14 Ağustos 2016

15 Temmuz sonrası TSK ve dönüşüm

Dünya ortalamasının 5 katı albay barındıran TSK’daki subay tipleri ve siyasi iradenin tercih seçenekleri...

15 Temmuz gecesinin bu ülkeye verdiği en büyük zararlardan biri de o gece cuntacıların TSK’nın kurumsal dönüşüm konusundaki isteğini ve kapasitesini  çalmış olmaları. 2015 yılı Ağustos ayında iş başına gelen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın kafasında hâlâ kültürü, organizasyonel yapısı, düşünüş ve iş tutuş şekilleri açısından bir Soğuk Savaş makinasını andıran TSK’nın kurumsal dönüşümü için yüzlerce proje vardı. Bu projelerden bir kısmına 2010-2014 yılları arasında ben de destek verdim. 15 Temmuz’dan önce TSK’nın komuta kademesinin bir kurumsal dönüşüm için ne ve niçin yapılmasına dair kafası netti, ancak nasıla dair yöntem arayışı devam ediyordu. İşte TSK içine yuvalanmış FETÖ’cü hainler bu entelektüel kapasite eksikliğini çok iyi görmüş olacaklar ki tam da bu noktaya yüklendiler. TSK’nın kurumsal dönüşüm çabaları içine sızdılar, buralarda yuvalandılar ve kendi gizli ajandaları doğrultusunda kurumun gelecek dizaynına giriştiler.

Şimdi sorum basit: Acaba komuta kademesinin 15 Temmuz gecesi FETÖ’cü hainlerin çaldığı TSK’nın kurumsal dönüşüm ve kapasitesi konusunda kafalarında ne kaldı ve bu konuda artık ne kadar cesaretliler?

TSK’da albay oranı dünya ortalamasının beş katı!

Artık ne yazık ki 15 Temmuz sonrasında TSK’nın kurumsal dönüşümü de politize oldu. Bu konuda kalem oynatmak ideolojik bir pozisyon almadan güç. Konuya ideolojik pencerelerden bakınca da mevcut resmi teknik ve apolitik bir bakış açısı ile incelemek çok zor. Örneğin 15 Temmuz sonrasında TSK’nın bir ‘albay deposu’ hâline geldiğini sorgulayamazsınız. 2015 Nisan ayı itibarı ile TSK’da görev yapan yaklaşık 40 bin subaydan 5 bin 500’e yakınının (yüzde 12) albay olduğunu, özellikle 21 bine yakın subayı olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki albay sayısının 4 bine yaklaştığını, yani her 5 subaydan birinin albay olduğunu bilirsiniz, ancak bu oranının yüksekliğini sorgulayamazsınız.
Modern dünya ordularında, mesela ABD ordusunda her 100 subaydan ortalama 3’ünün, İngiltere ve İsrail ordularında 2’sinin albay olduğunu bilirsiniz. TSK’nın ordu ve üstü karargâhlarında nöbet tutmayan ve pek de iş yapmayan yüzlerce  ‘fotokopici’ albay olduğunu bilirsiniz, ama bu albayların onları da üzmeden nasıl sistem dışına çıkartılabileceğine, subay kadrolarının nasıl gençleştirileceğine kafa yoramazsınız.
Neden mi? Çünkü TSK’daki 85, 86, 87 ve 88 devresi 1500 albayın emekliliğine dair projeyi cuntacı Mehmet Partigöç yaptığı için artık proje de FETÖ damgası yemiştir. Şu an kamuoyundaki hakim anlatıya göre cuntacılar tarafından ‘Atatürkçü albayların tasfiyesi’ söz konusu ise bu proje de rafa kalkmalıdır. Artık kim TSK’dan ‘Atatürkçü albayları’ tasfiye etmeye cesaret edebilir ki? İşte bu ‘aşırı politize’ halin yarattığı baskı altında artık ’TSK’da albayların oranları dünya ortalamasının niçin 5 katı? Acaba subay kadroları nasıl gençleştirilebilir?’ diye tehlikeli sorular soramazsınız.

Veya cuntacı Mehmet Dişli’nin başında olduğu Stratejik Dönüşüm Daire Başkanlığı’nı düşünün. Artık bu daire de ‘FETÖ’cü’ damgası yediğine göre TSK’nın stratejik dönüşümü konusunda kim cesaretle konuşabilir, fikir beyan edebilir ki?

