum karşısında Beethoven "Durmadan Do Diyez Minör Sonat'tan bahsediliyor. Gerçekte ondan çok daha iyilerini yazdım. Örneğin Fa Diyez Majör Sonat, tümüyle farklı bir yapıda." deme lüzumu hissetmiş. Ben de Beethoven'ın bu yakınmasını dikkate alarak Erkin Koray'ın, "Şaşkın", "Fesuphanallah", "Estarabim" gibi çok bilinen eserlerine hiç değinmeyeceğim. Tümüyle farklı yapıda olanlara bakıp, söz ve melodileri ile Erkin Koray'ın insan, aşk, hayat, bireyin ontolojik sorunsalı gibi ana temalarının, onun özgül ve çok başarılı olduğu yanı olduğuna dikkat çekmeye çalışacağım.

Modern toplum ve bireyin ruh sızısı

Anarşizm insanı, özünde iyi, diye tanımlar. Ama birey, toplumsal yaşama başlamasıyla birlikte, özel mülkiyet ve iktidar ile tanışır ve iyi öz sahipliğini yitirmeye başlar. Bunun insanın ve doğanın özüne aykırı olduğundan hareketle, özel mülkiyet ve iktidarın olmadığı bir toplum ütopyası önerir.

Frankfurt Okulu teorisyenleri de kapitalist toplumda, atomize olan bireyin dramını oldukça üst düzeyde kuramsal olarak irdelemişler, yazmışlar ve tartışmışlardır; Marcuse - Tek Boyutlu İnsan, Erich Fromm - Sevme Sanatı ilk akla gelecek çalışmalardır. İnsanın varoluşuna dair soran, sorgulayan her bireyin , yerküremizin neresinde olursa olsun Marcuse ve Fromm'dan başka Horkheimer, Adorno, Habermas ve Walter Benjamin'e ulaşması tesadüf değildir. Frankfurt Okulu'na dahil olmasalar da, Deleuze, Derrida ve Foucault da ontolojik sorunsal bağlamında arayış yolculuğuna çıkmış birey için, parlak ve pas geçilemeyecek bir moment oluştururlar. Bana kalırsa töz itibarıyla bu son isimler, Frankfurt Okulu'nun Fransız ekolüdürler. Bu, su katılmamış entelektüelleri okuma işine girişen bir insan mutlaka caz ile tanışacaktır. Aynı şekilde Wagner, Mahler, Beethoven, Stravinski. Beatles da ulaşılacak duraklar arasındadırlar. Tabii bir de ilk virajda 68 ile karşılaşılır. İçerisinde bireyselliğin feda edilmediği ya da vazgeçilmesinin ön şart olmadığı ama kendiliğinden vücut bulmuş kollektif bir irade ve ruh yüceliğine ulaşmış, evrensel kalkışma dünya tarihinde ilk kez cereyan etmiştir. 68'in bileşkelerinden biri de müziktir; özellikle de caz, blues ve rock. John Coltrane, Charlie Parker, Ornette Coleman, Beatles, Bob Dylan, Rolling Stones, Doors, Pink Floyd , Byrds… Bütün bunlar 68'in yaratıcı öznelerini etkillemişlerdir. Bu kuşağın formasyonunda 3M ayrıcalıklı ve belirleyici bir yer tutar. Marx, Mao, Marcuse. Ama Sorbonne 68'lilerce işgal edildikten sonra Çin Komünist Partisi ile Sovyetler Birliği Komünist Partisine "Titreyin bürokratlar, geliyoruz" telgrafını çektiren düşünsel mayanın harcında bu yukarıda saydığım sanatçı, düşünür, bilim insanı kısaca tümünün katkıları vardır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, underground kültür ve ayrılmaz bileşeni psychedelic sanat sağlam bir alt yapı oluşturmuştur Batı 68'inde. Yukarıda vurguladığım serencam, arayış içindeki birey Türkiye'de, daha ilk kavşağında Erkin Koray ile buluşturur. Sade kentli bireyi değil, taşrada, kasabada hatta köyde yaşayanı için de aynı şey geçerlidir. Bu topraklardaki kökü, bu buluşmayı gerçekleştiren diğer önemli etken olarak belirir.

