30 Mart 1972'de Kızıldere’de katledilenler içerisinde yer alan Saffet Alp’in bu trajedide özel bir durumu var.
2005'te, Milliyet gazetesi, 12 Mart 1971 darbesinden sonra başbakanlığa getirilen Nihat Erim'in, anılarında, Kızıldere'yle ilgili şunları söylediğini yazmış:
"Akşam saat 18:00'de Memduh Tağmaç (Dönemin Genelkurmay Başkanı) telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16:30'da nasihatin etkisi olmadığını, devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler."
Bunun üzerine, Milliyet'in görüşünü aldığı, Kızıldere'den sağ kurtulan tek kişi Ertuğrul Kürkçü de şunları söylemişti:
"Bu benim için yeni bir bilgi değil. Beni yakalayan astsubay ve erler Saffet Alp'in dışarıya canlı çıkarıldığını, orada kafasına kurşun sıkıldığını söylediler. Diğerlerini gözümle görmedim ama evde bir çatışma olmadığını biliyorum. Yanlış hatırlamıyorsam mahkemede de bu konuyu kayıtlara geçirtmiştim. Yargısız infaz vardı... Kontrgerilla elemanları olduklarını daha sonra öğrendik. Mehmet Eymür anılarında orada olduğunu yazdı."
Yaralı durumdaki Saffet Alp, o halde sürüklenerek evin dışına çıkarılır ve bir subay tarafından alnına bir kurşun sıkılarak infaz edilir.
Saffet Alp'in durumuna ilişkin olarak bir görüş daha var kaynaklarda:
Olay sırasında hükümet doktoru olan Şehsuvar Savuran, operasyondan bir saat kadar sonra gittiği evde gözlemlerini, gördüklerini anlatır. Savuran'ın, katliamın 18. yıldönümünde, 1988'de Milliyet gazetesindeki Kızıldere dizisi için verdiği söyleşi ve daha sonra diziyi yapan Koray Düzgören'in “THKP-C ve Kızıldere” kitabının 137-145.sayfalarında yer alan anlatımlarından aktarıyoruz:
“ … Hadisenin olduğu eve gittik. Evi gördünüz. Eve üst taraftan bir damın üzerinden girilir. Odanın üzerine geldiğimizde ortada bir ceset vardı. Biz o zaman kişileri de tanımıyoruz tabii… İşte orada damın üzerinde bir ceset vardı. Dışarıda kapının dışında… Kapı parçalanmış. İçeri girdik ve hemen dışarı çıktık. İçeri sis bombası mı, göz yaşartıcı bomba mı atmışlar neyse, çok duman var… Kendisi çıkmış. Yaralandıktan sonra kendini dışarı atmış. Adı da şeydi. Hani harp okulundan… Saffet...”
Her iki anlatım da, Kızıldere'deki çatışmada yaralanan, ancak sağ olan Saffet Alp'in, evin dışında alnına sıkılan kurşunla infaz edildiğini kesinleştiriyor.
Saffet Alp (sağda) Çiçek pasajında "Kime Ne" meyhanesinde harbiyeli arkadaşlarıyla... (16 mart 1968)
Cereyan ettiği sırada olaya yakından tanık olan bir er, akli dengesini yitirdi, çıldırma aşamasına gelince apartopar terhis edilerek memleketi Kayseri / Bünyan’a yollandı ve konuşturulmadı. Kimliği meçhul kalan bu erin sessizliği bugüne kadar sürdü.
Göğsünden kasıklarına kadar dikiş vardı
Saffet Alp'in cenazesini almaya gelen ailesi, kanlı elbiseler içindeki oğullarının bedenindeki kurşun deliklerinin çokluğu karşısında derin bir acı yaşar.
Niksar Devlet Hastanesi'nin koridorlarına atılmış bir halde tutulan cenazelerden, Alp'in cenazesini almaya giden Baba Hamit Alp, oğlunun göğüs ortasından kasıklarına kadar uzanan taze bir dikişi görür. ’’Bu nedir ‘’ diye sorar, hükümet görevlisi doktorun verdiği yanıt manidardır:
“Aslında oğlunuz sağdı, ameliyat ettik ama kurtaramadık.”