TSK’daki 3 tip subay

Şimdi sorum basit: Bu aşırı politize hâl altında derenin ortasında kalmış TSK nasıl bir kurumsal dönüşüme soyunacak? Ve acaba TSK eski statükoya geri mi dönecek, yoksa  yeni bir dönüşüm süreci ile mevcut hâlinden başka bir ‘şey’e mi dönüşecek?

Bu soruyu cevaplamak için öncelikle kurumsal dönüşüm açısından TSK’nın subay kadrolarını (özellikle generalleri) 3 tipe ayırmamız gerektiğini belirtmeliyim. Bunlar;

1. Simbiontlar: (Yani TSK’ya parazitel bir ilişki ile bağlı olan subay tipi)

Simbiontlar geçmiş hizmetleri nedeniyle büyük bedeller ödediğini ve artık rahat etmesi, sistemin kendisine bakması gerektiğini düşünür. Bu nedenle kurumla arasında tek taraflı parazitel bir ilişki vardır. Statükoyu savunan bu miskin subay tipi için dönüşüm belirsizlik, o da risk ve çok çalışmak demek olduğu için dönüşümden rahatsız olur. Simbiont, dönüşümü toplantılar yaparak, zamana yayarak öldürmeye çalışır. Ölümüne statükoyu savunan simbiontlar ‘Eski köye yeni adet getirmekten’ nefret ederler, ‘icat çıkartanları’ hiç sevmez, bir kaşık suda boğmak isterler. Simbiontlar asla risk almaktan hoşlanmaz ve arşive/öncekilerin ayak izlerine iman derecesinde bağlı kalırlar.

2. Pragmatistler: (Yani TSK’ya karşılıklı faydacılık ilişkisi ile bağlı ancak öncelikle kendi kariyerini düşünen subay tipi)

Pragmatistler kendi şahsi kariyerlerine göre sürekli kurum içindeki değişim/statüko trendlerini takip ederler ve şahsi kariyerleri için en iyi seçenekten yana tavır sergilerler. Politize olmaya da en açık subay tipi olan pragmatistler için kurumun değerler sistemi ve uzun dönemli stratejik vizyonu yerine daha kısa dönemli ve konjonktürel dengeler önemlidir. Bir pragmatist kendi görevi döneminde (yani 2 veya 3 yılda) şahsi kariyeri adına o dönemdeki popüler trende ve kurum içi dengelere göre ya statükocu ya da dönüşümcü gibi görünür. Pragmatistler TSK içindeki popüler trendler, komutan görüşü ve siyasi karar alıcıların yaklaşımlarına göre risk alarak dönüşümcü de olabilir veya riskten kaçınarak statükoyu da tercih edebilir. Ama TSK içindeki pragmatistlerin büyük çoğunluğu riskten kaçınan statükocu davranışı benimser. Çünkü bir pragmatist subay için (örneğin bir  kurmay albay) risk almaktan kaçınan statükocu tavır her zaman kazandırır. Özellikle Balyoz-Ergenekon travması ve 15 Temmuz’dan sonra hakkında hiçbir ihbar mektubu gelmemiş, hiçbir fişleme listesine girmemiş, siyasi tercihini hiç belli etmemiş, adı şu veya bu şekilde internete veya medyaya düşmemiş, hiçbir listede yer almamış bir kurmay albayın bu konumu muhafaza etmesi hâlinde tümgeneralliği garantidir. O halde bir subay için statükoya çapalanmak, tatlıya tuzluya karışmadan, risk almadan ve ‘icat çıkarmadan’ olabildiğince düşük profilli bir pragmatist tavır içinde olmak şu çalkantılı dönemde en kazandırıcı duruştur.

3. Dönüşümcüler: (Yani TSK’nın mevcut hâlinden memnun olmayan ve onu başka bir ‘şeye’ dönüştürmek isteyen subay tipi)

Dönüşümcüler statüko düşmanıdır. TSK’nın mevcut kültürünü, organizasyonel yapısını ve iş tutuşunu sürekli eleştirirler. TSK’nın diğer modern dünya orduları ile kıyaslandığında yarışta geride kalmakta olduğunu (ya teknolojik ya da taktik/teknik açıdan) savunurlar. Aslında TSK’da iki farklı tipte dönüşümcü subay vardır. Bunlar

            a. Öze dönüşçü dönüşümcüler: Kafalarında Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kurucu değerleri (aktif ve dışlayıcı laiklik, devletçilik, milliyetçilik, seçkinci ve aydınlanmacı bakış vb.) temsil eden ideal tipte bir TSK olan öze dönüşçülere göre TSK’nın mevcut hâli bu ideal tipten bir sapmadır. O hâlde yapılması gereken bu sapmadan bir an önce kurtulmak ve öze (yani fabrika ayarlarına) geri dönmektir. Statüko düşmanı olan öze dönüşçülere göre TSK’da önce düzeltilmesi gereken şey zihinsel/ideolojik değerler sistemidir.

