02 Ocak 2024

Arabistan buğdayları / Seni almaya geldim

Siyasiler topluma kendilerinin yol gösterdiğini varsayarlar. Çok zaman gerçekten de böyledir. Ama toplumun siyasilerine yol göstereceği konjonktürler de olabilir. Örneğin şimdiki durum: "O da var, bu da var" diyor toplum, "Ve birbirlerinin düşmanı olmaları, birinin ötekini yok etmesi gerekmiyor"

Çocukken bu tekerlemeyi söyleyerek oynadığımız bir oyun vardı, hayal meyal hatırlıyorum. Hatırlıyorum da, bu oyunu oynarken "Arabistan" dememizin ne gereği, ne anlamı olduğuna akıl erdiremediğimi de hatırlıyorum. Hele Arabistan'ın "buğday"ının ne işi vardı, kolaysa anla!

Galatasaray ile Fenerbahçe'nin Cumhuriyet Kupası'nın sahibinin kim olacağını belirleyecek maçı Riyad'da oynayacağını, kupayı kimin alacağının Arabistan'da belli olacağını haber aldığımda da benzer bir şaşkınlık geçirdim. Niye yahu? Bu memlekette bu maçı seyretmek (bütün "maç seyretme" atmosferi içinde seyretmek) isteyecek kıyamet gibi insan vardır. Ne ilgisi var? "Arabistan stadyumları / Kupayı almaya geldim" falan...

"Ne ilgisi var?" mı dedim? Olayın arka planı hakkında biraz bilgi olunca "ilgi" ne olabilir, anlaşılıyor. O kadar "anlaşılmaz" bir durum değil. Şu son duruma neden geldiğimizi soran birçoğu, işin para yanına bakıyor ve "üç kuruş" için maçın Riyad'da yapılmasını yadırgıyor. Bence evet, bir para meselesi var. Suudi Arabistan futbol ilgisinin bir popülarite imkanı yarattığının farkındalar (bu "popülarite"nin kendilerinde bulunmadığının da farkında oldukları gibi). Astronomik bedellerle Ronaldo gibi yıldızları "ithal" etmekte olmalarından belli sorunları. Bize de "Gelin maçınızı bizim orada oynayın. Biraz para da veririz" demişler. Ama ben işin yalnız parayla ilgili olduğu kanısında değilim. Türkiye açısından Suudi Arabistan ile siyasi ilişkilerin düzeltilmesi de önemli bir konu olmalı. Kaşıkçı olayından sonra Tayyip Erdoğan ağzını açıp gözünü yummuştu. Söylediklerinde sonuna kadar haklıydı da. Ama Tayyip Erdoğan bilindiği gibi çabuk fikir değiştiren bir siyaset adamı (yığınla örneği var); hele işin içine para etkeni karışınca... Arabistan'ın "buğdayları" bu anlama geliyor olabilir. İş buraya gelince de Kaşıkçı'nın başına gelenler unutulabiliyor. Adamlar yayıntı da çıkarmıyor ev sahibine.

Gene Tayyip Erdoğan açısından bakınca bu olayın Atatürk'lü fanilaya filan uzaması da gerekmiyordu. Ayrıca Suudiler'in hoşlanmadığı şeylerin, "Cihanda sulh" türü sloganların Tayyip Erdoğan açısından çok vazgeçilmez değerler olduğu da söylenemez herhalde. Yani şu maç orada oynanabilirdi pekala. Böyle bir durum hasıl olması beklenmedik, önceden tahmin edilemeyecek bir şeydi. Ulusal simgeler ve daha önemlisi, Atatürk gibi ulusal kişilikler üzerinde böyle bir inatlaşmanın belirleyici olması şaşırtıcıydı.

Bu inatlaşmaya bakıp Suudi Arabistan'a hak vermek mümkün değil. Maçın Riyad'da olması konusunda anlaşmak bu maçın bütün ayrıntılarını Suudi Arabistan'ın düşünüp dikte etmesi anlamına gelmiyor. İki Türk takımı bu ülkede oynayacakları maçta giyecekleri t-shirt'lerinde kimin adının yazılabileceğini Suudi Arabistan yetkililerinden izin almak durumunda olamaz.

