18 Aralık 2023

"Ilımlı sağ" nereye gitti?

Anadolu burjuvazisiyle birlikte yıllardan beri büyük kentlere göçüp yerleşen yoksul kesimi de hesaba katmak gerekiyor. Bunlar da Tayyip Erdoğan’ın “yerli ve milli” sınıflamasına uyuyorlar. Böylece AKP kendi içinde paradoksal bir sınıfsal ittifak taşıyor: denebilir ki parayla en fazla tanışık kesimle en az tanışık kesimin ittifakı

Türkiye’nin siyasi tarihinin son yirmi, otuz yılında gerçekleşen bir yenilik "orta sağ"ın sahneden silinmesi oldu diyebiliriz. Bir toplumun siyasi hayatında çok önemli bir değişim bu.

"Sağda ne olduğu, neyin değiştiği bir solcu olarak seni neden ilgilendiriyor?" diye sorabilirsiniz. İlgilendiriyor, çünkü hasmınızın kimliği, varoluş tarzı, siyaset yapma üslubu aynı şeylerin sizin cephede alacağı biçimi de önemli ölçüde etkiler, hatta belirler.

Sağ, bütün dünyada, normal olarak, kurulu düzenin ürünüdür ve kendini onun sahibi olarak görür. Türkiye "cumhuriyeti"nin kuruluşunda böyle olmamıştır. Daha doğrusu, yeni düzenin erken aşamalarında böyle olmakla birlikte tarihi süreç içinde "kurucu" CHP Türkiye koşullarında "sol" olmayı (belki "görünmeyi) seçti ve toplumda da böyle kabul edildi. Bundan önce, "çok-partili" rejime geçildiğinden beri "sağ" olarak ortaya çıkan çizgi, Demokrat Parti, sonra da onu devam ettiren partiler, hegemonyalarını kurdular. Türkiye, seçimden "sağ" bilinen partinin zaferiyle çıkmasının normal karşılandığı bir ülke oldu. Ancak bu arada, "sağ" içinde, ciddi değişimler oldu.

12 Mart bir önemli noktadır, önemli değişikliklerin başlangıç noktasıdır. 27 Mayıs sarsıntısından sonra, Demokrat Parti’den boşalan yeri doldurmak üzere başlayan yarışı Adalet Partisi kazanmış, kendini DP’nin meşru mirasçısı olarak kabul ettirmişti. 1965’te seçimi açık farkla kazanmıştı. 1969’da "kim mirasçı?" sorusunun cevabı belli olmuştu. Ama 1973’te işler karıştı. Önemli yenilik Milli Selamet Partisi’nin varlığıydı. İdeolojisinde İslamcı ögeler ağır basan kesim bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı.

Hükümet olmadan iktidar olabilen (ordu sayesinde) Kemalist kesime olduğu kadar, sağın "şemsiye" partisine hayat veren DP-AP çizgisine de "Ben kendi ayaklarımın üstünde buradayım" diyordu. Öte yandan, Demokratik Parti de kurulmuştu. Sağda, daha ileriki yıllarda artarak devam edecek ayrışma, en azından AP’nin kuruluş çabalarında kendini göstermişti. Saadettin Bilgiç, Demirel’e karşı daha "alaturka" bir sağcılığı temsil ediyordu. Ama o günlerin, o çatışmaların AP’lileri Demirel’i tercih ettiler. Bilgiç ise "Yön" gibi sol yayın organlarını dolaşıp Demirel’in Mason olduğunun belgelerini göstermekle meşguldü.

Demirel, 12 Mart sonrası durumda, "birinci parti" olma ayrıcalığını Ecevit’e kaptırmış olarak, kaybettiği oyları geri kazanmaya çalışmaktan geri duracak değildi. Bunu ne gibi araçlar veya "silahlar"la yapacaktı? Oldukça bayağı bir "anti-komünizmi" seçti. Bu onu ve sağı "Milliyetçi Cephe" çizgisine kadar götürdü. Demirel kariyerinde o güne kadar edindiği "liberal" ögeleri "yaprak dökümü" gibi döktü üstünden. Bir biçimde, "Ben varken Bilgiçler’e ihtiyacınız yok" demiş oldu. MHP’yi de kucaklamaktan sarfınazar etmedi. En gönülsüz olduğu, MSP çizgisine kucak açmaktı ama bunu da yaptı.