            b. İlerlemeci dönüşümcüler: Öze dönüşçüler kadar hayatı dikiz aynasından algılamayan ilerlemeci dönüşümcülere göre TSK’nın mevcut hâli ileriye taşınmalıdır. Genelde öze dönüşçüler kadar meseleye değer-merkezli yaklaşmayan ilerlemeci dönüşümcüler için temel hedef TSK’nın Türkiye içindeki toplumsal değişimler, sivil-asker ilişkilerindeki değişimler ve küresel güvenlik ortamındaki değişimlere göre  dönüşmesidir.

Şimdi bu tipleri daha iyi anlamanız için açayım. Örneğin imam-hatip lisesi mezunlarının TSK’da subay ve astsubay olabilmesine yönelik tartışmayı düşünün. Öze dönüşçü dönüşümcülere göre bu kesinlikle kabul edilemez çünkü bu olursa TSK’nın mevcut hâli kafalarındaki ‘ideal tipten’ daha da sapar.


Simbiontlar bu olaya karşı ilgisiz kalırken, pragmatistler siyasi iradenin ve daha üst komutanlarının duruşuna göre bu uygulamayı destekleyebilir veya karşı çıkabilir.
İlerlemeci dönüşümcüler ise bir fayda-maliyet analizi yaparlar ve bu analiz neticesinde şayet toplumsal değişime çapalanma ihtiyacı değerler sistemine yapışma ihtiyacından baskın geliyorsa imam-hatip lisesi mezunlarının TSK’da subay ve astsubay olarak görev yapmasını olumlu karşılarlar.

Veya başta Kuleli olmak üzere askeri liselerin kapatılmasını düşünün. Öze dönüşçüler her ne kadar askeri eğitim sisteminde reformları desteklese de aslında TSK’nın geleneksel ‘hafıza merkezleri’ olan askeri liselerin kapatılmasına karşı çıkarlar.
Simbiontlar meseleye ‘Bize iş çıkar mı?’ endişesi ile yaklaşır, pragmatistler komutanlarının görüşü ile Sayın Cumhurbaşkanı’nın görüşü arasında bir dengeye oturmaya çalışır, son tahlilde bu iki görüş arasında bir tercih yapmak zorunda kalırlarsa şahsi kariyerleri için en uygun olanı tercih ederler.

İlerlemeci dönüşümcülerse olaya değer-merkezli değil, askeri liselerin askeri eğitim sistemindeki yeri, rolü ve ürettiği katma değeri açısından bakar. Çünkü ilerlemeci dönüşümcüler için fonksiyonel bakış değer-merkezli bakıştan daha önemlidir.

TSK’daki general tipleri


Şimdi konuyu biraz daha karmaşıklaştırayım. Generalleri siyasi tercih/hayat görüşlerine  göre aşağıdaki şekilde sınıflandırmak mümkün.

 

MİLLİYETÇİ

KÜRESELCİ

 

 

SAĞ

 

Mukaddesatçı

 

 

 

Atlantikçi

 

 

SOL

 

            Ulusalcı

 

 

Avrasyacı

 

 

Mukaddesatçı: Genelde dil bilmeyen, yabancı ülkelerde eğitim/görev tecrübesi olmayan, küresel güvenlik ortamındaki gelişmelere ve uluslararası sistemdeki güç değişimlerine kafa yormayan bu general tipi statüko yanlısı ve reaktiftir. Bu tipte çoğunlukla pragmatist, az da olsa simbont refleksler öne çıkar. 1923 öncesine sempati ile bakan dindarlığını/milliyetçiliğini nispeten görünür kılan (örnek oruç, cuma namazı gibi dini pratikleri ihmal etmeyen, kışla içinde tespih kullanma, şiveli ve halk ağzı konuşma gibi yerel davranışlar sergileyen) bu general tipi için Türkiye’nin siyasi sınırlarının ötesi tehlikeli bölge ve Türkiye dışındaki herkes (bazen Türkiye’deki kimi siviller bile) şüpheli şahıstır.

