10 Şubat 2024

"Başüstüne kültürü"

Tayyip Erdoğan kelimeleri iyi biliyor, yerinde kullanıyor. "Şahsım" derken de böyle, "buyruk" derken de. Onun için "Öyle mi demek istedi? Ne demek istedi?" diye kafa patlatmak gerekmiyor

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan "halkına" teminat verdi. "Yapın" diyecekmiş... Hayır, yanlış oldu—"Yapın" diye buyruk verecekmiş, böyle olunca tabii yapacaklarmış. Koskoca Tayyip Erdoğan buyruk verecek de, buyruğun yerine getirilmemesi ihtimali var mı? Olabilir mi? Elbette olamaz.

Olaylara daha solda bir noktadan bakan TV kanallarının haber spikerleri Cumhurbaşkanı'nın dilini biraz yadırgamışlar -öyle görünüyor. "Buyruk vermek" fazla yukarıdan, fazla mütehakkim gelmiş anlaşılan. Bizim epeydir içinde yaşamaya çalıştığımız, çalıştıkça iyi kötü alıştığımız kültüre göre gerçekten de böyle. Ama bu kültür Tayyip Erdoğan'ın başından beri silmeye, unutturmaya çalıştığı kültür zaten. Hani, her şeyi olabileceği kadar iyi yaptıklarını, ama kültür alanında geride kaldıklarını söylüyor ya, işte o kültürün kırıntılarından biri. Tayyip Erdoğan'ın egemen kılmaya çalıştığı kültürde de önüne gelen adamın uluorta "Buyruk verdim, veriyorum, vereceğim" diye konuşması yanlış, ayıp v.b. olabilir. "Önüne gelen" değil, yalnız Tayyip Erdoğan'ın bu tarzda konuşmaya hakkı var. Bu, o "istenen" kültürde devlet başkanına tanınmış bir hak. Öyle olunca, nasıl "itibardan tasarruf" olmuyor, böyle konuşmaktan da tasarruf olmaz. 

AKP 2002'den beri iktidarda. AKP'nin ideolojisini benimsemiş siyasi partiler bu ülkede iktidara ortak oldular, koalisyonlar içinde yer aldılar. Ama tek başına iktidara gelmek başarısı yalnız AKP'ye nasip oldu. Parti bu başarının hakkını nasıl verecek? Belli: Kendi ideolojisini egemen ideoloji haline getirerek. Onun için "kültür" önemli, sabırsızlanmakta Erdoğan haklı.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Adıyaman'da, "İstasyon talebiniz var. İçişleri Bakanıma da söyledim, Ulaştırma Bakanım da yanımda… Ona da buyruğumu vereceğim." dedi.

Dolayısıyla 2002'den beri AKP memleketi "kendi suretinde" yeniden yaratma etkinliğini sürdürüyor. Bu bir proje ve bir süreç. Ama iş bununla bitmiyor. AKP'nin bu başarısının altında Recep Tayyip Erdoğan'ın koskocaman imzasını görüyoruz. Partisi ve taraftarları da ona eski deyimle ne kadar "medyun-u şükran" olduklarını söylüyor ve gösteriyorlar. Tayyip Erdoğan bir başarı kazandığında o başarının kendi payına düşen "hasılat"ını geri çevirecek bir kişi değil. Dolayısıyla Türkiye'de bir "AKP süreci" varsa bir de "Tayyip Erdoğan süreci" var. Bu iki süreç çok zaman kesişiyor, "aynı şey" dedirtecek biçimde seyrediyor. Ama aslında özdeş değiller.

Genel ideoloji başından beri var, ama o "genel"in içinde "şuna özgü" "buna özgü" versiyonlar da ister istemez var. Biz yetmişli yıllardan beri bunun Necmeddin Erbakan biçimiyle, "Miili Görüş" adı verilen şekliyle karşılaştık, tanıştık. Ama örneğin bir Necip Fazıl "İslamlaşması" yok muydu? Onun da kendine göre motifleri yok muydu? Şüphesiz vardı. Böyle sayabiliriz.

Mısıroğlu versiyonu diyebiliriz, örneğin.

