06 Şubat 2024

Cazın son Amazon'u Jan Garbarek

Dönüm noktası niteliğindeki Officium, anında muazzam bir başarı elde etti. Ardından da eş değerde devam albümü geldi: Mnemosyne

Jan Garbarek

1980 yılının uğursuz bir dönemin miladı olduğunu gösteren iki simgesel vaka, müzik ve kültür bağlamında tarihsel kırılma boyutundadır.

John Lennon'un 8 Aralık 1980'de, 40 yaşındayken vurularak öldürülmesiyle efsanevi rock grubu Beatles'ın yeniden birleşme ihtimali ortadan kalktı.

Led Zeppelin, aynı zamanda tüm zamanların en iyi rock davulcusu olan John Bonham (Bonzo), 25 Eylül 1980'de, henüz 32 yaşında aniden ölünce, Zeppelin dağılma kararı aldı.

1970'lerin ikinci yarısında zaten iyice durgunlaşmış olan rock çağı bu iki kayıpla kapandı

"Sui misal, emsal olmaz'', sözü, müzik dünyasındaki gelişmelerle ters yüz oldu ve kötü örnek, genele şamil misal olmaya başladı. Lennon ve Led Zeppelin listelerden inerken, Michael Jackson, Madonna, Cynde Lauper yükseliyordu. 1980 yılında başlayan vasatın egemenliğinde, niteliksiz, kalıcılıktan uzak pop çağının idolleri oldular. 25 yıla yakın popüler kültürün pop ikonları olarak zirvelerde, müziğin belirleyici starları haline geldiler.

Bu gelişmelerin yarattığı hüsran ve düş kırıklıkları absürt tartışmalara yol açtı: Rock tükendi mi? Caz öldü mü? Bu münakaşalar ABD, Almanya, İngiltere, Fransa müzik medyalarında uzun süre devam etti.

Rock bir daha 60'lardaki şaşaalı zamanlarına dönemedi. O dönemin çığır açan isimlerinin benzerleri bir daha hiç çıkmadı. Cazda da hemen hemen aynı süreç benzer tıkanıklıklarla yaşanıyordu. 1967'de John Coltrane'nin ani vefatından sonra caz müziğinde de parlak isimler çıkmıyor, kanaati yaygınlaşırken, rock ve caz severler bir göz kamaşması yaşadılar. Norveç'ten çıkan bir yıldızdı bu kamaşmayı yaşatan. Jan Garbarek, idolü olan John Coltrane hattında yaptığı tenor ve soprano soloları ve tıpkı Coltrane'in Hintli sitar dehası Ravi Shankar'a duyduğu hayranlık ve Hint kültürünün etkisini müziklerinde harmanlamasının esiniyle, zarif bir eklektizme yöneldi.

Cazın, tenor ve soprano saksafondaki son elli yılın en parlak isimlerinin başında gösterilen Jan Garbarek, 4 Mart 1947'de Norveç'in Mysen şehrinde doğdu. Sık olmasa da flüt de çalan ama asıl ustalığını gösterdiği tenor ve soprano saksafonda benzersizleşti. Garbarek için, Kuzeyin cazı, İskandinav cazının babası gibi vasıflandırmalar yapılsa da, Charlie Parker, Lester Youg, Coleman Hawkins, Dexter Gordon, Sonny Rollins, John Coltrane çizgisinin, modern tarzda özgün yenilikler de katan, son temsilcisidir.

Babası Czeslaw Garbarek, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların yakalayıp Norveç'teki bir çalışma kampında tuttuğu Polonyalı bir askerdi. Serbest kaldıktan sonra Norveçli bir çiftçinin kızı olan Karin ile evlendi ve doğan çocuklarına Jan adını verdiler. Jan, Oslo'da büyüdü, 21 yaşındayken Vigdis ile evlendi. Kızı Anja'da kendisi gibi müzisyendir. Oslo'da başladığı hukuk öğrenimini caz tutkusu nedeniyle yarım bıraktı.

