28 Mayıs 2014

AK Parti: Muhafazakârlığa eklemlenen milliyetçilik

Muhafazakârlık siyasal iktidarın bir kişi veya zümrenin elinde yoğunlaşmasını reddeder. Dayatmacı ve baskıcı bir hal alan otoriter ve totaliter anlayışları kabul etmez

Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Nilüfer Göle, Özal dönemine de atıf yaparken; “Doğrusu ben o tarihten sonra uzlaşmacı olmayan bir siyasetin Türkiye’de kazanamayacağını düşünüyordum. Yanıldım. Uzlaşmacı olmayan bir siyaset bugün kazandı” demiş.

Yanılan sadece o mu?

Değil.

Sıkça yazıyoruz, ben dahil pek çok kişi AK Parti’nin kimlik siyaseti merkez alması, kutuplaştırıcı siyasete savrulması karşısında şaşırdık, yanıldık.

Ama yanılan sadece AK Parti geleneğinin dışından olup, partinin demokratikleşme hedeflerine destek verenler değil.

AK Parti kurulduktan sonra partinin ‘muhafazakâr demokrat’ çizgisinin teorik çerçevesine katkı amacıyla Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan bir kitap yazdı. (AK Parti ve Muhafazakâr Demokrasi, 2004, İstanbul, Alfa Yayınları)

Demokrat değil muhafazakâr

AK Parti; kültürel ve siyasal kimlik olarak muhafazakârlığa; siyaset anlayışının da demokratlığına vurgu yaptı.

AK Parti’nin son yıllardaki siyasal tercihlerine baktığımızda partinin muhafazakâr demokrat kimliğinden, siyaset yapma tarzı olarak demokratlığı devre dışı bırakıp; muhafazakâr kimliğin ana referans alındığı bir yönelim görüyoruz.

Gündelik hayata ilişkin siyasal arayışlarda ve yasal düzenlemelerde karşımıza çıkan bu yönelim, kendi siyasal kimliğini öne alan ve bunu yaparken de çoğulculuğu değil çoğunlukçuluğu, uzlaşmayı değil oy çokluğunu esas alan, kucaklayıcı değil dışlayıcı bir parti pratiği olarak karşımıza çıkıyor.

Empoze edilen muhafazakârlık

AK Parti’nin bu anlayışı, toplumdaki farklı kesimlerin, kadınların, gençliğin, Alevilerin, eşcinsellerin temel hak ve özgürlüklerinin, basın özgürlüğünün, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı sınırlarının adım adım daraldığı bir süreç olarak yansıyor.

Bu açıkçası demokrat bir yönetim tarzından  ziyade  otoriter zihniyete daha yakın bir siyasal tercihtir.

Gezi’de toplumun bir kesimini ‘öteki’ ilan eden AK Parti, 17 Aralık’tan sonra da dinsel referansı aynı, dinsel yorumu farklı olan cemaati de ‘öteki’ ilan ederek Türkiye’yi yöneten parti olmaktan hızla çıkarak, AK Partililerin hükümeti olmaya doğru yol aldı.

Üst kimlik olarak AK Partililik

AK Parti hükümeti ve Erdoğan’ın, Türkiye’ye değil AK Partililere hitap etmesi aynı zamanda bir tür kimlik inşası olarak karşımıza çıktı. AK Parti, izlediği gerilim ve kutuplaşma siyaseti ile çeşitli nedenlerle AK Parti’ye oy verenleri de “AK Partililik” üst kimliği ile homojenleştiriyor ya da insanları taraf olmaya yani AK Partili olmaya zorluyor.

AK Partililiği meşru bir kimlik olarak taşınmasını sağlayan ise eski devletçi söylemdir. Özellikle son on yıl içinde neoliberal politikalar üzerinden üretilen rantın, kurulan dayanışmacı düzen için dağıtılması bu kimliğin kamusallaşmasında en büyük araçtır.

Bu AK Partililik kimliği kamusal alana bir tür milliyetçilik olarak yansıyor.

Köln: AK Parti milliyetçiliğinin görünürlüğü

Bunun sadece Türkiye ile sınırlı kalmadığını son Köln ziyaretinde gördük. Hemen burada Bild Gazetesi’nin Başbakan Erdoğan hakkında attığı manşeti kabul etmenin mümkün olmadığı notunu düşelim.

Başbakan Erdoğan’ın Almanya ziyaretinin gösterdiği birkaç nokta var. İlki Türkiye’deki gerilim ve kutuplaşmanın olduğu gibi Almanya’ya yansıması gerçeğidir.