Ulusalcı: 1923 öncesini karanlık çağ olarak düşünen bu general tipinde de genelde yabancı dil seviyesi ve dış görev tecrübesi mukaddesatçılar kadar düşüktür. Bu nedenle Türkiye sınırları dışındaki her olguya şüphe ile bakan bu general tipinde çoğu zaman reaktif-milliyetçi tavır sol ideolojik duruştan daha çok öne çıkar. Öze dönüşçü reflekslerle pragmatist tavrın öne çıktığı bu tip generaller için statükonun devamı ve TSK’nın geleneksel kurumsal kimliğinin korunması Türkiye açısından çok kritiktir.

Atlantikçi: İyi derecede yabancı dil bilen, iyi bir akademik eğitimi ve en az bir yurt dışı görevi olan bu general tipi için NATO’nun profesyonellik düzeyine ulaşmak temel hedeftir. Nasıl bir öze dönüşçünün kafasında Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki TSK ve temsil ettiği değerler ideal tipse bir Atlantikçi için ise NATO ve onun temsil ettiği değerler sistemi ile ABD ordusunun yapısı ve iş tutuş şartları ideal tiptir. TSK’yı ABD’nin başını çektiği Batı güvenlik sisteminin önemli bir parçası gören Atlantikçi tip için TSK’nın uluslararası alandaki itibarını güçlendirmek için batılı modern dünya orduları arasında yer edinmek, öne çıkmak kesinlikle şarttır.

Avrasyacı: Atlantikçi gibi iyi derecede yabancı dil bilen, iyi bir akademik eğitimi ve en az bir yurt dışı görevi olan bu general tipi dünyaya daha bağlantısız ve anti-Amerikancı bakar. Türkiye’nin küresel sistem içindeki yerinin daha bağlantısız olması, küresel güç merkezleri doğuya kaydığı için yüzünü daha çok doğuya çevirmesi gerektiğini düşünen bu tip bir ulusalcı kadar olmasa da NATO karşıtıdır. Ancak küreseli okumada bir ulusalcı kadar da renk körü değildir.

Hangi generaller tasfiye edildi, kimler öne çıktı?

Acaba yazının ilk bölümündeki kurumsal dönüşüme bakış açısından general tipi ile siyasi tercih/hayat görüşüne general tipini üst üste çakıştırdığımızda 15 Temmuz sonrasındaki süreçte elimizde nasıl bir subay/general tipi çıkacak?

Öncelikle  Balyoz, Ergenekon ve İzmir (sözde) Casusluk Davası başta olmak üzere 2010-2014 arasında TSK’dan ayrılmak zorunda kalan subayların ezici çoğunluğunun ‘idealist’ birer öze dönüşçü, dönüşümcü ve hayatı ulusalcı, daha çok da Avrasyacı perspektiften algılayan subaylar olduğunu görüyoruz. TSK içindeki entelektüel solun tasfiyesi olarak tanımlanabilecek bu dönemde TSK’dan çeşitli nedenlerle ayrılmak zorunda kalan subayların Avrasyacı tipte olanlarının dönüşümcü refleksler de taşıdığını biliyoruz. Bu entelektüel tasfiye ile de TSK’nın sağa kaydığını ve bu kayışın da FETÖ’nün köşebaşlarını tutması için kendisine imkân sağladığını acı bir şekilde öğrendik.

15 Temmuz sonrasındaki süreçte ise FETÖ’cü olduğu konusunda hakkında yüksek kanaat oluştuğu, görevini ihmal ettiği ve sorumluluğunu yerine getirmediği gerekçeleri ile TSK’dan ihraç edilen subay listelerine baktığımızda çoğunlukla Atlantikçi ve mukeddasatçı perspektiften hayata bakan subayların sistem dışına çıkarıldığını görüyoruz. Özellikle ihraç listelerinden TSK’nın kurumsal dönüşümünü yöneten kritik birimlerinde Atlantikçi ‘gibi görünen’ FETÖ mensuplarının yuvalandığını söylemek mümkün. Bu ihraçlarla TSK bu sefer de haliyle sola çekecek.