Bunların Suudi Arabistan'la herhangi bir ilgisi de yok.

Ama görünen o ki Suudi Arabistan kendinde böyle yetki olduğunu düşünüyor. Sonuna kadar tartışıyor, "Benim dediğimi yapmazsanız oynatmam" deme hakkını görüyor kendinde.

Bu hiç öngörülemeyecek bir tavır mıydı? Bence büsbütün öngörülemeyecek bir şey değildi. Ama maç hakkında son kararı vereceklerin açısından onların bu "titizlik"leri üzerinde kavga edecek bir şey değildi. Sanırım burada doğrudan taraf olan kulüplerin de sorun çıkarmasını beklemiyorlardı.

Kulüpler sorun çıkardı. Herhalde dünya görüşleri çıkarmalarını gerektiriyordu. Ancak bu arada "taban"da, "taraftarlar" arasında çıkacak hoşnutsuzluğun da bilincinde olduklarını tahmin ediyorum. Olayın gelişmesi de doğru bildiklerini, doğru tavır aldıklarını gösterdi. İki takımın bu koşullarda bu maçı oynamalarının imkansız olduğu kararına varmaları büyük destek aldı. Suudi Arabistan dönüşü gördüğümüz karşılama coşkusu gerçekten çarpıcıydı.

Bu duygusal destek Tayyip Erdoğan'a ve çevresindekilere de bir şeyler düşündürse iyi olur kanısındayım. Yeryüzünde eleştiriden bağışık herhangi bir şey olduğunu düşünmem, ama düpedüz düşmanlık eleştiri değildir. Hakaret eleştiri olamaz. Atatürk'e ve yaptıklarına karşı İslamcı siyasetin aldığı tavır ise başından bugüne "eleştirel"in çok ötesindedir. Bu siyasetin sorumlu konumlarda yer alan temsilcileri örneğin Kadir Mısıroğlu diliyle konuşmaktan kaçınıyor, öteden beri Kemalizm'in oldukça ağır egemenliği altında yaşamış Türkiye'de mahkemelik, karakolluk olmaktan sakınıyor. Ama dilinden uzak durdukları bu tip İslamcılar'ın düşüncelerini olduğu gibi paylaştıklarını hepimiz biliyoruz. Şu aşamada da, örneğin Tayyip Erdoğan ağzını açıp iki çift lakırdı etme gereğini duyduğunda Arabistan'ın kullandığı üslubu eleştirmekten tamamen uzak duruyor ve sanki ortaya çıkan durumda herhangi bir sorumluluğu olabilirmiş gibi CHP'ye çatıyor. 

Mustafa Kemal'in eleştiri kaldırır eylemi çok olabilir, ancak hayatı boyunca bu topluma kazandırdıklarını bir yere yığınca ona teşekkür etmeyi gerektiren eylemlerinin çok daha büyük bir toplama eriştiği de görülüyor. Herhalde bu toplumun çoğunluğunun da duyguları bu merkezde ki böyle bir olayda böyle bir ortak tavırla karşılaşabiliyoruz. Bu konjonktür, AKP gibi bir partinin yirmi yıldır üst üste seçim kazanarak iktidar olduğu bir konjonktür -yani körü körüne "Kemalist" olmadığını düşüneceğimiz bir dönem... Ama işte toplumun gösterdiği tepki!

Siyasiler topluma kendilerinin yol gösterdiğini varsayarlar. Çok zaman gerçekten de böyledir. Ama toplumun siyasilerine yol göstereceği konjonktürler de olabilir. Örneğin şu şimdiki durum: "O da var, bu da var" diyor toplum, "Ve birbirlerinin düşmanı olmaları, birinin ötekini yok etmesi gerekmiyor."

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

Yazarın Diğer Yazıları

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?