Çocukluğunda müziğe karşı bir düşkünlüğü olmadı. 14 yaşındayken tesadüfen radyoda, cazın dev ismi John Coltrane'i duydu. Kendi ifadesiyle, bu müzik her şeyi değiştirdi. Kısa bir süre sonra ailesinden bir saksafon isteyen Garbarek, bir yıllık saksafon çalma çabaları sonucu Norveç'teki amatör caz yarışmasını kazanarak, kariyerine başladı. 17 yaşındayken, o zamanlarda Norveç'te yaşayan Amerikalı piyanist besteci George Russell'in yanına katılarak hayatının akışını değiştirecek müzik eğitimi tecrübesini arttırdı. Russell, Garbarek'in Esoteric Circle adlı ikinci albümünün yapımcılığını üslendi. Bu albümde hayranı olduğu John Coltrane'in derin izleri ve etkisi hemen fark edilir. Tonalitesi, agresif atakları doğrudan Coltrane esinlidir. Russell ile turnedeyken, ECM'in kurucusu Manfred Eicher ile tanışması sanat yaşamında bir dönüm noktası oldu. Efsanevi yapımcı Eicher, Garbarek'i bir grup kurarak Oslo'da bir stüdyo kaydı yapmaya çağırdı.

Eicher tarafından, "doğuştan doğaçlamacı,'' olarak nitelenen Garbarek, 1970 yılında davulda Jon Christensen, gitarda Terje Rypdal ve basta Arild Andersen ile bir füzyon ve özgür caz harmanı olan Afric Pepperbird albümüyle caz dünyasının dikkatini çekti ve büyük beğeni kazandı. Bu albüm, Garbarek 'in ECM ile elli yıl sürecek başarılarla dolu işbirliğinin de başlangıcıydı. 1974 yılından itibaren Jon Christensen ve Palle Daniellson ile beraber Caz piyanisti Keith Jarret'ın Europiat Quartet grubuna katıldı. Jarret'le ile birliktelikleri caza sağlam adımlarla başlamasına ve yolunun açılmasına vesile oldu. O yılları şöyle hatırlıyor: "O zamanlarda çok yaratıcı bir atmosfer vardı. Hepimiz bir şekilde fikirler üretiyorduk ve her şey çok serbest ve özgürdü." Garbarek, ECM sanatçılarından Ralph Towner, Egberto Gismonti, büyük basçı Charlie Haden, Kenny Wheeler ve Egberto Gismonti'nin albümlerinde saksafon çalmıştır. Coltrane'in derin izler bırakan etkisinden sıyrılıp, kendi özgün soundunu yaratmaya yönelirken dünya müziğiyle yakından ilgilenerek, edindiği yepyeni vizyonla özgün stilini yarattı.

Avangart, post bop, progresif caz Garbarek müziğini tanımlamak için kullanılan kategorik kavramlardır. Bu süreçte ABD, Almanya, Brezilya, Küba, Afrika, Tunus, Hindistan, Pakistan, Gürcistan, Amerika Kızılderilileri gibi çok değişik ülkelerin apayrı kültürlerinin müzikleriyle yakından ilgilendi. Bu ülkelerin önemli müzisyenleriyle, etnik ve otantik tınıları da içeren füzyon caz çalışmalarını istikrarlı ve çok takdir edilen yenilikleriyle albümler yaptı. Her albümüyle beklenmedik ve emsalsiz yaratıcılık örnekleri ile sadakatini kanıtlamış dinleyicilerini bile elli yıldır şaşırtmayı sürdürdü. Hilliard Ensemble grubuyla yaptığı işbirliği ile yeni ve çok farklı türlerin dinleyicilerine ulaştı. Bu eklektizm, popüler ve sanatsal şahikasına 1994 senesinde yapılan sıra dışı ve olağanüstü albüm Officium'la ulaştı. Albüm, Rönesans döneminin vokal hazinelerinden oluşan uzman okumalarını, Garbarek'in tenorda derlemelerini obbligato ile birleştirdi. Hilliard Ensemble vokal topluluğu ile Orta Çağ çok sesli Gregoryen ibadet müziği ve saksafon doğaçlamalarıyla yapılan bu mistik yolculuk, kariyerinin en başarılı çalışmalarından biriydi. Avusturya Alplerinde bir manastırda kaydedilen ve vokal ses ile saksafonu zerafetle birbirine ören albüm Avrupa pop müziği listelerine de girdi. Bu çalışma klasik müzik, ambient ve rock dinleyicilerinin geniş ilgisiyle karşılandı.