Ölü bedenleri bile kurşunlanan gençlerden Alp'in kurtarılmaya çalışılmış olması elbette inandırıcı değildir. Bir defa Niksar'a at arabaları üzerinde götürülürken zaten ölüdürler. Otopsi de söz konusu olamaz. Zira otopsi yapılmış olsaydı dikiş yeri için “otopsi izi’’ açıklaması yapılırdı. Bu durum dikkat çekicidir, çünkü, Saffet Alp'in arkadaşlarının cenazelerini alan aileler, çok vahşice bir katliamın unutulmayacak izlerini görürler, ama böylesi dikişli bir yaraya hiçbirinde tanık olunmaz. Alp'in bedeni adeta süngü ile yarılmıştır.
Cenaze yıkanırken fark edilen bir görüntü hafızalardan silinecek gibi değildir; Alp'in vücudunun bir yanında hiçbir kurşun yarası yokken diğer yarısı ise kalbura çevrilmiştir. Alnındaki tek kurşunun sıkılma anı, 23 yaşındaki Saffet'in hayatla olan son sahnesi olur.
Küçük bir detay, Saffet Alp'in cenazesini alan ailenin dikkatinden kaçmamış. Alp'in sağ elinin serçe parmağı, yara bantı sarılı vaziyettedir.
Abisini çok derin bir sevgiyle aralıksız anan, hiç unutmayan ve ölümünü sindiremeyen küçük kızkardeş Fikret Alp, küçük bir kesik için duyduğu acı nedeniyle parmağına sardığı yara bandını hatırlayıp “Bu küçük kesik için bile acı duyan abim, onlarca kurşun vücuduna isabet edince, hiç hak etmediği halde o kadar acıyı nasıl hissetti, nasıl dayandı” diye soruyor gözyaşları içinde.
'Anne hiç merak etmiyorsun, karnem iyi mi?'
Saffet Alp 30 Eylül 1949'da Kayseri’de doğar.
Hamit ve Arife Alp’in ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Saffet, abisi ve en büyük kardeş olan Afet Alp ile evin ikinci erkek çocuğu. Kız kardeşleri Fikret ve Hikmet ile birlikte klasik bir Anadolu şehirli aile olarak hayatlarını yaşamaktadırlar.
Baba Hamit Alp, Kayseri-Pazarören Köy Enstitüsü mezunu ilerici bir öğretmendir. Saffet hariç iki kızı ve büyük oğlu öğretmen olurlar. Fikret öğretmen okuluna gitmek istemez, ancak Saffet kardeşine “Sen öğretmen okuluna git bir başla, babamın para durumu seni okutmaya müsait değil, ama ben seni okutacağım, söz” der.
İlk-orta ve lise öğrenimini Kayseri’de tamamlar. Çalışkan bir öğrencidir, sürekli iftihar ve takdirname alan Saffet’in bu başarısı artık evde alışılan bir sonuç olduğundan ailede kimse okuldaki durumunu sormaz.
Anne Arife Alp, bize şu anısını aktarırken hem derinlere dalıyor, hem de yorgun çakır gözleri doluyor:
“Saffet gelir bana 'Anne hiç merak edip sormuyorsun bile, karnem iyi mi, sınıfı geçtim mi kaldım mı?' Ne soracam oğlum, sen gene takdir almışsındır, derdim.”
Sakin, ancak önüne koyduğu amaca ulaşmaya çalışan, çok okuyan, fedakâr, kendisi için asla bir şey istemeyen mizacını anne Arife Alp şöyle anlatıyor 40 yıl sonra:
‘’Çok sabırlı idi Saffet’im.Pazara hep onunla giderdim, öbür kardeşleri gibi değildi; hiç kızmaz, sakin sakin alışverişin bitmesini bekler sonra da otobüse biner dönerdik eve. Bir gün bile gelip de bir derdi, bir sorunu, bir sıkıntısı varsa da bize bildirmedi. Hep başkalarını düşünürdü. Kavgayı, gürültüyü sevmezdi. Her şeyini paylaşır ihtiyacı olana verirdi. Evin içinde de hep bir şeyler okurdu.
Bir gün okuldan eve geldi, ocakta da düdüklü tencere var yemek pişiyor. Saffet çok acıkmış, ne pişiyor diye kapağını açmaya kalkınca düdüklü tencere patladı, kapak tavana fırlayıp duvarı yaraladı, bütün yemek ateş parçası gibi mutfağın içine saçıldı ama Saffet’e bir şey olmadı. Zeytinyağlı yaprak sarmayı çiğ yemeye bayılırdı, ne zaman bu yemeği yapsam daha ateşe koymadan Saffet gizlice atıştırır, tencereyi yarıya kadar bitirirdi. En sevmediği yemek de lahana yemekleriydi, haşlanmış lahana kokusundan çok tiksinirdi. Harbiye'ye gittikten sonra geldiği yaz tatilinde 'Anne artık lahana da pişirebilirsin, onu da yemeye başladım’ deyip beni de şaşırttı. Çok çıkıyormuş Harbiye'de, alışmış yiye yiye...’’