Bütün bunları yaptı ama 12 Eylül’ü savuşturamadı. Kenan Evren’in bizleri terbiye ettiği yıllar boyunca sağ yeni dönüşümler geçirdi. Büyük bölünme, Demirel ile Turgut Özal’ı karşı karşıya getirdi. Özal, toplumun belirli kesimlerine "Bu adam bizden" dedirtmekte daha başarılı çıktı.

Dolayısıyla sağın önemli bir kısmını aldı götürdü. Özal kendi dilinde "dört eğilimi birleştirmek"ten söz ediyordu ama belirleyici başarısı sağın önderliğini kapmak oldu. Bu zaferi mutlak değildi elbet. Demirel ve onu izleyenler direniyordu. Ama başında Tansu Çiller’in bulunduğu bir direnişin ciddi bir direniş olduğu herhalde söylenemez. Kişilerden bakacak olursak, Hüsamettin Cindoruk gibi bir önderi seçmeyi başaramayan bir sağ liberal de olamazdı. 

Özal ve Demirel cumhurbaşkanı seçilmeyi başardılar ve böylece belirli bir şan-şeref aylasına sarınmış olarak politikadan çekilmiş oldular. Onlardan sonra partileri tutunamadı. Türkiye yüzyılı İslamcı çizgiyle (ben buna "Milli Sebat Partisi" diyorum) kapattı. İki binde gözümüzü AKP ile açtık. "Post-modern darbe"yi yapanlar bunu yaptılar ama düşmanı oldukları çizginin başarısını engelleyemediler.

Siyaset bilimi kuralıdır: bir toplumda "iktidar bloku"nu oluşturan güçler arasında önceden pek bilinmeyen biri "zuhur" etmişse, bloktan biri de büyük bir ihtimalle yerinden edilmiştir.

İktidar blokunda -görünen o ki- eski "Kemalist küme" yok. Bunu söylerken Kemalizm’le "makul" denecek bir ilişkisi olan kitleleri kastetmiyorum: Kemalizmi bir din gibi yaşayan ve darbeciliği savunan kesimden söz ediyorum. Bunlar direndiler ve kaybettiler. Peki, kim kazandı?

AKP çizgisi, belirli kayıplara uğramasına rağmen, şu son seçim dahil, iktidara tutunmayı başarmış gibi görünüyor. Ama onun dayanağı nerede? Hangi güçler bu iktidarın devamından yana?

Ben bunun ağırlıkla Anadolu burjuvazisi olduğu kanısındayım. Seçim sonrasında yayımlanan oy dağılımı haritalarında da durum böyle görünüyor zaten. Anadolu burjuvazisiyle birlikte yıllardan beri büyük kentlere göçüp yerleşen yoksul kesimi de hesaba katmak gerekiyor. Bunlar da Tayyip Erdoğan’ın "yerli ve milli" sınıflamasına uyuyorlar. Böylece AKP kendi içinde paradoksal bir sınıfsal ittifak taşıyor: denebilir ki parayla en fazla tanışık kesimle en az tanışık kesimin ittifakı. Ama bu arada ufak sermaye sahibi ve ideolojik düzeyde AKP’ye yabancı olmayan kesimleri de hatırlamalıyız; onlar da, teşvik vb., bugünkü durumdan memnun olanlar arasında. Bu koşullarda AKP’nin en büyük düşmanı muhalefetin davranışlarından çok, kendi yanlış politikaları. Ama onların da arkası gelmiyor. Ciddi bir iktidar şımarıklığı yaşanıyor.

Ekonomik-sınıfsal olgular her zaman olduğu gibi uzun vadede belirleyici; ama ön planda, göz önünde, çelişkiler, tavır alışlar "hayat tarzı" alanında birikiyor, düğümleniyor. Buna göre, üçlü bir yapısı var toplumun: a) dindar kesim; b) seküler hayat yaşamaktan yana olan kesim; c) Kürtler. Aslında Kürtler de aynı zamanda ilk iki kesim arasında ayrışıyor, birinde ya da öbüründe yer alıyor.

Karmaşık bir durum. Gelişme, yönelme ihtimalleri bir değil, beş değil. Yüz küsur yıl önce yapılıp bir karara bağlanması gereken hesabı bunca yıldır kapatamadık; bu işi yapmak bugüne kaldı. Onun için çok çetin bir dönemeçteyiz.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?