Tayyip Erdoğan, "Avrupa'da hoşgörüsüzlük veba gibi yayılıyor," demiş. Kendisi "Hainler Mezarlığı" diyen tabelaların asıldığı bir ülkenin, bu tabelaları asanlarca el üstünde tutulan Cumhurbaşkanı. Avrupa'daki "hoşgörüsüzlük" ne? Göçmen fobisi. Avrupa'nın doğusundan ve güneyinden Avrupa'ya doğru kabaran insan selini durdurma, bu insanların Avrupa içine girmelerini önleme kararlılığı. Böyle bir şey var mı gerçekten? Evet, var. Özürü, açıklaması olmayacak bir biçimde var ve gerçekten yayılıyor.
"Hainler Mezarlığı" ve o kanatta toplanmış binbir ayıpla yaşayan bir toplumun cumhurbaşkanının birilerini hoşgörüsüzlükle suçlaması bir "ironi," bir "paradoks." Ama bugünün dünyası öyle bir iki çelişki, bir iki paradoksla yetinmiyor. Avrupa'nın yabancılara karşı bu hoşgörü (ve insanlık) yokluğunun en anıtsal örneklerinden biri Macaristan'ın sınırına diktiği, dikmeye çalıştığı duvardır herhalde (şimdi yeni bir duvar ustası, Meksika sınırında çalışmaya hazırlanıyor-öncümüz Çin!); bu duvarı diken Macaristan'ın "Başkan"ı örnek aldığı devlet adamının Tayyip Erdoğan olduğunu söylüyor.
Bu paradoks ya da çelişki aslında yalnızca Macaristan'ın başında oturan zat-ı nâ-şerif'le sınırlı kalmıyor. Batı'daki yeni siyasî biçimlenme içinde Tayyip Erdoğan'ın demokrasiyi yok etme girişimlerine karşı en az eleştirel ses çıkaracaklar, yani onu en az rahatsız edecekler, İsliâm konusunda en fazla önyargılı olanlardır. Bunların başında da Trump gelir.
Çünkü herkesin kendine göre bir popülizmi var. Bugünlerde Batı'yı tedirgin edenler Müslümanlar. Dolayısıyla orada yükselen ve yükselmeye devam edecek olan "düşmanlık" doğal olarak karşısında hedef olarak Müslümanları görecek. Ama bu insanlar bir aralık "Polonyalı muslukçu" diye hayalî bir adam hakkında konuşup duruyorlardı. Yarın onların hoşuna gitmeyen bir siyasî düşünce oluşur, bir vakitler komünizmin olduğu gibi, bakarsınız bu yeni düşüncenin "-ist"leri düşmanlığın baş köşesine oturmuş. Bizde Fethullah'ın izlediği kariyer gibi: Sahici Fethullah Gülen, bütün AKP korosunun haykırdığı gibi Pensilvanya'da oturuyor; bildiğim kadarıyla oradan kalkıp Kansas'a veya Oklahoma'ya bile gitmedi; ama Türkiye'nin manevi-zihnî haritası üstünde gitmediği yer kalmadı. En güvenilir müttefikten en ölümcül düşman haline geldi.
Önemli olan "düşmansız" kalmamak. Düşmanın kim olacağı ikincil bir sorun.
Evet, başa dönersek, Avrupa'da yabancı "düşmanlığı" demeyeyim ama "istemezükçülüğü" gitgide yükseliyor. Bunun görünürdeki "neden"lerinden biri radikal İslâmcı örgütlerin 11 Eylül'ü "milât" sayabileceğimiz terör saldırıları, El Kaide, Boko Haram, IŞİD gibi örgütler, bunlara eleman veren kaynakların önemli bir kısmının çeşitli Batı ülkelerinde epey bir süredir yaşayıp yurttaşlık statüsünü kazanmış Müslüman cemaatlerin içinden çıkmış olması.
Ama bu "görünür" neden. "Mazeret." Temelde, terörle ilişkisi olsun olmasın, bu cemaatlerin belirli Batılı insanların gözüne battığını gözlemliyoruz. Son yılların terör olayları olmazdan önce de batıyorlardı, bugün de batıyorlar. "Bizden olmayan" algısı son derece yaygın ve ayrımcılık gerekçesi din değil. İşte, Amerika'da İç Savaş'tan ve bunca yıldan sonra, bu yıllardaki bunca olaydan sonra, yeni boyutlar kazanarak devam eden zenci sorunu...
Tabii bunlara bakarak "hoşgörüsüzlük veba gibi yayılıyor" demek kolay ve doğru bir noktaya isabet ediyor. Gelgelelim, bunu söyleyen kişinin memleketinde "mülteci" statüsü ancak Batı'dan, sınırlarımızın batısında kalan bir yerden gelen kimselere verilebiliyor. Doğudan geliyorsanız, statünüz falan yok, ne idüğü belirsiz bir varlıksınız. Hiçbir hakkınız, güvenceniz yok.
İşin tuhafı, gelenler de hep doğudan geliyor. Belçika'dan, Almanya'dan hattâ Slovakya'dan gelip de "Ben size iltica etmek istiyorum" diyen yok. Bu koşullarda Türkiye göçmen sorunlarının girift yeni sorunlar çıkardığı, sorunlu bir ülke. Avrupa'daki hoşgörüsüzlüğü kınayan kişi ve partisi on dört yıldır bu ülkede iktidardalar. Söz konusu yasa onlardan önce vardı, onlar iktidar oldu, ülkede değişmedik şey kalmadı, ama mevzuat olduğu gibi duruyor.
Macaristan'daki adam, Danimarka'daki adam, Fransa'daki ya da Amerika'daki kadınlar ve adamlar, onlar bu hoşgörüsüzlüğü, bu bencilliği körükleyen, körükledikçe kazanan kişiler. Bakıldığında, ufukta ilk görünen de onlar. Ama onlar durup dururken oraya gelmiş değiller. Onları orada tutan kalabalıklar var. Bu popülist politikacılar aslında bir "ayna"dan farksız. Bir ayna yansıttığı imge üzerinde ne kadar değiştirme imkânına sahipse, onlar da temsil ettikleri kitle karşısında aynı durumda.
Yani, mesele derinde, kitlelere yayılan bir hastalık var. Bu, daha önceleri bir tortu gibi dipte duruyordu. Tortu, gitgide, yukarılara çıkıyor.