30'unda doğdu, 30'unda mezun oldu, 30'unda öldürüldü
Küçük kızkardeşi Fikret Alp, abisini şöyle anlatıyor:
“Çok yakışıklıyıdı, ama aynı zamanda çok özel bir insandı. Çok okurdu, bana da okumam için telkinde bulunur, kitaplar okutur, sonra sorular sorar, açıklamalar yapardı. Şimdi düşünüyorum da güzel bir diksiyonu vardı, bağırmadan, çağırmadan, sakin sakin konuşur ve hep o ikna ederdi. Başarılarını o kadar olağan bir sadelik ve tevazuyla anlatırdı, övünmeden, sadece sonucu söylerdi. Biz de öyle öğrenirdik, sınıfını geçtiğini, Harbiye'yi kazandığını, lisedeyken tiyatro ile de ilgilendiğini, müziğe merakını, okulu dereceyle bitirdiğini, evlendiğini… Ayın 30’u ağabeyimin yaşamında hep özel bir yıldönümünü işaretler: 30 Eylül doğum, 30 Ağustos Harbiye'den mezuniyet, 30 Mart ölümü…Hep ayın 30’unda önemli şeyler yaşamış.”
Saffet Alp'in lisede tiyatroya olan ilgisini anlatırken Fikret Alp şu detayın altını çiziyor:
“Kayseri Lisesi son sınıfta iken 'Ayyar Hamza' isimli oyunda Hüseyin İnan ile birlikte rol alır. Hüseyin İnan ile oyun esnasında sahnede iken çekilmiş resimleri de vardı. Bu fotoğraf ne yazık ki kayboldu.”
Liseyi bitirdiği yıl başta ODTÜ olmak üzere birçok iyi üniversiteye girebiliyorken annesi Arife Alp’in oğlunun pilot olmasını çok istemesi üzerine Hava Harp Okulu'nu tercih eder. Bu tercihte ailenin maddi olanaklarının kısıtlı olmasının da rolü olur.
'Kemalizmin anti-emperyalist yorumu etkiliydi'
O yıllarda okul 2 yıllıktır. Saffet Alp Hava Harp Okulu'nda karakteri, renkli kişiliği, çalışkanlığı, sabrı, sakinliği ve fedakârlığı ile dikkat çeker. Çok zekidir ve güçlü bir hafızası vardır.
Hava Harp Okulu'nun 1968 yılındaki öğrencilerinden, Saffet Alp'in de içinde bulunduğu bir grubun öncülüğünde ilk ve son kez “GÖKSENİN” isimli kültür yıllığı çıkarılır. Bu grup içerisinde yer alan ve daha sonra Saffet Alp ile “Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü”nde ve THKP-C’de en yakın arkadaşlarından olan Nevzat Yüce, o dönemi özetleyen ayrıntılar anlatıyor. Dönemin atmosferini iyi anlamak için Yüce'nin anlatımını kesmeden yansıtalım:
“1960'lı yılların ikinci yarısı, 1961 Anayasası'nın göreceli özgürlük ortamı ve 1968'de dünyada hâkim olan mücadele iklimi, kendilerini yurtsever idealist olarak tanımlayan bizleri derinden etkiledi. Dünya çapında yaygın anti-emperyalist kurtuluş mücadeleleri de bizi oldukça heyecanlandırıyordu. Öğrenci iken Marksizm ile haşır neşir olanların sayısı üç beş kişi ya var ya yoktu. Ülke sorunlarına kafa yoranlar için genel olarak Kemalizmin anti-emperyalist ağırlıklı yorumu etkili idi. En çok okunan, tartışılankitap Doğan Avcıoğlu'nun 'Türkiye'nin Düzeni' idi. Bu ortamın ürünü GÖKSENİN oldu. Hava Harp Okulu tarihinde ilk kez (belki de son kez) ülke sorunları hakkında söylenecek sözlerimizi ifade etmeye çalışan bir kültür yıllığı ortaya çıktı.
