27 Mart 2018

“Müesses nizam”

Herhangi bir müesses nizamın, en iyisi bile, matah bir şey değildir; ama belirli koşullarda “gelenin gideni aratması” da oldukça sık rastladığımız bir durumdur

AKP iktidarının Türkiye’nin “müesses nizam”ını parça parça sökmesinden söz etmiştim –Doğan Medya’nın satılması bağlamında.- Bugün de aynı konu üstünde duracağım.

Bu “sökme” işlerini, neyi değiştiriyor ve toplumsal yapıyı nereye kadar değiştiriyor sorularından başlayalım. El-cevap: Ülkenin “iktidar bloku”nu ve “iktidar olma tarzını” değiştiriyor.

Ancak, bunları yaparken, kendisi de değişiyor.

Onun içindir ki 2002’de seçim kazanan AKP’nin “ileri gelenler” listesinden, Tayyip Erdoğan dışında kimse kalmadı bugüne.                 Bugün “Reis”in yakın çevresinde görünenler ise 2002’de “görünür” değillerdi.

Bu, partinin içinde göze çarpan değişim; parti dışındaki “ittifaklar manzumesi” bunu tamamlıyor. “Yeni” iktidarın bir omzunda Bahçeli ve MHP, öbür omzunda “ulusalcılar” tünemiş durumda. “Nereden nereye?” denecek bir durum.

AKP’nin iktidardan dışarı ittiği kesim, -Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Türkiye’nin kaderini belirleyen kesimdir, demek herhalde yanlış olmaz- önce “tek-parti” rejimiyle 1960’tan itibaren de “Atatürk yolundan çıkıldı” gerekçesiyle kendine meşruiyet bulan askeri darbelerle ülkenin rotasını çizme ayrıcalığını elinden bırakmayan kesim. Böyle bir rejimin kurulmasından AKP’nin seçim kazanarak iktidara gelmesine kadar seksen yıllık bir süre geçmiş; bu süre içinde elbette toplum değişecek, sınıf ve tabakaların hayat tarzı, maddi gücü ve etkisi v.b. birçok şey değişecek. Zaten AKP’nin 2002’de iktidar olması ve bunu bugünkü konumuna kadar getirmesi de o değişimin bir parçası.

Bu seksen yıllık aparat sonuna gelmişti. DP-AP-ANAP çizgisinin verdiği yer bu tükenmişliğin bir göstergesiyse, o aparatı herhangi bir yerinden aşamayan, tersine onun kalıcılığı için mücadele eden CHP de öbür göstergedir. Hatta 28 Şubat “post-modern” darbesinden sonra “Sarıkız”dı, “Ayışığı”ydı, yerinden yekinemeyen Silahlı Kuvvetler de işlerin eskisi gibi devam etmediğinin ve edemeyeceğinin bir göstergesiydi.

“Aparat değişmedi” ise, bana göre bu, demokratik ve sol diyeceğimiz bir yöntemle, böyle bir yönde yapılmalıydı. Ama toplumda böyle bir sol yoktu.

Bunun neleri içerdiğinin ayrıntısına burada hiç girmeyeyim. Kestirmeden, işin özü şu: İktidarın, yetkilerin, kararların ve inisiyatiflerin topluma doğru aktarılması; iki kelimeyle toplumun “muktedir kılınması.” Ama bu AKP’nin amacı değil, yaptığı iş de bu şekilde tanımlanamaz. AKP, “iktidar-toplum” ilişkisini değerlendirmeksizin, iktidar blokunu kendi kadrolarıyla doldurma uğraşında. Ama bunu, topluma “Bakın, sizin istediklerinizi yapıyorum” diyerek yürütüyor. Ama, tabii toplumun ne isteyeceğini de kendisi belirliyor.

AKP, “total iktidar” peşinde. Cumhurbaşkanı-Meclis-Yargı kurumlarında dünyanı başka yerlerinde (demokratik olmayan yerlerinde de) benzeri görülmemiş uygulamalarla bir iktidar tekeli kurdu ya da kurma yolunda önemli adımlar attı. Şimdi “Devletin İdeolojik Aygıtları” tarafına yöneldi. Kendi kadro yetersizliğini de yeni ittifaklarıyla gidermeye çalışıyor. Bu gibi ittifaklarda “büyük nicelik” çok avantajlıdır. Onun öbürlerini eritmesi daha kolay olur. Şu anda Erdoğan “kurt” sinyalleri çakarken SA’ları “Ya Allah! Bismillah! Allah-u Ekber!” diye MHP ile özdeşleşmiş slogan haykırıyor. Yani MHP’nin AKP’yi ideolojik düzeyde kendine uydurduğunu düşündürecek davranışlar. Ama uzun vadede bu dengenin tersine dönmesi beklenir.

Alman Birliği’ni Prusya kurmuştu. Bunun sonucunda Prusya Kralı ( Kösnig) Alman İmparatoru (Kaiser) oldu. Başnazırı Prusyalı Junker Bismarck, Genelkurmay Başkanı bir başka Prusyalı Moltke’ydi. Ordu tam bir Prusya hegemonyası içindeydi. Bu yapıyı “sosyal-demokratlar” yukarıda söylediğim gibi iktidarı topluma yayacak şekilde dönüştürmeyi başaramadılar –böyle bir teşebbüs de etmediler.- “Almanya’nın efendisi Prusya” yapılanmasını sona erdiren Hitler oldu. –Anti-elitist- Hitler.

İtalya’nın birliğini ise Sardunya Krallığı kurdu. Bu işin mimarı Cavour  sağ-liberal bir politikacıydı. Ne Mazzini’ye, ne de Garibaldi’ye yakındı. Sağ-muhafazakâr bir iktidar bloku kurdu. Yani, İtalyan toplumunun zaten ayrıcalıklı kesimlerinin iktidarını; kuzeyin burjuvazisiyle, güneyin büyük toprak sahipleri. Bu “iktidar bloku”nu işlemez hale getirmek de Mussolini’ye düştü.

Muhtemelen başka örnekler de bulunur, ama bu ikisi, “müesses nizam”ın sağdan yıkılmasının oldukça belirgin örnekleri.

Herhangi bir “müesses nizam”ın, en iyisi bile, matah bir şey değildir. Ama belirli koşullarda “gelenin gideni aratması” da oldukça sık rastladığımız bir durumdur.

Yazarın Diğer Yazıları

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?