Arda Uskan, John Lennon, Yoko Ono Lennon, Erkin Koray (soldan sağa)

Çok ilginçtir; hiçbir şarkısı için hiçkimse bunlar artık çok eski şarkılar diyememiştir. "Kızları da Alın Askere"den tutun, "Yağmur", "Çöpçüler", Cemalim"den "Akrebin Gözleri"ne, kadar... Müziğindeki ana sorunsal hayat ve bireyin örselenmiş, sakatlanmış ruhu, yalnızlığı ve tek başınalığıdır. Situasyonistlerin jargonumuza armağan ettiği "Gösteri Toplumu"nun silikleştirdiği, kimliksizleştirdiği insanın özünden uzaklaşması trajedisidir. Pink Floy'un The Wall, Beatles'ın Nowherman (Hiçbir yerin adamı), Sgt. Pepper Lonely Heart Club band (Yalnız kalpler kulübü orkestrası) bu temanın işlendiği rock müziğinin iz bırakmış parçalarıdır.

Türkçe rock tarihinin en güzel şarkılarıdır, "Arap Saçı" ve "Akrep". Erkin Koray'ın sanatının en üst seviyedeki eserleridir. Gitarı disonans ve dosonans ile virtüözitenin sınırlarını da yıkar geçer. Bu iki parça, onun ana temasının ve izleğinin de simgesidir. Sözlerde hep, dünyaya fırlatılıp atılmış bireyin ontolojik sorunsalı vardır. Dipten ve derinden girer mevzuya; gitar soloları, sözlerin dışında başka bir dil ile anlatır. Sarsar, diplere çeker insanı. Unerground bile aydınlık ve yerüstü kalır adeta. Bazen çıkar gökyüzüne seyreder alemi, bazen iner yeryüzüne alem seyreder onu. "Hayat Katarı" yolcusudur, "Yolcu Yolunda Gerek" diyerek bilinmez diyarlara gider.

Rolling Stone dergisinin tüm zamanların en iyi 100 gitaristi listesini dikkatle irdeledim. CD ve DVD'ler alarak o listede yer alan isimleri dinledim yıllarca. David Gilmour (Pink Floyd), George Harrison (Beatles), Jimmy Page (Led Zeppelin), Keith Richards (Rolling Stones) ve Duane Almann en sevdiğim gitaristlerdir ama benim listemde bir numara Erkin Koray'dır. Peki bu kadar özgün ve 60 yıla yakın bir zamandır tılsımı sönmeyen Erkin Koray'ın müziğini nasıl tanımlayabiliriz:

Psyhchdelic barok rock

Anadolu rock, evrensel standartlarda müzik yapmış ve o tanımın sınırlarını çoktan aşmış bir sanatçı için fazla naif kalıyor. Demode ve artık zamanı geçmiş bir aşınmışlık imliyor gibi. Hiç uygun düşmüyor.

"Arap Saçı", "Yıldızlar", "Meçhul", "Yağmur", "Gözlerim Her yerde" gibi şarkılarına baktığımızda, armonik süslemeleriyle barok ögeleri hemen fark edebiliriz. Ama psyhcedelic boyut, "Ankara Sokakları", "Mesafeler", "Devlerin Nefesi", "Tik Tak", "Sitem" gibi parçalarda bir tül perdesinin gerisinden ancak fark edilebilen bir ışık hüzmesi gibi yer alır.

"Sana Birşeyler Olmuş" ise saf rock şaheseridir, gitar riffleriyle artık yükseklere doğru uçmaya başladığı hissini yaşatır insana. "Anma Arkadaş", "Silinmeyen Hatıralar", "Sevince" dinlemekten bıkmadığımız, Hippi'lere özgü zerafetin bezediği aşk baladlarıdır.

Görüldüğü gibi kategorize edebilmek pek mümkün olamıyor; zaten çok gerekli de değil. Ama insan bu altmış yıllık sanatın icrasındaki büyüyü de merak edip eşelemek istiyor. Müziği, içindeki o mimariyi çözümlemeye teşvik ediyor insanı. O, şarkıyı söylerken artık var olmayan zamanlardan geliyormuş duygusu uyandıran sesi ve tarzıyla benzersizleşir.