Ülkemizde tam anlamı ile değerlendiremediğimiz gelişmeler yaşanıyordu. İşçi direnişleri, toprak işgalleri ve üretici mitingleri, gençlik eylemleri ve zirve 15-16 Haziran işçi direnişi. Ordu içinde ise çeşitli cunta oluşumları vardı. Bu süreç devrimci Marksist bilinçlenmemizin önünü açtı.”
M. Şevket Eygi: Harp Okulu'nda komünist eğitim veriliyor
“Harp Okulu'nda bizi etkileyen ilk olay o zaman Bugün adlı günlük gazetede 'Hava Harp Okulu'nda komünist eğitim yapılıyor' başlığı ile verilen Mehmet Şevket Eygi’nin yalan ve iftira dolu haberi oldu. Tabii bir de denizci subayların bildirisi olayı var, hangisi önce idi hatırlayamıyorum.
Sanırım bu iki olay da 'Kanlı Pazar'dan sonra olmuştu. Sanki bu süreç bizleri birbirimize yakınlaştırdı. Sonra 6. Filo'nun İzmir'e gelişi ve protesto gösterisine katılan bir veya iki subay arkadaşımızın subay olduklarını belirtmelerine rağmen darp edilmesi bizleri harekete geçmeye teşvik etti adeta. Biz de bir bildiri yayınlamayı düşündük, konuyu görüşmek üzere arkadaşları toplantıya çağırdık. Ummadığımız ölçüde geniş katılım oldu. Hazırladığımız metni tartıştık, metin pek kabul görmedi, ulusalcı bir yaklaşımın benimsenmesi bizi bildiriden caydırdı.
Ama bu çabalardan devrimci bir grup ortaya çıkmıştı. Bu arada OYAK henüz oluşum aşamasında idi. Bu konuyu o zamanki yaklaşımımıza göre inceleyen bir metin oluşturup Cumhurbaşkanlığı'na, TBMM Başkanlığı'na ve Başbakanlığa göndermeyi düşünüyorduk. (Metnin özeti OYAK'ın kuruluş amaçları dışına çıktığı, kontrolün kurumun gerçek sahipleri olan TSK personeli uhdesinde olmayacak bir sermaye kuruluşu olacağı fikrini ifade ediyordu). Sonra sivil olmadığımızı hatırladık böyle bir eylemden de vazgeçtik.”
'Mahir'den etkilendik, Hava Kuvvetleri'nde örgüt kurduk'
“Okuma, teorik çalışma ve tartışma gurubu oluşturduk. Fakat daha sonra yurdun çeşitli bölgelerinde bizim gibi guruplaşmalar olduğunu öğrendik. Biz İzmir'de idik, Ankara, Eskişehir Merzifon, Kütahya Afyon ve Kayseri de vardı...
Bu arada TİP'te olanları al aydınlık-ak aydınlık ayrışmalarını takip ediyor, tartışıyorduk. Aydınlık'ta Mahir'in iki yazısı yayınlandı. 'Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine' ve 'Revizyonizmin Keskin Kokusu.'
Bu yazılardan çok etkilendik. Diğer gruplarla iletişim kurunca onlarda da aynı eğilimi gördük. Ankara'daki arkadaşların zaten Mahirler ile ilişkisi varmış. bunu öğrendikten sonra ilişkilerin gelişimi Türkiye devrimci mücadelesinin Hava Kuvvetleri içindeki mücadele seksiyonu olarak 'Hava Kuvvetleri Proloter Devrimci Örgütü' adı ile örgütlendik. Bu örgütlenmenin asıl işlevi cuntacılarla ayrışmayı gerçekleştirerek cuntacılara rağmen oluşmasıdır.”
'Devrimcilerin hiç görmediğim kadar giyimine özen gösterirdi'
“Saffet ile ilişkime gelince... Sanki on yıldır Saffet ile tanışıyormuşuz gibi hissederdim veya tahayyülüm böyle idi. Ama düşününce Saffet askeri liseden değildi ve Harp Okulu'nda da ayrı sınıfta idi, sadece yukarda anlattığım bir yıllık süreçte birlikte olmuşuz, yani birlikteliğimiz topu topu bir yıl.