Dönüm noktası niteliğindeki Officium, anında muazzam bir başarı elde etti. Ardından da eş değerde devam albümü geldi: Mnemosyne.

Beatles – Hint müziği, Rolling Stones – Fas trans müziği, Led Zeppelin (Jimmy Page & Robert Plant) Mısır, Fas otantik halk müziğinin Doğu mistisizminden ve duyarlığından etkilenen ve bu çalışmaları seven eski kuşak rock severlerinde dikkatlerini ve ilgilerini çekti. Uzun süre pop dinleyip artık daha derinlikli müzik dinleme arzusu duyan pop hayranlarından da hatırı sayılır nicelikte takipçisi oldu.

Bazı albümlerinde cazın sınırlarının ötesine geçerek, insanı derin düşüncelere sevk ederek büyüleyen, yarattığı yeni berrak tınılı seslerle bezediği melankolik parçalar da yaptı. Bu albümleriyle new age ve blues hayranı olan geniş kitlelerin de ilgisine mazhar oldu. Meditasyon tesiri yapan özgün üslubu ve doğal doğaçlama yetisinin gelişkinliğiyle sürekli yeni takipçiler hayran kitlesine katıldı. Nusrat Fateh Khan ile yaptığı Ragas ve Sagas albümüyle dinleyenleri uzak diyarlara götürdü. Kendi iç uygarlıklarını keşfettirdi.

Garbarek'in çalıştığı kalburüstü müzisyenlerden bazıları şunlar:

Ravi Shankar, Don Sherry, L.Shankar, Trilok Gurtu, Rainer Bruninghaus, Manu Katche, Anouar Brahem, Ustat Shaukat Hussain, Zakir Hussain, Hariprasad Chausaria, Ustat Nusrat Fateh Ali Khan, Eleni Karaiondrou, Keith Jarret, Charlie Haden, Kim Kashkashian, Eberhard Weber, Bill Frisell, David Torn.

Bu sanatçılarla ürettiği müziklere "Yeni Çağ Müzikleri'' adı verildi.

Praise of Dreams albümündeki parçalar için rüyaların zihnin filmi olduğunu kanıtlıyor kritiği yazıldı.

Cazın abidelerinden Pharoah Sanders, Archie Shepp ve Albert Ayler'i çok iyi etüd etmesinin yanı sıra Dexter Gordon, Ben Webster, ve Johnny Griffin'i izlemesi ilham konusunda sorun yaşamamasını sağladı.

Üretken bir sanatçı olan Garbarek'in stüdyo albüm sayısı yetmişi buldu.

 

Miles Davis, Jan Garbarek ve Marilyn Mazur anıları

1988 yılında olağanüstü bir sahne ambiyansı ile lal olmuş vaziyette Miles Davis konserini izlerken Davis'in aurasının etkisiyle ilk üç parçada sadece ona baktım. Ancak sonra fark ettim ki sahnenin bir orasına bir burasına elinde tokmak ve Afrika davulu ile çıplak ayaklı bir genç kadın koşup duruyor. Sonra yerine geçti. Hiç alışık olmadığımız nesnelerden oluşmuş perküsyon setinde harikalar yarattı; konser boyunca müthiş alkış aldı. Adının Marilyn Mazur olduğunu öğrendiğim bu Amerika doğumlu, Danimarkalı perküsyonisti yıllarca iç unutmadım.

Aradan yıllar geçti. 1988 yılında çıkan Legend of the seven dream albümü sayesinde ilk kez varlığından haberdar olduğum Jan Garbarek'in 1995 yılındaki konserine Ankara'dan kalkıp gittim. Konser muhteşemdi ama asıl sürprizi perküsyondaki tanıdık gelen kadın yaptı. Müthiş bir performans gösteriyor, izleyicileri coşturuyor ve kopan alkış tufanıyla Garbarek ve diğer müzisyenleri de mutlulukla gülümsetiyordu. Meğer bu sanatçı 7 yıl evvel Miles Davis konserinde izlediğim Marilyn Mazur imiş. Çok dikkatle bakınca fark edebilmiştim. On yıllardır, Modern caz ve kalite denince ilk aklıma gelen isimler Garbarek (77) ve Mazur (69) oluyor.

Marilyn Mazur ve alamet-i farikası

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...