Batıda gittiği ülkelerde yapılan Jam Session sonrasında Erkin Koray'a "Bizler gibi çalabiliyorsun sen de ama bir farklılığın var" demişler. Evet bu çok doğru bir değerlendirme; batı da batılılar gibi gitar çalabilen usta bir doğuludur o. Bizanslı tarifi şöyle yapılır: Görünüşü Romalı, aklı Helen, ruhu doğulu mistik. İşte Erkin Koray'ın sihiri biraz da böyle bir şey olmalı. Görünüşü Hippi, gitarı Hendrix, Duane Allman, Jimy Page, Keith Richard, Jeff Beck ayarında, ama onun farkı doğu mistisizminin zarif ve incelikle sanatında yer almasında. Bir rayiha gibi, bir tütsü gibi adeta. Bu heyecan verici estetiği Orhan Pamuk (Benim Adım Kırmızı) ve Burhan Sönmez'in (Kuzey) romanlarında, Mustafa Ata'nın, Selim Turan'ın, Erol Akyvaş'ın tablolarında da görmekteyiz.

Zeytin dağına çıkmak

Son yıllarda, batıda da çok etkileyici, yürek çarptıran albümler çıkmıyor. Bu çoraklık insanları ya eskilere, ya da klasik batı müziğine yönelmeye sevk etti. Halbuki dünya şimdi sanatın direnme, karşı koyma gücüne en muhtaç olduğu bir dönemi yaşıyor. Çünkü zor zamanlardan geçiyoruz. Mutlu olmak artık uzun bir süre münkünmüş gibi görünmüyor.

Şu yaşadığımız, tanık olduğumuz olaylar yetmiyormuş gibi bir de sevdiğimiz insanları, bu hayatı sanatlarıyla çekilir kılan büyük sanatçıları peşpeşe kaybetmeye başladık; B.B. King, Ornette Coleman 2015 yılında, iki gün evvel de David Bowie'yi başka dünyalara uğurladık .

Ruh sızımız dinmiyor. İç sağaltıcı bir iksire ihtiyacımız, her zamankinden daha fazla. 2007 yılında verdiği bir TV röportajında, yeni albümünün hazır olduğunu söylemişti Erkin Koray. Artık o albümün 2016 yılında çıkmasını ve ondan bir de gitar vitüozitesini sergilediği, enstrümental bir albüm bekliyoruz.

David Bowie'nin ölümünden üç gün evvel doğum gününde çıkardığı Black Star, değişik bir çalışma. David Gilmour'un 2015'in son aylarında iyi bir albüm çıktı. Okuduğumuz haberlere göre Paul Mc Cartney ve Rolling Stones 2016 yılında yeni albüm çıkaracaklar. Bu albümler hepimize iyi gelecek.

Ama illa da Erkin Koray.

Çünkü o çok riskli sularda ve derinlerde dolaşmasına rağmen, batılı muadilleri gibi sinizmi, giderek intihara ya da drug evrenine sığınıp, Katmandu yollarında telef olunacak yolculuklar önermiyor. Tam aksine meydan okuyor, "gün ola harman ola / sabır ola sarman ola" diyerek, umutsuzluk girdabında kıvranan bu yüzden de yenilgiyi baştan kabul edip şizofreniye yelken açan bireye, kurtuluş değil, emansipasyon çağrısı ile çözümün kendi eylemli pratiğinde olduğunu omuzlarından silkeleyerek hatırlatıyor.

Hayat tarzı ve sanatında yeniden ürettiği değerlerle bizzat kendisi bir liberter manifestodur.

Asi kişiliği ile nasıl sinmedi, ödün vermedi ve hep en iyisini yaparak mücadele edileceğini gösterdiyse, içinden çıkmak üzere olduğumuz bu post modern zamanlarda algılıyoruz ki:

Mesih gelmeyecek, zeytin dağına çıkmaya gerek yok, çünkü çıkılsa da faydasız.

Kavgaya davet edildik, davet kabulümüzdür. Sisifos'tan beter haldeyiz ama olsun. Sabahları balık tutup öğlenleri piyano çalıp akşamları roman eleştirisi yapılacak günler için değer. 

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...