Hava Lisan Okulu'nda öğrenci olduğumuz dönem birlikte olmuşuz. Ama dolu dolu bir yıl. Anlaşılan fazla dolu bir yıl olmuş. Saffet oldukça yakışıklı, özgüveni oldukça yüksek, zeki, paylaşımcı, sportmen bir arkadaşımızdı. Çok bakımlı, temiz, titiz bir insandı, devrimcilerin hiçbirinde görmediğim derecede giyimine özen gösterirdi. En çok garipsediğim yanı bu idi diyebilirim.
Saffet'in garip bir hafızası vardı. Çok iyi de bir satranç oyuncusu değildi, ama şöyle bir olay hatırlıyorum; satrançta bazı problemler vardır, örneğin siyah üç hamlede mat eder gibi... Böyle bir bulmaca ile uğraşmıştık ve çözememiştik, 15 civarı taş vardı problemde, kitapta mı, gazetede mi her neyse... Yarım saat civarı yürüyüş ile okula geldik. Yatakhaneye çıkarken Saffet 'Ben problemli çözdüm' dedi. Herhalde buna 'fotoğraf hafızası' diyorlar. Hiçbir yere bakmadan yatakhanede taşları dizdi ve çözümü gösterdi, yani taşların dizilişi hafızasında ve yürürken problemi çözmüş.”
Ali Kırca'nın kaleme aldığı bildiri ve Ömer Laçiner'in anısı
Nevzat Yüce’nin yukarıda sözünü ettiği Denizcilerin bildirisi; gazeteci Ali Kırca tarafından kaleme alınan, imzacıları arasında Sarp Kuray’ın da bulunduğuve ve imzacı sayısı 110 olmasına rağmen basında “69 subay” bildirisi olarak anılan 16 Aralık 1969 tarihli bildiridir. “Gerici çevrelerin orduya karşı başlattıkları iftira ve karalama kampanyalarına ve öldürülen Vedat Demircioğlu ve Taylan Özgür adlı devrimci öğrencilerin katline karşı” Kemalist özlü bir tepki metnidir.
Birikim Yayınları Genel Yayın Yönetmeni ve Birikim dergisi kurucusu Ömer Laçiner, Saffet Alp'in Harp Okulu yılları ve THKP-C’den arkadaşıdır. Teğmenlik zamanlarında da görüşürler. Laçiner bize Alp'i anlatırken bakın neler söylüyor:
“Çok güzel ud çalardı. Çok şık giyinirdi ve giyimine özen gösterirdi. Bazı akşamlar bir araya geldiğimizde uduyla sanat müziği çalar, şarkılar söylerdik. Aslında o yıllarda bu çok olağan bir durum değildir, devrimci müzik, marşlar sert bir anlayış egemendi, ama biz yine de çalar, söylerdik. Çok yakışıklı ve zeki bir insandı, çok da iyi bir militandı. Teğmen maaşımız iyiydi, ama teşkilat işlerine verdiğimizden boğazımızdan geçmezdi.”
Mezuniyet yıllığından: Her yıl iftihara geçer
Hava Harp Okulu mezuniyet yıllığında Saffet Alp için şunlar yazılı:
“II. kısmın meşhur leblecisinin Kayseri’li olduğunu duyunca neden pastırma değil de leblebi diye bir şey aklınıza takılabilir. En mutlu anlarında bir yandan cümbüş çalıp bir yandan da leblebisini yemekle ün yapmıştır.
Saffet’in hayatına yön veren bazı prensiplerden bahsedelim size: 'İnsan kendi kaderini kendi yaratır' tezini savunur ve şöyle ilave eder: “Verilmez alınır.”
Ortaokuldan beri kötü bir itiyadı var bu arkadaşın. O da her yıl iftihara geçmek. Her yıl sınıfının birincisi olarak gelmiş Harbiye'ye. Ancak bu muazzam ineklemesine ve Tb ikinciliği gibi parlak bir derece almasına rağmen etrafını gören nadir yeşilliklerdendir. Memleket gerçeklerine değinen eserleri - fırsat bulursa - okumadan edemez. Mavi renge tutkusu vardır. Ancak yeşil gözlü kızlardan daha çok hoşlandığını söyler.
Saffet’in en çok kullandığı kelimeleri ise şöyle sıralayabiliriz. 'Keriz…Keriz…Keriz.'
Bir de II.kısım kıdemlisi olduktan sonra 'mütalaada mıyız, nerdeyiz arkadaşlar. Ders çalışılmıyor gürültüden.' Kısım da susardı bu sözler üstüne. Tabii bu susuş, Saffet’in ders çalışabilmesi için olurdu.
