01 Aralık 2018

Şehit Nuh Ahmet

Kimileri piskoposun yazlık evinde işkence ile öldürüldüğünü söyledi, kimileri kurşuna dizilip Lefkoşa-Girne yolunda, su kaynağının yanındaki bir kireç kuyusuna atıldığını...

Ozanköy

Biber ağacının altından geçerken,  biber kokusu ve arı vızıltısı.

Biberin salkım salkım çiçeklerinde arılar dolaşıyor. Kasımda biberde çiçek, açıkta arı olmamalı, ama mevsimler yerinden oynadı, neyin ne zaman olacağı yeniden ayarlanmakta.

Favori şarküterim ile yol arasında, kenarlarında narenciye ağaçları bulunan bir yolcuk var. Geçen gün orada burnuma turunç kokusu geldi. Başımı kaldırınca daha olgunlaşmamış meyveler arasında birkaç çiçek gördüm.

İncil, bolluğu tarif eden bir bölümünde hem çiçek hem meyve taşıyan ağaçlardan bahseder, ama ilkbaharda açması gereken çiçekleri görünce aklıma gelen bolluk değil.

Elimde çay fincanım, su depolarının yanındaki banka oturuyorum. 

Üstümdeki dallardan çam kokusu geliyor. Ayaklarım, yığılı çam iğnelerinin yumuşaklığında.

Ve gene olmaması gereken bir şey: Bir sivrisinek. Fırtınada konacak yer arayan helikopter gibi düzensiz hareketlerle uçup etimde kan emecek yer arıyor.

Minarenin mikrofonlarından müezzinin, köylüleri “1963-1974 şehitleri” için köyün girişinde yapılan anıtın açılışına davet eden sesi geliyor.

Köyde birçok sokakta şehit adı var. Benim sokağın adı Şehit Nuh Ahmet. Ada genelinde de sokaklara şehit ismi verildiği için kim olduğunu merak etmemiştim.

Bulutlar güneşi kapatıyor, kısa bir rüzgâr dalları kıpırdatıyor.

Başımı kaldırınca dev bir bulutun köpürerek bu taraflara geldiğini görüyorum.

Sende yağmur var mı ey bulut? Yoksa sadece görüntü ve gürültü müsün?

Bulut hemen cevap veriyor, yağmur damlalarıyla.

Üstümdeki dallardan çam kokusu geliyor. Ayaklarım, yığılı çam iğnelerinin yumuşaklığında

*

Sıcak bir yaz günüydü.

Arkasından tanıdım onu.

Gonca. Gezmelik elbiseleri içinde, kolunda çanta, elinde güneş şemsiyesi.

Arabayı durdurdum.

“Nereye?”

“Mevlide gidiyorum.”

“Atla götüreyim.”

Yanıma oturunca, “Ne mevlidi bu?” diye sordum.

“Abimin. Kayboldu.”

Anlattı:

Rumlar köye saldırmışlar. Birkaç gün çatışma olmuş sonra ateşkes ilan edilmiş. Barış gücünde görevli İngiliz askerleri, “Rumlar izin verdi. İsteyenler köyü terk edebilir, dokunmayacaklar” demiş.

Rumlara güvenmedikleri için köylülerin çoğu gece olmasını bekleyip karanlıkta yalın ayak kaçmış.

“Nuh gündüz gitti. Karısını ve çocuklarını arabaya doldurdu, köyden ayrıldı. Köy çıkışındaki barikatta bekleyen Rumları tanırdı. ‘Bana bir şey yapmazlar,’ dedi. ‘Çocukları emniyetli bir yere bırakıp döneceğim.’ Gidiş o gidiş. Dönüşte Girne’den çıktığı görüldü, köye girdiği görülmedi. Bir daha bulunamadı. Arabası da onunla kayboldu.”

Rumlar bir barikatta onu arabasından çekip almışlardı.

Kimileri piskoposun yazlık evinde işkence ile öldürüldüğünü söyledi, kimileri kurşuna dizilip Lefkoşa-Girne yolunda, su kaynağının yanındaki bir kireç kuyusuna atıldığını.

“Çok zaman sonra babam Hacikosti’ye sordu. ‘Üstünden yıllar geçti, artık bana oğlum nerede, söyleyin.’ Hacikosti, ‘Ne deyim, a Ahmet,’ demiş. ‘Başın sağ olsun.”

Gonca başını çevirdi, pencereden dışarıya baktı.

*

Gonca da öldü.

Köydeki tek ahbabımdı. Benimkinden bir aşağıdaki evde yalnız yaşıyordu. Ara sıra bana kabak çiçeği dolması, soyulmuş mısır inciri getirir, ayaküstü sohbet ederdik.

Ben adada değildim. Bir gece evinde fenalaşmış. Üç gün sonra kız kardeşi onu yerde bulmuş. Hastaneye kaldırmışlar ama o gece ölmüş.

Bazen köyden ayrılırken veya köye dönerken yolumu değiştirip mezarlığın yanından geçiyorum ve ona konuşuyorum.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ağustos böceklerini güldürdüm

Bağırıyorum ama beni bahçede bağırışan ağustos böceklerinden başka duyan yok

Karar ver KKTC kardeş, açılıyor musun açılmıyor musun?

KKTC hükûmeti ise ülke turist akınına uğrayacakmış gibi davranıyor ve herkes için –ziyaretçiler, oteller ve uçak şirketleri– hayatı kolaylaştıracağına zorlaştırıyor