Olmayan ve olabilecek versiyonlar da olduğunu düşünmemiz gerek. 2002'den bu yana AKP'nin kendisinin şaşırtıcı "metamorfozları" var. O süreç içinde AKP'den ayrılan ve Tayyip Erdoğan'ın komutasına ciddi şekilde bayrak açan kişiler var; söz konusu ideoloji ve politik pratik içinde ağırlığı olan kişiler bunlar. Herhalde İslamcı çizginin neleri kollaması, kaale alması gerektiğini Abdullah Gül'e sorsak bir fasıl, Davutoğlu'na sorsak ya da Babacan'a, Karamollaoğlu'na sorsak başka makamdan bir fasıl dinlememiz herhalde gerekir. Tayyip Erdoğan'ınki de böyle ama tarihin oluşumu onu AKP'nin başında Türkiye'de iktidara getirdiği için onun anlatacağı hikâye farklı bir yere oturuyor.

"Erdoğan çizgisi" diyebileceğimiz çizgi içinde Erdoğan'ın -kendi deyimiyle- "şahsının" önemli varlığı hissediliyor. "Erdoğan versiyonu"nda "iktidar" kavramının ağırlığı bir hayli fazla. İslami siyaset çerçevesi içinde "iktidar" konumunun çok "demokratik" olmasını beklemek pek gerçekçi olmaz; ama Tayyip Erdoğan'ın elinin altında olmasını talep ettiği iktidarın yoğunluğu değme "İslami otoriteryanizm" sınırlarını da zorluyor.

Böyle durumlarda insanlar "padişah olmak istiyor" gibi benzetmeler yaparlar. Tayyip Erdoğan, kendisini izleyen bizlere bunun bir mecaz filan olmadığını düşündürüyor. Ve yalnız "istiyor" da değil: görebildiğim kadarıyla Tayyip Erdoğan bunu hak ettiğine inanıyor da.

Türkiye'de siyasetin "kaptan köşkünde" oturmayı başaranlar "iktidar" yerinin gerçekten "kaptan köşkü" olarak görülmesini istemişlerdir. Böyle olunca modern dünyanın ("modern" dediğimize göre bunun "demokratik" olacağını da varsayıyoruz demektir) siyaset ve yönetim teorilerinin içinde en fazla "kuvvetler ayrılığı" ilkesi onlara aykırı gelmiştir. "İktidar" ("kudret") demek "kuvvet" demek. Bu var olan kuvvetlerin bazıları için "Bunlar senin yetki alanının dışında kalıyor: Sen onlara elini uzatma" deniyorsa bu iktidarın iktidar olmasını engellemek demektir.

Örneğin şimdiki kavga: Tayyip Erdoğan bildiğimiz birilerinin hapiste kalmasını istiyor; Anayasa Mahkemesi de bu insanların hapiste tutulmasının anayasaya aykırı olduğunu söyledi. Ey, ne yapacağız şimdi? Tayyip Erdoğan'a göre, seçim yapılmış, halkımız Tayyip Erdoğan'ı "cumhurbaşkanımız" olarak seçmiştir. Ona göre "seçim"in gerçek anlamı budur: belirli bir kayıt kuyut çerçevesinde yetkilendirmek demek değil. Her türlü kayıt kuyutun üstünde yetki kullanmak üzere seçmişlerdir. Bu seçilmiş kişinin iradesini durdurabilecek hiçbir irade olamaz. Tayyip Erdoğan'ın anladığı "demokrasi", yani "İslami demokrasi" budur.

Beğenmezseniz beğenmezsiniz; halkımız beğeniyor -en azından şimdiye kadar fikrini böyle gösterdi.

Tayyip Erdoğan kelimeleri iyi biliyor, yerinde kullanıyor. "Şahsım" derken de böyle, "buyruk" derken de. Onun için "Öyle mi demek istedi? Ne demek istedi?" diye kafa patlatmak gerekmiyor. Hani "merkezi iktidara kendini uydurmayan belediye hava alır" derken de olduğu gibi.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

Yazarın Diğer Yazıları

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?