Saffet’e askerlik hayatında ve özel yaşantısında başarılar….”
'Biricik kardeşim, ümidim sensin sevgilim...'
“Sakın geç kalma erken gel”, “Kalbimin sahibi sensin, orda yalnız sen varsın”, “Avuçlarımda hâlâ sıcaklığın var”, Makber” ve “Açık bırak pencereni örtme perdeyi bu gece...”
Kız kardeşi Fikret, abisinin en sevdiği şarkıları böyle sıralarken, “Bu şarkıları abim sık sık ud çalarak söylerdi, ama Makber’i özellikle çok güzel okurdu” diyor.
Saffet Alp'in 7 Aralık 1968'de İzmir'den kız kardeşi Fikret Alp'e yazdığı mektup, ilişkileri ve Saffet hakkında ipuçları veriyor. Fikret Alp'in izniyle “ağabey” Saffet Alp'in mektubunu paylaşıyoruz:
Biricik kardeşim,
Mektubuna geç cevap verdiğim için kızmadın ya. Çok ama çok meşgulüm bugünlerde. Seni de öylesine özledim ki; şu anda Kayseri'de olmak isterdim. Ümidimin sen olduğunu biliyorsun değil mi sevgilim.
Her şeyde başarılı olacaksın. İlk önce talebelikte. Sonra sosyal insan kişiliğinde. Ruhun için kitap okuyacaksın, ama sistemli. Seninle yakında bir anlaşma yapacağım zaten.
Sana her gün pardon her ay bir kitap alacağım. Ve okuyacaksın. İki kitap almıştım senin için, fakat gönderemedim. Onları getiririm yakında.
Burada sabahtan akşama kadar İngilizce görüyorum. Bir de İngiliz arkadaşlarla tanıştık. Kız değil canım, erkek. İngilizce'yi iyi öğrenmek için. Şimdilik anlaşıyoruz.
Her gün altı saat İngilizcemiz var ayrıca her gün bir de İngilizce film seyrediyoruz. Bu gidişle herhalde öğrenebilirim. Sonra da sana öğretebilirim.
Seni öğretmen okulundan sonra üniversitede okutacağımı biliyorsun herhalde. Bundan vazgeçmek veya ... yok. Bir gün babam ağabeylerimle bana söz verdirmiş ve imzamızı almıştı, bir daha sınıfta kalmayacağımız hakkında. Onu ben hâlâ hatırlarım. Çünkü söz vermiştim babama. Sen de unutmayacaksın.
Derslerinde her zaman başarılı olacağını biliyorum. Ayrıca arkadaşlarının arasında çok dikkatli, efendi ve ağırlığını onlar üzerinde hissettirerek arkadaşlık yapacaksın. Herhangi bir mevzu olduğu zaman senin fikrini almak ihtiyacında kalmaları lazım. Anlıyorsun değil mi?
Fikretçiğim şu anda geniş bir muhite sahibim. Başta bütün üniversite gençliği, gazeteciler ve yazarlar.
Benim Göksenin'le olan basit ilgimden dolayı oldu. Yaz gelsin zaten seninle bir Ege gezisine çıkacağım.
Ama o zamana kadar en az 60 kg.a düşmen lazım. Çünkü beni biliyorsun yakışıklıyım. Senin de öyle olmaz lazım, denize gireriz, sonra gülerler sana, ona göre. Şimdi kilonla nasılsın? Şişman olmanın cezalarını arkadaşlar arasında çekiyorsundur.
Hikmet'e söyle ben gelene kadar bol kitap okusun, gelince soracağım. Geleceğimi eve söylemeyin sakın. Mektubu için ona teşekkür ettiğimi söyle, ayrıca bir mektup yazmayacağım.
Ağabeyime ve anneme, ebeme, dedeme de bol bol selam söyle. Anneme de yazı yazmayı öğret hafta sonlarında da mektuplaşalım onunla da.
Evleneceğiz falan tabii bunu özel olarak yazmak konuşmak lazım, ama öğrenmiyor yazı yazmayı. Sonra sormadan evlenirim o zaman suç kalkar benden. Ona göre.
Sana her şeyde başarılar diler gözlerinden doya doya öperim.