İkincisi ise Başbakan Erdoğan’ın konuşma yaptığı salondaki sembolik görsellerden Başbakan Erdoğan’ın konuşmasına kadar pek çok unsura bu milliyetçilik yansımıştır. Özellikle ‘muhafazakâr Türk’lük vurgusunun öne çıkması ve Başbakan Erdoğan’ın konuşmasındaki Batı’ya verilen güçlü Türkiye  mesajları yine milliyetçi parti söylemi bağlamda değerlendirmek gerek. Bu milliyetçiliğin baskın unsuru ise Türklükten çok ona şemsiye olan muhafazakârlık ve AK Partililikti.

Salonun içindeki milliyetçi havaya karşı dışarıda tam bir ‘Erdoğan karşıtlığı’ havası hakimdi.

Muahafazakârlığa göre siyaset

Yalçın Akdoğan, kitabının sunuşunda son dönemde bu kadar öne çıkan muhafazakârlığa ilişkin şu tespitleri yapar; “Muhafazakarlığa göre siyaset bir uzlaşı alanıdır. Toplumsal alandaki çeşitlilik ve farklılık siyasal alanda tanınmakta ve uzlaşıya davet edilmektedir. AK Parti’ye göre de farklılıklar tabii bir durum ve zenginliktir. Toplumsal ve kültürel çeşitlilikler demokratik çoğulculuğun üreteceği tolerans ve hoşgörü zemininde siyasete bir renklilik olarak katılırlar. Katılımcı demokrasi de kendisini bu farklılıklara temsil olanağı sağlayarak ve siyasal sürece katarak geliştirir. …

Muhafazakârlık siyasal iktidarın bir kişi veya zümrenin elinde yoğunlaşmasını reddeder. Dayatmacı ve baskıcı bir hal alan otoriter ve totaliter anlayışları kabul etmez. Çünkü siyasal otoritenin (devletin veya hükümetin) sınırlandırılması düşüncesi muhafazakârlığın temel argümanlarındandır.  AK Parti’ye göre de sınırlandırılmayan, keyfiliğe ve hukuksuzluğa olanak sağlayan, katılımı ve temsili önemsemeyen, bireysel ve kollektif hak ve özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter anlayışlar sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır. AK Parti her türlü dayatmacı, buyurgan, tektipçi, toplum mühendisliğine dayanan yaklaşımları sağlıklı bir demokratik sistem için engel olarak görür.

Muhafazakarlığının genel tutumu devleti hukukla sınırlamak ve dogmatik yaklaşımların kıskacından kurtarmak olarak özetlenebilir. Bu çerçevede hükümetin rolü, topluma "tercihler empoze etme gücünü kapsamak olmayıp, barışı korumakla sınırlı"dır. AK Parti’ye göre de hukuk devletinin gereği siyasal iktidarı ve tüm kurumları yasal çerçeve ile sınırlamaktır. Ayrıca devletin ideolojik bir tercihle kendisini dogmatik bir alana hapsetmesi de savunulmaması gereken bir durumdur. Asli fonksiyonlarına çekilmiş, küçük ama dinamik ve etkili bir devlet olmak vatandaşını tanımlayan, biçimlendiren, ona tercihler dayatan değil; vatandaşın tanımladığı, denetlediği ve şekillendirdiği bir devlet olmaktır. ...”

Akdoğan sunuşu şu cümlelerle bağlar; “‘Muhafazakâr Demokrasi’ çalışmasını siyasi hayatımıza mütevazı bir katkı olarak görmek daha doğru olacaktır.  Bu kitabı AK Parti’nin siyasal bir deklarasyonundan çok, muhafazakârlıkla ilgili bilimsel çevrelerde sürdürülen tartışmalardan hareketle yeni bir kavramsallaştırma çabası olarak görmek gerekir.”

O zaman şu soruyu soralım; AK Parti muhafazakâr mı, milliyetçi mi?

Yoksa ikisi birden mi?

@murataksoy

Yazarın Diğer Yazıları

Bu Cumartesi annelerimizi yalnız bırakmayalım

Cumartesi anneleri 500 haftadır kayıplarını arıyor, 500 haftadır adalet arıyor olacaklar...

Erdoğan ve Öcalan pragmatizminin sonu

Son konuşulan yol haritası Kürt sorununun hiç olmazsa seçimlere kadar yönetmeyi hedefleyen zaman kazanma taktiğidir

Siyasetin yeni aracı: Sivil İtaatsizlik

Sokak ve meydanlardaki protestolar da siyasetin bir yoludur. Hep de öyle olmuştur.