Ancak benim dikkat çekmek istediğim sorun şu: TSK içinde şimdiki sol entelektüel bilgi artık eskiye nazaran çok daha reaktif, ulusalcı ve onca mağduriyetten sonra haklı çıkmanın psikolojisi ile daha da ateşli. Daha da önemlisi şimdi ‘öze dönüşçü’ refleksleri çok daha güçlü.

Kritik Soru: Eski Statükoya dönüş mü yoksa yeni bir ‘şey’e mi dönüşmek?

15 Temmuz sonrasında TSK’da Atlantikçi dönüştürücülerin başını çektiği ve de FETÖ’nün büyük oranda bir parazit gibi enerjisini emip TSK’yı başka bir ‘şey’e dönüştürmeye çalıştığı süreç artık bitti. TSK’yı FETÖ’ye yem etmektense bu sürecin bitmesi hayırlı da oldu.

Ama şimdi TSK derenin ortasında kaldı. Acaba karşı tarafa mı geçmeli (dönüşüme devam etme), yoksa bu tarafa geri mi dönmeli (eski statükoya dönüş)? Şayet siyasi karar alıcılar ve komuta kademesi bu konuda net bir karar veremezse askeri reformların hiçbiri istenen etkiyi doğuramaz.

TSK içindeki Atlantikçi dönüşümcüler FETÖ etkisi ve son ihraçlar nedeniyle büyük oranda güç kaybetti.


Siyasi irade hangisini tercih edecek?


Şimdi kritik soru; acaba siyasi irade dönüşümden yana bir tutum içine girerek Avrasyacıların ve ulusalcıların dönüşüm modeline (ki bu model içte öze dönüşçü dışta daha bağımsızlıkçı ve Avrasyacı olacak) mi yönelecek, yoksa pragmatistleri ve simbiontları ön plana çıkartarak 15 Temmuz öncesindeki statükoyu (yani denge halini) daha sıkı bir sivil kontrolle tesis etmeye mi çalışacak?

Bir başka deyişle sivil siyasi irade, dış tehditlerden korunabilmek maksadıyla TSK’nın dönüşüm koltuğuna Avrasyacı dönüşümcüleri mi oturtacak? Yoksa TSK içinde pragmatist, simbiont ve dönüşümcüler arasında eski statükoya dönmek için yeni bir yapışkan güç dengesi mi kurmaya çalışacak? Acaba sivil siyasi irade ve komuta kademesi 15 Temmuz sonrasındaki kurumsal yeniden inşa ile TSK’nın ivedilikle eskiye mi dönmesini mi, yoksa yeni bir ‘şey’e mi dönüşmesini istiyor?

Bu soruların cevabını öğrenmek için öncelikle eskiden koltuğuna Mehmet Dişli’nin oturduğu Stratejik Dönüşüm Daire Başkanlığı’nın lağvedilip edilmemesine bakacağız. Şayet bu daire lağvedilmezse TSK içindeki dönüşümcü ruh hâlâ yaşıyor demektir. O zaman da başına hangi kurumsal dönüşüm yaklaşımını benimsemiş ve hayat görüşü açısından hangi tipte bir generalin getirildiğine bakacağız.

Umarım siyasi iradenin ve komuta kademesinin ortak tercihine göre derenin ortasında kalan TSK’nın içinde ya karşı tarafa geçme (dönüşme) ya da bu tarafa geri dönme (statükoya dönüş) konusunda yeterli entelektüel sermayeye sahip ve coşkulu (motivasyonu yüksek) kadrolar vardır.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye politikasızlığımızın artan maliyeti: Peki çözüm ne?

Peki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mevcut askeri yığınaklanması ve operasyonel gücü sayesinde Rusya hava sahasını da açarsa Tel Rıfat’ı almasına alır da bu bölgenin alınması Türkiye’nin Suriye politikasının siyasi hedefine hizmet eder mi?

Fırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var?

Soçi’deki zirvede ne tür bir alışveriş oldu bilemiyoruz ama mevcut durumda Putin bir şey almadan Tel Rifat’ı bize vermez. Bölgede, yani Fırat batısında ABD’nin ne hava sahasında ne de karada etkisi var; muhatabımız Moskova

Suriye, İdlib, TSK'dan istifalar ve tarihe bir not

İki jeopolitik gerçeklik ve iki operasyonel gerçeklik ışığında İdlib’de sahadaki durum değişti. Peki ne yapmalı?