Saffet
İlhan Selçuk, Aziz Nesin, Doğan Avcıoğlu, Çetin Altan etkisi
Ülke sorunları ve çözüm önerilerinin tartışıldığı Göksenin'de Saffet Alp de bir yazı yazar. “Türk Düşünüşünün Batılılaşma Eylemleri İçerisinde Evrimi' başlığıyla yayımlanan yazı için “Türk inkılabına bakışlar” (Peyami Safa), “Tarihte Türkler için söylenen büyük sözler” (Turhan Tan), “Batıcılık, ulusçuluk ve toplumsal devrimler” (Niyazi Berkes), “Kültür emperyalizmi” (Pertev N. Boratav, Abidin Dino, Ferit Edgü) kaynaklarından yararlanır.
Harbiye'de o yıllarda öğrenciler arasında Deniz Harp Okulu öğrencilerinin yayımladığı bir bildiri çok etkili olur. Saffet Alp ve arkadaşları o dönemde İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, Niyazi Berkes, Aziz Nesin, Çetin Altan, Nazım Hikmet okurlar ve etkilenirler. Yavaş yavaş okul içinde siyasi ve entelektüel yakınlaşmalar başlar.
Pilot olamayacağını öğrenince baygınlık geçirdi
Pilot olma amaç ve arzusuyla Hava Harp Okulu'na gelen Saffet Alp'in bir eğitim uçuşunda erken manevra yapması kurul tarafından değerlendirilir. Hocaları “Üzülme en fazla bir uyarı alırsın” deseler de kurul toplantısı sonunda Safft Alp'in pilot olamayacağı kararı alınır. Kapı önünde heyecanla bekleyen Saffet Alp, kararı öğrenince moral çöküntüsü ve üzüntüden baygınlık geçirir.
Fikret Alp, bu kararın “kasıtlı ve gözdağı verme amaçlı olduğunu” düşünüyor.
Okul yaşamında çok başarılı bir öğrenci olan Saffet Alp Harbiye'den ikincilikle mezun olur. Mezuniyet töreninde Süleyman Demirel, anane Saffet Alp'in koluna bir saat takar, mezuniyet hatırası olan kol saatinin arkasında Süleyman Demirel imzası vardır. Bir de fotoğraf çektirir Demirel, okul ikincisi teğmenle.
Saffet Alp hava savunma subayı ve füzeci olarak son birliği olan İstanbul'daki 15. Füze Üs Komutanlığı'nda görev yapar.
Nazan Alp, Saffet Alp'in ardından intihar eder
İzmir’de yabancı dil kursunda iken bir müzik grubunda ud çalar. Bir akşam bir kolejin okul sonu balosuna davet alırlar. Yakışıklılığı ve ud çalmadaki mahareti ile dikkatleri toplayan Saffet’in dikkatini narin yapılı güzel bir kız çeker. Aşık olurlar birbirlerine ve evlenirler. Nazan Alp, kocası Saffet’e hayrandır, sürekli sosyalizmle ilgili el kitapları okuyarak kocasına kendisini ne kadar geliştirdiğini gösterme çabasına girer.
Nazan da Saffet Alp ile birlikte THKP-C’li olur, mahkemelerde yargılanır, cezaevlerine düşer. Kızıldere olayını duyunca sinir krizleri geçirir, elini kolunu parçalar, ruhsal dengeleri bir daha düzelmemek üzere bozulur, zarif ve kırılgan kişiliği, bu yükü daha fazla taşıyamaz , sonunda taparcasına sevdiği kocasının ardından intihar ederek yaşamına son verir.
Saffet Alp, THKP-C dönemiyle beraber, Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü kurucusu ve üyesi olmak suçundan aranmaya başlayınca kaçaklık ve illegalite dönemi başlar.
İsrail'in İstanbul Başkonsolosu Elrom'un kaçırılması ve öldürülmesi olayı, ardından 12 Mart döneminin Başbakanı Nihat Erim’in başlattığı “Balyoz harekâtı” ile bütün İstanbul'da tespit edilen evler aranır. Çember iyice daralır, Ulaş Bardakçı baskın sırasında kaldığı evde kalbura çevrilerek öldürülür, Ziya Yılmaz ağır yaralı olarak yakalanır. Bunun üzerine Mahir Çayan ve arkadaşları parti parti Ankara’ya geçerler. Saffet Alp de Ankara’ya gider.
Saffet Alp'in Harbiyeden, teşkilattan ve THKP-C’den yakın arkadaşı Tamer Hazer anlatıyor:
“Arkadaşları İstanbul’dan Ankara’ya nakil işini babama ait bir akaryakıt tankeri ile gerçekleştirdik. Ankara Esat semtinde bir fotoğraf stüdyosunun alt katında saklanıyordu Saffet, orada görüştüm kendisiyle, sonra da işte Kızıldere’den ölüm haberleri geldi.”
Saffet Alp firar sırasında “Cengiz Aker” ismini kullanmaktadır, karısı Nazan ise cezaevindedir.
Peşlerindeki grubu MİT'çi Mehmet Eymür ve Hiram Abas yönetmektedir. Öyle peşlerindedirler ki, Mehmet Eymür, “Baskın yaptığımız evden 5-10 dakika önce çıkmış oluyorlardı, daha içtikleri çay bardaklarında duruyordu” diyor anılarında.
Demirel'i kaçırmak için keşif
Bir yanda baskınlar, bir yanda barınma imkânlarının iyice daralması, bir yanda da Deniz’lerin idamının durdurulması için büyük bir eylem planı ile araştırma yaparlar. Artık o durumdadırlar ki, Süleyman Demirel’in kaçırılması dahi düşünülür ve keşif için son derece sakıncalı olmasına rağmen Mahir Çayan ve ve Ertuğrul Kürkçü Demirel’in evinin bulunduğu Güniz Sokağı çevresinde dolanırlar. Bu eylemin gerçekleşmesinin imkânsız olduğuna kanaat getirerek vazgeçerler. Mahir Çayan'ın çok önceden Karadeniz'le ilgili planları zaten kafasında vardır. THKP-C militanları, henüz olaylar bu aşamaya gelmeden evvel zaten Karadeniz'de hem kitle çalışmaları, hem de gerilla eğitim çalışmaları yapmıştır.
Karadenizli militanlardan Ertan Sarıhan Ankara’ya geçerek Mahir Çayan'ların bölgeye gelmesini ister. Uygun görülür. Bir kısmı kamyonla Karadeniz'e yollanır. Sabahattin Kurt kendi imkânlarıyla geçer Fatsa’ya.
Sonrası malum; Ünye Radar Üssü'nden iki İngiliz ve bir Kanadalı teknisyenin kaçırılması, Kızıldere'ye geçiş ve 30 Mart 1972'deki katliam.
'Oğlum, yaralıyken bile aman dilemedi onlardan'
Saffet Alp'in cenazesi, aile tarafından alınıp Kayseri’ye getirilir. İmam cenazeyi yıkamak istemez “Anarşik komünistlerin cenazesi yıkanmaz” diyerek. Gelen uyarılar üzerine müftüye danışır ve yıkama işlemi yapılır. Cenaze Pazarören’e getirilir, ama daha cenaze gelmeden lise öğrencilerinin okuldan çıkması yasaklanır. Cenaze törenine katılımın engellenmesi amaçlanmaktadır. Ama öğrenciler duvarları aşarak mezarlığa gelir ve Saffet Alp'i bir sevgi çemberine alırlar.
Harp Okulu'ndayken yaz aylarında eve geldiğinde Saffet Alp annesine sık sık dedesi Hamdi Alp’i çok özlediğini söyler. Hamdi Alp, Pazarören’deki mütevazı bir mezarlıkta yatmaktadır. Saffet de o çok özlediği dedesinin yanına defnedilir.
Hafif esintili bir bölgede bulunan mezarlıktaki gösterişsiz, sade görünümlü bir mezarda yatan oğlunun mezarını elleriyle okşayarak konuşan annesi Arife Alp, “Mezarın başucuna mevsimi geldiğinde vişne ağacı ekelim” diyor.
Mezarın başında sohbet ettiğimiz Arife Alp'e “Neden vişne ağacı Arife anne” diye soruyorum. Saffet Alp'in bugün 85 yaşında olan annesi “Saffet’im vişneyi çok severdi” diyor, “elindekini de paylaşırdı hep. Vişne ağacı ekersek hem Saffet’imin hatırası için iyi olur hem de vişne çıktığı zaman çocuklar, mezarlığa gelen ziyaretçiler koparır yerler, oğlum mezarında sevinir.”
40 yıldır unutamadığı evlat acısını yüreğinde bölüşen bir gururla bir şey daha söylüyor Arife Alp; “Benim oğlum yaralıyken bile aman dilemedi onlardan.”
“Benim oğlum yaralıyken bile aman dilemedi onlardan!..”
Yarın: Aileler anlatıyor / Ahmet Atasoy